A password will be e-mailed to you.

Alain Matalon, dinlenilesi üç müzik albümünü Sanatatak okurları için değerlendirdi…

Tunng – Turbines (4.5 / 5.0)

Her ne kadar kullandıkları elektronik enstrümanlar, efektler ve dijital ritimler yüzünden daha çok folktronicaya yakın olarak kabul edilse de Tunng, Four Tet ya da Caribou’nun yaptığı gibi akustik enstrümanları sample olarak kullanmıyor.  Aksine şarkıları çoğunlukla akustik gitar ve çoklu vokal armoni bazlı; elektronik enstrümanlar geri planda ve aslında soundlarında birer katman olmaktan öteye gitmiyor. Hatta Sam Genders’in … And Then We Saw Land albümünün ardından gruptan ayrılmasıyla beraber Tunng, bu albümlerinde, müziklerindeki elektronik etkiyi daha da azaltmışlar. Turbines, Mike Lindsay, Ashley Bates ve Phil Winter’ın uyumlu vokal armonileri ve kullandıkları organik enstrümanların ağırlığıyla indie-folka çok daha yakın bir albüm.

Genelde orta hızda tempolu şarkılara yer veren Turbines, kimi zaman Goldfrapp hatta The XX’i anımsatan eterik bir havaya sahip olsa da albümün en dikkat çekici anları grubun sağlam bir gitar-folk temeli üzerine inşa ettiği uzun ve karmaşık melodili şarkılarda ortaya çıkıyor. Bunu daha hemen açılışta yer alan  “By This”de görmek mümkün. Ashley Bates’in sakin ve durgun vokali ile başladıktan sonra Mike Lindsay ile düet yaptıkları bir ballada dönüşen şarkı, grubun şarkı inşa etmedeki ustalığını da ortaya seriyor. Tunng burada ve albümdeki hemen her şarkıda trackleri ustaca ve dengeli bir şekilde üst üste diziyor ve son derece doyurucu ve dolu bir kümülatif sound sunuyor dinleyicilerine. Turbines her ne kadar akustik ağırlıklı olsa da albümde synthesizerın daha baskın olarak kullanıldığı “The Village” gibi folktronik şarkılar da mevcut. Ama grup, burada bile, vokalleri ve özellikle armonileri sürekli ön planda tutan bir prodüksiyon ile albümün genel havasını korumayı başarıyor.

Tunng’ın bu albüm için yazdığı melodilerin hepsi birbirinden güzel; ancak “Follow Follow” özellikle Lindsay ve Winter’ın, bir Simon &Garfunkel balladını andıran açılışı ve ardından gelen karmaşık elektronik ve akustik enstrümantasyonu ile albümün en can alıcı şarkısı olabilir.

Turbines’ın tamamında kulakları rahatsız edecek en ufak bir ses yok. Albüm baştan sona kadife gibi akıp gidiyor.


David Lynch – The Big Dream (4.0 / 5.0)

Bir insanın yaptığı her şey iyi olabilir mi? Tabii ki olamaz. David Lynch’in kendi adını taşıyan kahvesi ona yakışmayacak yavanlıkta ve içenin damağında kalıcı ya da farklı bir tat bırakmıyor. Ama onun dışında, filmlerinden müziklerine ve kitaplarına; hatta Twitter hesabına kadar her şeyiyle dünyada eşine az rastlanan bir mükemmel bütünlük sergiliyor David Lynch personası. Son yıllardaki sanatsal üretimini, reklam filmleri ve müziğe yoğunlaştıran Lynch’in yeni albümü kendisinin deep-Americana takıntısını birebir yansıtıyor. Blues, old-country, rock’n’roll gibi Amerikan müziksel geleneklerinden beslenen The Big Dream, karanlık ve gizemli sound ve sözleri ile Lynch opusuna son derece uygun bir çalışma olmuş.  Albümdeki her şarkıyı kendisi söyleyen David Lynch’in sesi tabii ki pek güzel olmadığından sanatçının sesi sürekli olarak ağır bir distortion ya da vocoderdan geçirilmiş. Ama bir David Lynch albümünü adamın sesi güzel değil diye eleştirmek, aynı bir David Lynch filmini konusu güzel değil diye eleştirmek gibi bir şey: Hem alakasız hem de meseleyi tamamen ıskalamak demek. Filmlerini konusu için değil; aynı yaşatacağı deneyim için seyretmemiz gibi, albümünü de yarattığı atmosfer için dinlememiz gerekiyor. The Big Dream’de  Lynchian atmosferi yaratan bol bol eko, reverb, distortion ve çelik gitarlar var. Ancak sanatçının daimi müzik partneri Angelo Badalamenti’yle yarattıkları o Twin Peaks soundunu arıyorsanız, bu albümde (belki elektro-blues balladı “Cold Wind Blowing” dışında) onu pek bulamıyorsunuz. Ama onun yerine adeta 50’lerden kopup gelmiş strum-blues esintili “Star Dream Girl” gibi cevherler var. Şarkının girişinde Lynch “Radyonun sesini açın, size bir hikaye anlatacağım” diyor. Ne zaman isterse!


Edward Sharpe &The Magnetic Zeros – Edward Sharpe &The Magnetic Zeros (4.0 / 5.0)

Müziğin özündeki “iyi/kötü”ye ulaşmak için maalesef bazen çok uğraşmak gerekiyor.  Edward Sharpe &The Magnetc Zeros’un yeni albümü için hangi eleştirmen ne demiş diye merak edip okuduğunuzda, eleştirmenlerin hemen her birinin söz konusu müziği “Kim yapmış?”, “Ne düşünerek yapmış?”, “Neden yapmış?”, “Nasıl yapmış?” gibi soruları sormaktan asıl tek önemli olan soruya,  yani “Müzik olarak ne yapmış?”a sormaya vakit ve takatleri kalmadığını fark ediyorsunuz. Tabii söz konusu müzisyen Alex Ebert olduğunda eleştirmenlerin, müzisyenin eski personasından tutun, yeni kült lideri kılığı, 1960 ve 70’lerin hippie müziğine olan imrentisi, olası sahte barış mesajları, The Beatles hayranlığı (ve Lennon/Harrison özentiliği) gibi extracurricuları aşmaları gerekiyor aslında. Bunların hepsi sanatçı ve grubun imajı açısından önemli, ama maalesef dinlediğiniz müziğin önünde bir filtre ya da sis bulutu oluşturuyor. Oysa her şeyi bir kenara bırakıp sadece dinlediğiniz müziğe odaklansanız, Ebert ve dokuz müzisyenin yarattığı, günümüzde eşine az rastlanır organiklikteki heyecan ve sevgi dolu müziği duyabilirsiniz.

Grubun kendi adını taşıyan bu üçüncü albümü diğerlerine göre alışması biraz daha zor ve onların aksine, dinleyiciyi ilk dinleyişte içine çekmiyor. Bunda şarkıların daha karmaşık bir yapıya sahip olması ve daha soğuk bir prodüksiyona sahip olmasının etkisi büyük. Up From Below ve Here’da grubun soundu sıcak, dengeli ve hemen kulağımızın dibindeydi.  Yeni albümde işimiz biraz daha zor. Bir defa burada prodüksiyon çok daha dağınık ve sonik yelpaze çok daha geniş. Albümün soundu eskisine göre daha köşeli ve girinti çıkıntılı; hatta yer yer lo-fi. Ebert, bu albüm için şimdiye dek yaptıkları en neşeli ve coşkulu albüm olacağını söylemişti; ancak Edward Sharpe &The Magnetic Zeros bende o hissi yaratmadı. Mesaj her zamanki gibi barış, çiçekler, aşk, sevgi; ama bu kavramların sunumu, kayıtın retro havasından olsa gerek, nostaljik ve adeta iştiyaklı. Albümün en başarılı şarkıları Ebert’in falsettosuyla öne çıkan “Please!”, Jade Castrinos’un harika vokalini konuşturduğu “Remember to Remember” ve kapanış parçası olan “This Life”. Yalnız ES&tMZ’da daha önceki albümlerde hiç olmayan, biraz baştan savma yapıldığını düşündüğüm “Let’s Get High” ve “Two” gibi fiyaskoların da olduğunu belirtmek gerek.

Daha fazla yazı yok
2024-05-12 12:21:37