A password will be e-mailed to you.

Borusan Contemporary şu sıralar çok özel bir sanatçının dikkat çekici sergisini ağırlıyor. Kuşağının en önemli film, video ve enstalasyon sanatçılarından biri olan Diana Thater Borusan Contemporary’nin sergi alanlarını, soyu tükenmekte olan en görkemli hayvan türlerinden bazılarına saygı duruşu niteliğindeki bir zaman kapsülüne dönüştürüyor. İçinde bulunduğumuz anda bile devam eden çevresel felakete dikkat çeken ve gerek gezegenin, gerek insanlığın geleceği adına acil eylem çağrısı yapan Thater, türümüzün bir zamanlar tapındığı bu büyüleyici canlıların görkemini şiirsel bir yaklaşımla belgeliyor. Thater ve serginin küratörü Kathleen Forde ile aralarındaki işbirliği üzerine sohbet etme ayrıcalığını yaşadık.

 

Kathleen, Diana ile bir sergi yapma fikri nasıl ortaya çıktı?

Kathleen Forde: Diana’nın adı bir buçuk yıl kadar önce bir toplantıda gündeme geldi ve masanın etrafındaki herkesin onun büyük bir hayranı olduğu ortaya çıktı. Onunla bir sergi yapma fikrinin heyecan verici olduğuna neredeyse o anda karar vermiş olduk.

 

Küratöryel süreç nasıl işledi?

KF: Biraz araştırma yapınca Diana’nın Los Angeles LACMA’da büyük bir retrospektif sergi açmak üzere olduğunu keşfettim. İlk başta sergi alanımız bu projenin tamamını ağırlamak için yeterince büyük olmadığından, sergiden bir seçki ya da alt başlığı gösterebileceğimizi düşündüm. Sergiyi bölmenin anlamlı olmadığı netliğe kavuştuğundaysa biraz daha derin bir araştırmaya giriştim ve yine Los Angeles’ta “The Mistake Room” adlı bir mekanda yeni ve daha küçük bir başka sergisinin daha olduğunu öğrendim. Burada sanatçının Kenya’da kaçak av tehlikesi altında yaşayan hayvanların durumunu incelediği ve sipariş üzerine ürettiği iki yeni işi gösterilecekti.

Sürecin en zorlayıcı yönü ne oldu?

KF: Bu sergide de LACMA sergisindeki problemin tam tersiyle karşılaştık; mekanımız için fazla küçüktü. Başka bir deyişle orta noktayı bulma konusunda biraz zorlandık. Bir de Diana işlerini İstanbul’da daha önce hiç sergilememiş olduğundan, buradaki izleyicilerimizle onun sanatsal pratiğine dair daha geniş bir seçki paylaşma eğilimi içindeydim. Sonuç olarak temelde The Mistake Room’daki sergiyi üç yapıt daha ekleyerek genişlettik; bunlardan biri çok yeniydi ve Kenya’da çekilen işlere çok benzer bir çizgideydi. Diğer ikisi biraz daha erken dönemli ve sanatçının pratiğine dair farklı aşamaları örnekleyen çalışmalardı. Diana ile konuşmak ve gerek seçkiyi, gerek seçilen işlerin sergideki yerleşim planını hazırlamak için hem New York’ta, hem de Los Angeles’taki atölyesinde bir araya geldik.

 

Diana, doğadan ve diğer canlı türlerinden büyülenmeye ne zaman başladınız? Kaliforniya’da, San Diego Hayvanat Bahçesi’ne yakın bir yerde büyümüş olmanızın bunda bir etkisi var mı? Hiç evcil hayvanınız oldu mu?

Diana Thater: Aslında New York’ta büyüdüm ve Kaliforniya’ya 26 yaşımdayken taşındım. Hayvanat bahçelerine her zaman karşı oldum; oralara yalnızca çok küçükken birkaç kez, zorla götürüldüm. Doğaya ve diğer türlere olan tutkum ise çocukluğumda, National Geographic ve BBC’nin doğa belgesellerini saplantı haline getirmemle başladı. Hayatım boyunca birçok kedim oldu; şimdi de sokaktan kurtarılmış beş tane kedim var.

Bu sergi bir acil eylem çağrısı!

Peki sergideki işlere dönersek, neden özellikle fil ve gergedana odaklandınız? Sanatsal yolculuğunuzun bu durağı daha önceki yapıtlarınızla nasıl bir ilişki kuruyor?

Diana Thater: İşlerimin hepsi insan dışındaki canlı varlıkların yaşadığı dünyanın mekan ve zamanına odaklandığından birbiriyle ilişkili. Her yapıtın, betimlediğim hayvanlar ve manzaralar ile geçirdiğim süre içinde gözlemlediklerimin çevresinde şekillenen, kendine özgü bir yerleştirme strüktürü var – onların dünyada gezinme biçimleri, yapıtın inşa sürecine olan yaklaşımımı esinliyor. Sergideki işlerin öznelinde ise, Kenya’da yaşayan ve ciddi tehlike altında olan iki türe odaklandım. İki yıl üst üste Kenya’ya gittim. 2016 yılında Ol Pejeta Koruma Alanı’nda yaşayan ve beyaz gergedan türünün dünyadaki son örneği olan Sudan adlı erkek gergedanı görüntüledim. 2017’de oraya yeniden gidip Kilimanjaro Dağı yakınındaki Chyulu Hills ve Doğu Tsavo’da yaşayan erkek fil sürülerini filme aldım. Her iki yapıtta da x biçimli, basit bir ekran sistemi kullanarak gergedanın ve filin görüntülerini çapraz ekranlara yansıtıyorum. Her iki film de “Büyülü Saat” de denilen zaman diliminde, günbatımının hemen ardından çekildi. Böylece güneş gerçekten hayvanların üzerinden batarak yapıttaki metafor ve hakikati aynı anda oluşturacaktı; bir canlı türünün batan güneşi. Bu sergi için üretilen üçüncü yapıt ise Time Compressed adını taşıyor ve Kenya’daki bir suvatta bir tam gün içinde yaşananları ele alıyor. Yerleştirmelerin sürekli batmaya devam eden güneşin de etkisiyle sonsuzluk, bu videonun ise hayvanların yaşamındaki bir tam gün ile ilgili olduğu söylenebilir.

KF: Sergi bir bütün olarak insan ile diğer türler arasındaki bağları ve onların kırılgan habitatlarını görünür kılıyor. Hayatta kalıp kalamayacaklarını, bu habitatların insan aktivitesi sonucunda yaşamayı sürdürüp sürdüremeyeceği belirleyecek. Diana’nın tehlike altındaki türleri ve çevresel tehditleri betimleyen enstalasyonları hem gezegenin geleceğine dair güçlü birer tasavvur, hem de daha önceki yapıtlarında olduğu gibi acil birer eylem çağrısı.

“İnsanların hayvanlardan kopuşu en büyük trajedi”

Yapıtlarınız bana aynı zamanda bazı canlı türlerine ve doğa olaylarına tapan, hatta onları tanrılaştıran eski ve yerel inanç sistemlerini anımsatıyor. Özellikle de Şamanizm’i ve Amerikan yerlilerinin inanışlarını…

DT: Evet, kültürlerin yaşam alanlarını paylaştıkları hayvanlarla nasıl bir ilişki kurdukları daima çok ilgimi çekti. Bana göre insanlığın en büyük trajedisi, hayvanlarla insanların birbirinden koptuğu ve iletişim kuramaz hale geldiğinde başladı. Bazı inanç sistemleri, ayrışmamız yaşanmadan önceki döneme odaklanıyor ve hayvanları kendi kozmolojilerinin bir parçası olarak görüyor. Birkaç yıl önce Jaipur, Hindistan’da Life is a Time-Based Medium adlı bir iş yaptım. Maymun-tanrı Hanuman’a adanmış, terk edilmiş bir hindu tapınağını filme aldım. Tapınağı Hint şebeği türünden maymun grupları sarmış, hatta orayı mesken tutmuşlardı. Maymun-tanrıya adanmış bir tapınağın maymunlar tarafından yönetiliyor olması benim için özellikle ilginç ve eğlenceliydi.

Borusan Contemporary ile çalışmak nasıldı? Koleksiyonda ilginizi çeken diğer sanatçılar?

DT: Harikaydı! Hem çevreye ve ekolojik konulara, hem de medya sanatlarına olan duyarlılığıyla bilinen bir kurumla çalışmak özellikle memnuniyet vericiydi. Sanki benim işlerim için yapılmıştı. Marco Brambilla’nın müzenin dış cephesindeki işini çok güzel ve merak uyandırıcı buluyorum.

Sergi, Borusan Koleksiyonu ve süreli sergi programınızla nasıl bir ilişki kuruyor? Daniel Canogar ve Edward Burtynsky sergilerini ya da Ortak Zemin Üçlemesi’ni düşününce, ekolojik konular ve çevreye yönelik daha derin bir ilginin varlığını seziyorum…

KF: Diana ile bir sergi yapma fikri, kapsayıcı bir perspektiften bakınca Borusan Contemporary Koleksiyonu’nda süreklilik gösteren birtakım çizgilerle olan ilişkisinden ötürü de çok mantıklıydı: ekolojik sorunlar, hareketli imgeye dayalı portre ve manzara, soyutlama, videonun daha heykelsi ve nesneye yönelik bir yaklaşım içinde kullanılması… Diana’nın sanatı hepsini içeriyor!

Diana Thater, (Sigrid Rothe, 2012)

İstanbul’u gezme, farklı yerleri ve diğer sergileri görme şansınız oldu mu? En çok hangilerinden etkilendiniz?

DT: Bazı tarihi yerleri ve İstanbul Bienali’nin küçük bir bölümünü görmek için biraz zamanım oldu. Çağdaş sanata çok fazla bakmıyorum; bana hep ayn görünüyormuş gibi geliyor. Tarihi çok daha fazla tercih ediyorum ve bu bağlamda Kariye Bazilikası bence büyüleyici güzellikteydi. Yerebatan Sarnıcı ve Aya Sofya gibi belli başlı yerleri de çok sevdim.

“Artık çok geç”

Gezegenimiz, kendini ekosistemin bir parçası olarak görmekte hala zorlanan biz insanoğlunun muazzam baskısı altında: iklim değişikliği, nükleer felaketler, kaybedilen ormanlar, nesli tükenen canlılar, liste böylece uzayıp gidiyor… Ama aynı zamanda, özellikle daha genç kuşaklarda ekolojik tüketim, sürdürülebilirlik, geri dönüşüm ve atık yönetimi gibi konuların önemine dair yükselen bir farkındalık söz konusu. Gelecek öngörüleriniz nasıl? Sizce hasarı geri çevirmeyi başarabilecek miyiz, yoksa çok mu geç kaldık?

DT: Artık çok geç. Birçok kişi bana neden işlerimde kendine özgü bir melankoli olduğunu soruyor. Ben bunun yalnızca yapıtın ağır ve gözleme dayalı temposundan değil, betimlenen konulardan da kaynaklandığını düşünüyorum. Tabii ki benden de kaynaklanıyor ve kendimi doğal hayatın sona ereceği fikriyle uzlaşmaya çalışırken buluyorum. Kötümser biri değilim; öyle olsaydım bu kadar şaşkın ve hazırlıksız hissetmezdim. Yaklaşan doğal felaketle, kitlesel yok oluşla bir şekilde yüzleşmesi gereken, sürekli hayalkırıklığı yaşayan bir iyimserim.

* Kaçak Dünya (A Runaway World), 18 Şubat 2018’e kadar İstanbul Perili Köşk’te ziyaret edilebilir.

Daha fazla yazı yok
2024-05-03 07:07:22