A password will be e-mailed to you.

Misafir, trajediden beslenen bir umut değil, umuttan beslenen bir trajedi yaratıyor.

Mehmet Eryılmaz’ın ikinci uzun metraj kurmaca filmi Misafir’i, Bağımsız Türkiye Sineması İzmir Buluşmaları’nın ilk haftasında seyrettim. Toronto ve Montreal’de gösterildikten sonra ilk gösterimi Adana’da yapılan film, ikinci gösterimini İzmir’de Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde yaptı.

“Kadın” dünyasına küçük bir çocuğun gözüyle bakış atacağını sandığım senaryosunun (İlk kareden itibaren bu hissi veriyor) ikinci çeyrekten itibaren zayıflaması ve çoğu zaman klişelerden kurtulamaması açıkçası “farklı” bir film izleyeceğim duygusunu biraz zedeledi. Ölüm, utanma, annelik, babalık, sevgi ve sevgisizlik konularını birbirine harika bir şekilde harmanlama şansı varken, uzun ve gereksiz olabileceğini düşündüğüm sahnelerle ve seyircinin beklediği o (küçük birkaç söz ile de olsa) büyük hesaplaşma olmadan finale doğru ilerledi.

Anne – kız ilişkisinin ana iskelet olarak alındığı yapıda, epizotların hikayeyi boğması, cevabını alamadığımız, aslında alsak bile hiçbir şey ifade etmeyecek olan küçük hayat kesitlerinin ana hikayeye zarar vermesi, sadece anne-kız-baba üçgeninde yoğunlaşılsa çok daha dramatik ve güçlü bir hikayenin yaratılabileceği duygusu filmden sonra yakamı bir türlü bırakmadı. Hikayenin en derin metni olan aile içi cinsel taciz mevzusunun daha suskun bir karakterle anlatılmasının denenmesi, daha sessiz ve daha durgun diyaloglarla, yaşanılan yere daha uygun bir dil ile (karakterler gereğinden fazla kibardı) seyirciye aktarılması pekala mümkün olabilirdi. Fakat yönetmen güzel oyuncu yönetimine ek olarak bu dil olayına pek de yakından bakamamış gibi görünüyor (Tamer Levent dışında!).

Küçük politik dikkat çekmeler (göndermeler demek istemiyorum çünkü Mehmet Eryılmaz filmde sonraki söyleşide ne kadar alçak gönüllü birisi olduğunu bir kez daha gösterdi), klişe solcu-madenci ikilisinin Yılmaz Güney ve Che resimleriyle desteklenmesi filmin omurgasını bana göre biraz daha zayıflatmış. Camii ve kilise simetrisinin de başta ve sonda olmak üzere filmde kendilerine sırtsırta yer bulmaları da yalnızca bir denge yaratılmak için kullanılmış. Ana karakterimiz Nur’un camiye diz üstü etekle cumaya gitmesinde bile gidişat bir kıpırdanış ve beklenti içersine giriyor fakat hikaye bu beklentiye bir şey sunamıyor.

Film müziği de kullanmamış yönetmen. Fakat bazı sahnelerde yer alan diegetic sesler Sema Moritz ve Erkan Oğur olsa dahi hikayeye bir taş daha koyamadıkları için önemlerini kaybediyorlar ve olmasa da olur bir hal alıyorlar.

Filmin en güzel yanı Cemil Kızıldağ’ın muhteşem çerçeveleri ve Tamer Levent-Ayten Uncuoğlu ikilisinin büyük performansları. Misafir, trajediden beslenen bir umut değil, umuttan beslenen bir trajedi yaratıyor. Ele aldığı konu ve evrensel bir hikaye anlatması açısından Misafir eşi benzeri görülmemiş bir sonuç koymuyor ortaya, fakat kadın seyircilerin daha çok beğeneceğini umuyorum ve tüm sinemaseverlere izlemelerini öneriyorum.

“Neden biz de herkes gibi olamadık”, diyen Nur’un cevabı sizde…

Daha fazla yazı yok
2024-05-14 22:31:48