A password will be e-mailed to you.

…Mahmut Celayir’in fırça darbelerinde fısıldayan ve çınlayan bir şeyler olduğu duygusuna kapılıyorum. Sanki bir an için dursak, eğilsek, dikkatli bir şekilde kulağımızı kabartsak duyabileceğimiz bir sesten bahsediyorum. Derinlerin ve oyukların çınladığını duyabiliriz…

Mahmut Celayir’in çalışmalarına C.A.M Gallery’de “Hesareg” adıyla 2018 yılında açılan sergide toplu bir şekilde bakma fırsatım olmuştu. Soyut formlar, toprak, doğa üzerine eğilen ve genellikle pentürle işler üreten bir sanatçı olarak elbette resimleri önce göze hitap ediyor. Bakışa sunulmuş bir resim olmadığını da ilk elden ifade etmek gerek.

Genişleyen, daralan, derine inen, sıkışan ve kıvrılan durumların varlığıyla bezeniyor kimi resimler. Dokusu, ışıltısı, renkleri ve ritmiyle ön plana çıkıyor. Bir ‘şimdi’, ‘toprak’ ve ‘doğa’ yoklanıyor. Bununla da kalmıyor. Kanımızca bu ifade biçimleri aynı zamanda bir ses de bırakıyor. Celayir’in fırça darbelerinde fısıldayan ve çınlayan bir şeyler olduğu duygusuna kapılıyorum. Sanki bir an için dursak, eğilsek, dikkatli bir şekilde kulağımızı kabartsak duyabileceğimiz bir sesten bahsediyorum. Derinlerin ve oyukların çınladığını duyabiliriz. Tarihten, onlarca yıldan veya yüzyıldan gelen çınlamalar şimdiye ancak bu kadar ses oluyor. Walter Benjamin’den ödünçle söylersek “bizden öncekilerin içinde yaşadıkları havadan hafif bir esinti” ve “susmuş olanların yankısı” resimlerin içerisine sızmış gibi.

“Aşağıya” değil “yere” bakmak

Yüzeyden derine doğru gidilen yerde, uğuldayan bir şeyler var. Tarih, insan ve bunlara koşut olarak yeryüzü inliyor. Duyumsamamızı arkaik zamanlara uzattığımızda birden kendimizi o zamanlara fırlatmakla bin yılların kültürlenmesi kendini açığa vuruyor. Mezopotamya’nın ve Kürt coğrafyasının kadim haklarının tarihi sanki bu resimlere süzülmüş gibi. Bize yüzey, kesit ve toprak diye sunduğunda, geçmişin izleri kendini açığa vurmak için bekliyor. Her ne olduysa ve oluyorsa o toprak parçası üzerinde yaşandığı üzerine örüyor resimlerini. “Aşağıya” değil “yere” bakmanın, oradaki yaşanmışlıkları, kırılmaları, hüzünleri, acıları, sevinci, umudu, imkanı ve birçok duygu durumunu resmine taşımanın sorumluluğunu taşıyor. Şimdiyi kurtarma adına geçmişi diri tutmanın gayretini güdüyor.

Öte yanda kimi eserlere yaklaştıkça flulaşan, eserlerden uzaklaştıkça ressamın elinde yaratılan uzamın genişlediğini ve sonsuzluğa doğru akıp gittiği fark ediliyor. Siyah-beyaz ve grinin yoğun olarak yer aldığı eserler kıraç-boz toprakların mayasını damıtıyor tuvale. Kavruk otlar ayağımızı, bacaklarımızı gıdıklıyor. İlhan Berk’in “Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum” dizesini mırıldanırken buluyoruz kendimizi.
Denilebilir ki, Celayir’in sanatının politik ve estetik yönü kendi coğrafyasına attığı bakışın yanı sıra oranın geçmişine yönelik durumları resminin içine yedirmesi olduğu yönündedir. Geçmişin hâlâ burada bu toprak parçasında “parıldadığına” dair bir yaklaşım benimsiyor. Bakmasını ve duymasını bilene.

Sergi adı Zazaca “Yelıng” isimli bir bitkiden

Yine bir Mahmut Celayir sergisiyle C.A.M Gallery’de karşı karşıyayız. Sanatçı bir kez daha doğup büyüdüğü bölgeyi ele alıyor. Toprak ve bitki bu serginin iki ana unsuru olarak dikkat çekiyor. Özellikle bölgenin bir bitkisine yoğunlaşarak birçok eser üretmiş. Serginin adı da Zazaca “Yelıng” isimli bir bitkiden geliyor. Sergi metninde ifade edildiği üzere, dağların zirvesinde yetişen ve baharın müjdeleyicisi olan bu bitki sanatçının çocuk anılarında önemli bir yer ediniyor. Uzun yürüyüşler, gözlemler, tanıklıklar ve deneyimlerle doğaya yaklaşırken, onun işleyişinin dinamiklerini anlamaya çalışıyor.

Bu sergiyi de sanatçı, doğayla olan mesafeyi en aza indirgeyerek oluşturmuş. Ne yücelen bir doğa ve ne de küçülen bir özne ikiliği var. İkisi arasında bir denge gözeterek, yaşama bakma ve yorumlama isteği göze çarpıyor. Yerel bir bitkiden evrenin kozmik yapısına doğru bakışı, bilinci ve teni genişletme isteğiyle yoğurmuş resimleri. Bu bitkinin zamansal formlarını tuvale yansıtmış. Akışlar, kıvrımlar, değişimler, etkileşimlerin olduğu bir evren tasavvurunun yerel motifini sunuyor. Hareketi buna bağlı olarak kaosu da içine katıyor. Kaosun olduğu yerde ise birçok durumun kendini açığa vurması kaçınılmazdır.

Ama şeyler bize hep bir düzenlilik içinde görünmez mi? Belki de kaosu düzene getirme çabası güttüğümüzden kaosun yaratacağı değişimlerden ve yeniliklerden korktuğumuz için düzene her seferinde ihtiyaç duyuyoruz. Dünya ve yaşam bize bunun böyle olmadığı yönünde her seferinde kendisini haklı çıkarırcasına davranıyor. İçine yerleştiğimiz ya da yerleştirildiğimiz bakış açılarıyla alakalı olabilir bütün bunlar. Buralardan sıyrılıp başka açılara doğru yerleşirsek dünya göründüğünden, algıladığımızdan ve bildiğimizden başka bir yer olarak bize görülebilir. Bir kere dünya bize olduğundan farklı bir şekilde görünmeye başladığında bu dünyada olduğumuzu idrak edebiliriz. Ama her seferinde yaşamın içinde beton gibi dökülmüş hiyerarşilerden dolayı yeryüzüne temas etme kudretimiz elimizden alınıyor.

Peki bitkiler? Onların bir teni var mıdır?

Yelıng adlı yerel bir bitkide, akışın ve hareketin bir kez daha nasıl etkileşimler yarattığına tanık oluyoruz. Yeşeren, solan, kuruyan ve buruşan yerlerini ama buna rağmen iştahını ve arzusunu kaybetmeyen bir bitkinin kıvrımlarını görüyoruz. Toprakla olan temaşası ve uzamdaki dansı var olmanın coşkusunu yaşıyor gibi. Geç gelen baharı beklemiş ve uzun sürmeyecek bir yazı bilircesine kollarını sarkıtmış bir bitkiden bahsediyoruz. Dar zamanların keyfini çıkarırcasına saçılıyor. Sylvia Plath’ın dizelerini yardıma çağırarak söylersek “Bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki, ama kalkışmanın anlamını bilir
Georges Didi Huberman’dan bildiğimiz kadarıyla “Ağaçlar da tenlerine tutunur”. (Kabuklar / Lemis Yayınları) Yani kabuklarına.

İnsanlar ve hayvanlar için ten, yeryüzüyle ilişkinin önemli bir yüzeyidir. Her şey ilk önce yüzeyde yaşanır buradan taşan derinlerde izler bırakır. Peki bitkiler? Onların bir teni var mıdır? Hiç tensiz bir dünya olur mu? “var kalma” mücadelesinde ve elbette yaşamın sunduğu olanakları doyasıya duyumsayan her canlının bir teni vardır. Bitkiler de ışığa, yağmura, kara, rüzgara, toprağa ve diğer bitki ve canlılara göre bir konum ve yaşam gayreti güder. Kasvetli bir havanın gürültüsünü, ürpertisini ve kendisine yaşam sunan diğer etkileşimlerin sunduklarıyla var olurlar. “Bitkilerin bildikleri” ve “dünyası” kendinden ve diğer dünyalardan bağımsız değildir. Bitki ve hayvan oluşların dünyaları insan yaşamını, verili ilişkilerin dışına çıkarmakta yardımcı olabilir. Oluş’lar hareket ederek bir olay yaratırlar. Yelıng adlı bitkide, gerçekleşen olaylar yapraklarındaki renk değişimleridir. Her yaşamda olduğu gibi ayrılmalardır. O ayrılmalara neden olan karşılaşmalardır.

Celayir’in resimlerinde iki mevsime tanık olmanın heyacanını yaşıyoruz. Dağların zirvesinde filizlenmiş, baharı yaşamış bir bitkinin gösterdikleriyle yavaş yavaş bir ‘ilk yaz göğüne’ doğru ısınıyoruz. Bulutların bir dağı ele geçirmesine tanık oluyoruz. Toprağın kahverengi tonlarının ayırdına varıyoruz. Yavaş yavaş yaza kıvrılarak onun ritmine ayak uydurup koca bir yazı geçirmeye hazırlanıyoruz. Yelıng ve diğer bütün canlılar gibi. Bazı yazlar gibi.

En nihayetinde Celayir’in fırça darbelerinde hareketin kıvrımları yüzeyde taştığını bir kez daha idrak ediyoruz.

C.A.M Gallery’deki Yelıng sergisi 28 Şubat 2021’e dek sürecek.

 

İLGİLİ HABERLER

Zor yaşam koşullarında Ağustos Böceği’ni yeniden düşünmek

Yıpranmış ve hırpalanmış olanın peşinde

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 22:12:53