A password will be e-mailed to you.

Borusan Contemporary şu sıralar oldukça sıra dışı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Mika Tajima’nın  gerçek zamanlı veri kullanarak sergi mekanının sınırlarını dijital ortama taşırdığı ve izleyiciler ile sosyal medya kullanıcılarını bir bütün olarak ele alan Esir (Æther), birkaç farklı yerleştirmeden oluşan kişisel bir sergiden çok, dijital teknolojiler aracılığıyla toplumsal duygudurumunun nabzını tutan sosyal bir deneyi andırıyor. Ancak bu deneyin amacı birtakım makro olguları sayısallaştırmak değil; aksine, görünenin ve ölçülebilenin ardındaki metafizik tinselliği yakalamak. Sergiyi, sanatçısı Mika Tajima ve küratörü Margot Norton ile konuştuk.

 

Borusan Contemporary ile yollarınız nasıl kesişti? Sergi fikri nasıl ortaya çıktı? New Museum için planlanıp Borusan Contemporary’ye mi uyarlandı, yoksa baştan itibaren burası için mi düşünüldü?

MT: Bu sergi, New Museum işbirliğiyle Borusan Contemporary’ye özel olarak tasarlandı. Aslında Esir (Aether), büyük ölçüde geçtiğimiz birkaç yılda İstanbul’a yaptığım ziyaretlerin ve şehri teknoloji, bireysel özgürlükler ve sosyal mekanın tinselliği gibi kavramlara değinen enstalasyon temelli işlerim için bir bağlam şeklinde düşünmemin sonucu olarak doğdu.

MN: New Museum Direktörü Lisa Phillips, geçtiğimiz on yıl içinde İstanbul’a bir düzine ziyarette bulundu. New Museum 2012 yılında Ideas City Istanbul’u düzenlediğinde kendisi Borusan Contemporary’ye gitti ve Ahmet Kocabıyık ile tanıştı. Öte yandan o dönemde müzenin küratörü olan Lauren Cornell 2015 trienali için araştırma yaparken Kocabıyık ve BC’nin Artistik Direktörü Kathleen Forde ile görüştü. Onların sanat ve teknolojiye olan ilgisi bizimkiyle aynı doğrultuda olduğundan iki kurum arasında bir işbirliğinin ilk temelleri böylece atılmış oldu.

 

Mika ile daha önce hiç birlikte çalıştınız mı? İkiniz nasıl tanıştınız?

MN: Bu bizim üzerinde birlikte çalıştığımız ilk sergi oldu! Ama Mika’yı uzun yıllardır tanıyor ve çalışmalarını hayranlıkla izliyorum. Borusan Contemporary’deki sergisi üzerinde birlikte çalışma fırsatı beni çok heyecanlandırdı.

 

Serginin sizi küratöryel açıdan en çok zorlayan yönleri hangileri oldu?

MN: Borusan Contemporary’nin sergi alanları son derece spesifik olduğundan, işleri tüm potansiyeliyle gösterebilecek şekilde üretmek konusunda zorlu karar aşamaları yaşadık. Mika, Kathleen ve müzenin harika teknik ekibiyle birlikte, eski işleri mekana adapte etmek ve yeni işleri mekana uygun olarak hazırlamak amacıyla yaratıcı düşünmek zorundaydık. New York’ta çizim ve fotoğraflar üzerinden çalışmayı sürdürdük; sergi kurulum aşamasında bazı şeylerin değişmesi gerekti ama günün sonunda her şey gayet rahatlıkla bir araya geldi.

Mika Tajima, İnsan Sentezi (İstanbul), 2018. Özel üretilmiş his tahmin eden analiz programı, oyun motoru, Alienware sanal gerçeklik bilgisayarı, Twitter akış uygulaması, ekranlar, deri, paslanmaz çelik zindan halkaları ve projeksiyon. Video, renkli; sonsuz uzunlukta. Sanatçının ve Taro Nasu’nun (Tokyo) izniyle

“Teknoloji bizi özgürleştirmek yerine ele geçiriyor”

Sergi bende metafizik öğeyi, onunla keskin bir karşıtlık içinde düşünme eğiliminde olduğumuz teknolojik alana geri getirmeye yönelik bir çaba hissi de uyandırdı. Dijital bilgi ve/veya teknoloji illa ki “ruh” ve “şiirsellik” gibi özelliklerden yoksun mu olmalı? Yanıtınızın “hayır” olacağını sanıyorum… 

MT: Asıl ikilem, teknolojiyi insanlar yarattığı halde, onu genellikle  hümanist yaklaşımın dışında değerlendiriyor olmamız. Özellikle sosyal medya içeriğine dayalı veri analizi söz konusu olduğunda davranışlarımızı ve geleceğimizi önceleyen teknolojileri inşa ettiğimiz yönünde bir algı var. Oysa bu sistem içinde yaşamlarımızın yönünü belirlemede nasıl tam anlamıyla etkin olabileceğimize dair hiçbir fikrimiz olmadığını duyumsuyoruz. Örneğin teknoloji, çeşitli sosyal kanallar üzerinden duygusal verilerimizin madenciliğini yapıyor ve bu veriyi ruhumuzu hedef alacak şekilde kullanıyor; insani duygular sayısallaştırılıyor ve yeni arzular yaratma, davranışlarımızı etkileme, bizi manipüle etme ve biçimlendirme amacına hizmet eden bilgilere dönüştürülüyor. Belki de teknoloji bize tam da bu yüzden bu denli yabancı ve ruhsuz görünüyor; bizi özgürleştirmek yerine ele geçiriyor.

Bir sergi olarak Esir, tüm bu koşullar üzerine düşünebileceğimiz bir alana dönüşmenin yanı sıra gözden kaçmayı, gizlenmeyi başarabilen ya da makine mantığının dışında, sayısallaşmamış halde kalabilen var olma biçimlerini tartışmaya açıyor. “Human Synth” duman animasyonundaki metafor da tam olarak bu: yakalanması, sınırlanması ve durağan hale getirilmesi imkansız olan dijital duman, insanların duygularını önceden tahmin eden algoritmalar tarafından gerçek zamanlı olarak üretiliyor. Öte yandan teknoloji çok heyecan verici ve etkin bir metafizik potansiyel de taşıyor. İnsana yeni ifade biçimlerine yönelik araçlar sunuyor; yeni kimliklerin yayılmasını sağlıyor ve gelişmekte olan var olma biçimleri yaratıyor. Bu da serginin “gelecek” ile ilgili bileşenini oluşturuyor; algoritmalar, sıklıkla hata kavramı ve teknolojinin şiirsel kullanımı üzerinden daha önce hiç var olmamış yeni sesler ve öznellik türleri sunabiliyor.

 

Büyük Veri, bizi olgular üzerinde neredeyse tanrısal bir gücümüz varmış ve istersek her şeyi çözebilirmişiz gibi hissettiriyor. Ancak bu yolla tam olarak kavrayıp açıklayamadığımız, çok daha geniş varoluşsal bir ölçeğe ait şeyler hala var ve bence Æther tam olarak bunun altını çiziyor. Sizce gelecekte bir gün her şeyi, bu çok daha belirsiz varlıkları ve düşünceleri bile, sayısal veri kullanarak ifade edebilecek miyiz?

MT: Yaşamı sınırları olan ya da sonsuz bir şey gibi görmenize bağlı. Ya da yaşamın kendisini bir teknoloji olarak görmenize. Bana göre dilin, imgelerin ve insana ait diğer ifade biçimlerinin tamamlanmamışlığında, bize her şeyi kapsamanın zor olacağını gösteren bir güç saklı. Tıpkı duman gibi hem gerçek, hem soyut, hem de sürekli dönüşen bir varlık olan Æther’in temel konusu ve duyusal referansı da bu.

 

Bu sergi daha önceki çalışmalarınızla nasıl bir bağlantı kuruyor? Sanat pratiğiniz zaman içinde nasıl dönüştü? 

MT: Benim sanatım her zaman performans, yani belli bir şekilde hareket etme ve işleme beklentisiyle, bir de gerçekten nasıl etkin olunabileceği ve kontrolün ötesinde hata temelli hareket edilebileceği üzerine düşünmekle ilgiliydi. Daha önceki işbirliklerim konuşmacı, dansçı, tasarımcı, fabrika işçisi, müzisyen ve filmci gibi çok farklı “performer” profilleri içeriyordu. Kısa süre sonra odağım, mimarlık, çevre tasarımı ve dijital ortam gibi performerları “biçimlendiren” fiziksel ve teknik altyapılara yöneldi. Æther tüm bu öğelerle yakından ilgili ve buradaki performerlar hem izleyiciler, hem de gerçek zamanlı olarak sosyal medyayı kullanan insanlar.

(ampuller), Mika Tajima, Meridyen (İstanbul), 2018. Işık prizler, WiFi ile çalışan LED ampüller, Doğal Dil İşlemcisi kullanan özel üretilmiş duygu analiz programı, Twitter akış uygulaması, düz monitör ve Mac mini. Değişken boyutlar. Sanatçının, Van Doren Waxter’in (New York) ve Taro Nasu’nun (Tokyo) izniyle

“İstanbul’daki insanların duygularına bağlı olarak dönüşüyor”

Serginin mekana özgü bileşeni yalnızca coğrafi olarak değil, izleyici etkileşimi yönünden de son derece güçlü; İstanbul’dan veri topluyor ve bu veriyi, sergiyi mekanına gelen İstanbullu izleyicilere geri yansıtıyorsunuz. İzleyicide nasıl bir duygulanım yaratmayı arzu ediyorsunuz? Onlardan nasıl bir geri dönüş bekliyorsunuz?

MT: Esir’i deneyimleme biçimleri, İstanbul’daki insanların duygularına bağlı olan sürekli bir dönüşüm halinde. Işık renkleri ve koşulları gerçek zamanlı olarak değişiyor ve duman animasyonu bu bilgiyle ilişkili olarak evriliyor. Başka bir deyişle, sergiyle estetik karşılaşmanız mekanın dışındaki insanlara ayrılmaz bir şekilde bağlı. Sergi üzerinden altını çizmek istediğim, hem gerçek hem sanal bir tür karşılıklı bağımlılığın söz konusu olduğu.

 

Bu sergi küratöryel pratiğinizin bütünü içinde nasıl bir yere oturuyor?

MN: Gerek New Museum’da gerek daha genel anlamda, geleneksel beklentiyi kıran ve sanat izleme deneyiminin nasıl olabileceğine dair tanımları genişleten projeler yapmaya eğilimliyim. New Museum gibi Borusan Contemporary de, yeni nesil görsel sanatları kucaklamak ve Mika gibi sanatçıların yeni projeler gerçekleştirebileceği bir platform sağlamak için kurulmuş. Mika’nın işleri de öngörülemezlik ve incelikli yorumlamalara olanak sağlarken,  teknoloji ve bilgi kültürünün yaşamlarımıza giderek daha çok girmesinin günümüz toplumunda yarattığı en temel bazı kaygılara yönelik etkili bir duyarlılık gösteriyor.

 

İstanbul’da proje yapmak nasıl bir deneyimdi? Şehrin sanat ortamını keşfetme fırsatı buldunuz mu?

MN: İstanbul’da çalışmak inanılmaz bir deneyimdi ve bu şehre ilk gelişimdi! Teknik ekibin sayesinde kurulum gayet rahat geçtiği için Mika ile birlikte biraz gezme fırsatımız oldu: Kapalıçarşı, Aya Sofya ve Sultanahmet Camii’ne gittik. Şehir merkezindeyken, SAHA Derneği’nin organizasyonuyla ve bazı sanatçılarla birlikte birkaç atölye ziyareti yapma şansı da buldum.

Mika Tajima, Sosyal Sandalye, 2016. Ahşap ve Jakuzi başlıkları, 34 x 60 x 60 in (86,4 x 152,4 x 152,4 cm). Sanatçının, Van Doren Waxter’in (New York) ve Kayne Griffin Corcoran’ın (Los Angeles) izniyle

Daha fazla yazı yok
2024-05-03 04:54:05