A password will be e-mailed to you.

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, Alain Resnais Günleri düzenledi. Fırsat bu fırsat, ünlü yönetmeni sinema tarihinin en az incelenmiş grubu Rive Gauche Groupe’la anıyoruz. 

 

Rive Gauche Groupe,  Avrupa sinema tarihinde en çok göz ardı edilmiş, en az incelenmiş bir sinemacılar grubudur. Bunun yegane sebebi olarak Novelle Vague (Fransız Yeni Dalga) nın ilk ortaya çıktığı 1950’li yılların sonundan itibaren dünya çapındaki popülerliği gösterilebilir. Başta Alain Resnais olmak üzere grubun diğer önemli isimleri Agnés Varda, Chris Marker, Jacques Demy, Georges Franju, Henri Colpi ve William Kline’dır. Onların filmleri 1950 sonları ve 1960’ların başlarındaki ilk Yeni Dalga filmlerinden çok daha politik ve entelektüeldir. Yeni Dalga daha çok  endüstri klişeleri karşısında yer almış bir estetik anlayışla filmler üretirken Rive Gauche Grubu’nun filmleri içerik ve entelektüel açıdan çok daha iddialı yapımlardır. Özellikle edebiyat ile yakından ilgilidirler, Fransa’da dönemin Nouveau Roman (Yeni Roman) akımının başlıca yazarı Alain-Robbe Grillet birçok film senaryosu yazmıştır. Peki Rive Gauche adı nereden geliyor?
Rive Gauche (Sol Yaka) Paris’in içinden geçen Seine nehrinin sol yakasında kalan bölgedir. Buranın en popüler semtleri Montparnasse ve Quartier Latin yüzyıl boyunca Fransa’nın -ve bir bakıma dünyanın- entelektüeller ve sanatçılar merkezi olmuştur.  Picasso, Matisse, Rimbaud, Hemingway, Scott Fitzgerald gibi isimler bu bölgede yaşamışlar, savaş sonrasında Sartre’çı varoluşcuların merkezi olmuş ve Mayıs 1968’in en hararetli sokak çatışmalarıda bu bölgede yaşanmış.  Alain Resnais ve grubun diğer üyeleri bir tesadüf olarak o dönemde Paris’in bu bölgesinde yaşıyorlarmış ve onları Yeni Dalga’dan ayırmak için Rive Gauche Groupe adının ilk olarak Jean-Luc Godard tarafından telaffuz edildiği söylentisi vardır. Bu doğru olsa bile oldukça ironik bir yaklaşım.
 
Aslında bu adın nereden çıktığı hiç önemli değil. Esas olan neredeyse 50 yıldır bu grubun merkezinde yer alan Resnais, Marker ve Varda’nın devamlı olarak önemli filmler üretmiş olmalarıdır. Bugün 90 yaşında olan Resnais, son filmi Vous n’avez encore rien vu (Henüz Hiçbir Şey Görmediniz, 2012) ile hala kendinden söz ettirmekte. Yeni Dalga yönetmenlerinin hemen hepsi- Jean-Luc Godard, François Truffaut, Claude Chabrol, Eric Rohmer, Jacques Rivette- Cahiers du Cinema için film eleştirmeni olarak çalışmışlar ve daha sonra bireysel olarak filmler yapmaya başlamışlar. Rive Gauche yönetmenleri Cahiers meslekdaşlarından çok daha fazla birbirlerinin filmlerinde çalışmışlar. En çok bilinen Resnais ve Marker işbirliğidir. İlk olarak birlikte Les Statues meurent aussi (Heykeller de Ölür, 1950-3) filmini, daha sonra Resnais Varda’nın ilk uzun metraj filmi  La Pointe courte‘un (Kısa Uç,1954)  montajını yaptı. Varda ve Marker, Marker’ın Dimanche à Pékin (Pekin’de Pazar, 1956) da birlikte çalıştılar. 1967 de her üçü de kollektif bir film olan Loin du Vietnam (Vietnam’dan Uzakta) da yer aldılar. 
 
Bütün bunlara rağmen genelde Rive Gauche yönetmenlerinin aslında tutarlı bir grup oluşturduğu kabul edilmez. Kimi eleştirmenler ve sinema tarihçileri Rive Gauche grubunu, Yeni Dalga’nın daha siyasi ve avangard bir alt kanadı olarak görürler. Ne var ki yine aynı sinema tarihçileri Yeni Dalga’dan bahsederken, Resnais ve diğerlerini anmazlar.
 
Yeni Dalga hakkında bugüne kadar yazılmış en kapsamlı kitabında James Monaco (The French New Wave, 1976) sadece Godard, Truffaut, Chabrol, Rohmer ve Rivette’den söz eder. Resnais’yi, Cahiers’den bağımsız  paralel bir çizgide gördüğünü yazar. Özellikle 1958-62 yılları arasında üretilen Yeni Dalga ve Rive Gauche filmleri arasında önemli farklılıklar göze çarpar.
 
Fransız Yeni Dalga yönetmenleri filmlerinde Paris’in orta sınıf erkek karakterlerindeki endişe, korku, güvensizlik gibi kişisel meseleler üzerinde yoğunlaşarak, siyasi veya sosyal konulara fazla yer vermiyorlardı. Ayrıca Yeni Dalga kadın karakterlerin modern kapitalist toplumdaki imajını da değiştirmemiştir. Bu ilk dönem Godard filmlerinden yola çıkarak Cahiers du Cinema’nın karşıtı Positif yazarları Godard’ı bir “misogynist” (kadın düşmanı) olarak suçladılar.
 
Yeni Dalga yönetmenleri her şeyden önce birer sinefildiler. Kendilerini sadece sinemaya adamışlardı. Klasik sinemaya tamamen karşıydılar. Kendilerinden önceki  klasik sinema anlayışıyla “le cinéma de papa” (babamızın sineması) diye alay ediyorlardı. Ve onu yıkmak için tamamen estetik kurguya yöneldiler, sosyal konulardan uzaklaştılar. Rive Gauche yönetmenleri Cahiers sinefillerinden daha yaşlıydı, sinemayı her şeyin üzerinde değil, diğer bütün sanatların yanında görüyorlardı, özellikle de edebiyat. Sinemaya, filmle yazı yazmak diyorlardı. İşte burada bazı yazarlar sadece bu özellklerinden dolayı onların ayrı bir grup olarak görülebileceğinin altını çizerler. Chris Marker yönetmenlik yanında bir roman yazarıydı. Varda filmlerinde Alexandre  Astruc’un "caméra-stylo” (kamera kalem)  fikirlerinden yararlanarak kendi  “cinécriture” (sinematik yazı) tarzını geliştirmiş, Resnais ise ilk ve en önemli iki filminin senaryolarında dönemin en önemli yeni roman akımı öncüleri Marguerite Duras ve Alain Robbe-Grillet ile çalışmıştır. Bu filmlerin hepsinde fark edilen zaman-bellek-düşünce-eylem temaları arasındaki ilişkiler yönetmenlerin Brecht ve Yeni Roman’dan ne kadar etkilendiklerini gösterir.
 
Rive Gauche Grubu , Yeni Dalga’nın 1958 de ortaya çıkmasından daha önce film yapmaya başlamıştı. Resnais ve Marker birçok belgesel çekti. Varda doğrudan uzun metrajla işe başladı. Resnais IDHEC (Fransız Ulusal Sinema Okulu-bugünkü La FEMIS) de sinema eğitimi almıştı. Bir aktör, kamera operatörü ve 1948 yılında ilk profesyonel belgeselini yapmadan önce montajcı olarak çalıştı. Toplamda, Resnais, 1959 yılında ilk uzun metrajlı filmi, Hiroshima mon amour‘dan (Hiroşima Sevgilim) önce 26 kısa belgesel yapmıştı. Bunların arasında Nuit et brouillard (Gece ve Sis,1955) belgesellerinin en önemlisi olarak kabul edilir.
 
1958 ve 1962 yılları arasında, Alain Resnais son kısa belgeseli Le chant du Styrène (Stiren’in Şarkısı, 1958) ve ilk iki uzun metraj kurmaca filmi, Hiroshima mon amour ve L’Année dernière à Marienbad’ı (Geçen Yıl Marienbad’da,1961) yaptı. Birçok yönden, bu iki film Resnais’nin kariyerinin en güzel ve en önemli eserleridir. Hiroshima mon amour derin zaman ve bellek temaları ile Resnais’nin gelecekteki filmlerinin bir formunu oluşturur. Filmin senaryosu en önemli yeni roman yazarlarından Marguerite Duras’ya aittir. Duras da kendi yazdığı senaryolardan birçok film yapmıştır. Filmin iki oyuncusu Japon aktör Eiji Okada ve Fransız aktris Emmanuelle Riva‘dan filmde sadece “il” ve “elle” yani “o” olarak bahsedilir. Film bu isimsiz, evli iki insan arasındaki 24 saatlik bir ilişki üzerine kuruludur. Kadın bir sinema oyuncusudur, Hiroşimada “barış” temalı  bir filmde oynamaktadır. Filmde ikisinin nasıl tanıştığını ve bu geceden sonra ne olduğunu, nasıl ayrıldıklarını hiç bir zaman göremeyiz. Film bize sadece içinde bulunduğumuz anı gösterir. Bu ilişki esnasında kadın daha önce Fransa’da, II. Dünya savaşının işgal yıllarında Nevers’de bir Alman askeriyle yaşadığı başka bir ilişkiden bahseder. Flashback’ler halinde anlatılan bu hikayenin gerçekte yaşanmış olduğuna dair fazla bir ipucu bulamayız. Bu bir fantezi de olabilir. Bu ilişkinin fark edilmesinden sonra kasaba halkı tarafından aşağılanmasını, sevgilisi olan askerin vuruluşunu, ailesi tarafından uzun süre mahzende hapsedilmesini anlatır.
 
Bu iki hikaye içinde ayrıca karışık Hiroşima görüntüleri, bombalanan alanların aktüel çekimleri  ve buralardan toplanmış objelerin müzelerde sergilenen görüntüleri yer alır. En başta bu film Resnais’ye kısa bir belgesel olarak sipariş edilmişti, fakat Hiroşima’daki bu büyük felaketi ve acı çeken insanları gördükten sonra Resnais, açıkçası Hiroşima’da gerçekten ne olduğu hakkında bir belgesel film yapmanın mümkün olamayacağına inandı. Hiroshima mon amour alışılmış kalıplar içinde Hiroşima ile ilgili bir film değildir. Film genel anlamda evrensel bir acı çekme konusunu inceler. Her iki hikayeyi iç içe anlatarak geçmişteki acı anılar ile şimdiki zamanın acılarını biraraya getirir. Acı içindeki başka insanların karşısında insanın kendi geçmişindeki acılarını hatırlaması ve diğerlerinin acılarını daha derinden anlayabilmesi temasının altında ayrıca hatıraların süreksizliği veya unutulması gibi alt temalar da yer alır. Kadın bir yerde  kendini Hiroşima mağdurları gibi hissetmeye başlar, bunu saçlarını kestiği sahnede hissederiz, tıpkı bombanın radyasyonundan saçları dökülmüş Hiroşimalılar gibi. Filmin bir yerindeki sözler önemlidir, kadın sanki geçmişteki Alman sevgilisi ile konuşuyormuş gibi şimdiki zaman grameri ile "Ben bu yabancı ile bu akşam sana ihanet ettim… bak seni nasıl unutuyorum … bak seni nasıl unuttum" der. Nevers ile Hiroşima’yı biraraya getirerek seyircide ikisinin de unutulması gerektiği etkisini yaratır Resnais, gelecekteki yaşam mücadelesi için geçmişin unutulması gerekmektedir.
 
Hiroshima mon amour karışık ve derin fikirleri, temalarının yanı sıra klasik sinema anlatımından tamamen farklı ,oldukça modernist bir sinema estetiği sergiler. Flashback’ler, voice-over ses ile anlatım, şimdiki ile geçmişteki diyalogların içiçe geçmeleri, ses ve  görüntünün ilgisini bağlamada seyirciyi zorlar. Resnais seyirciyi daha entelektüel eleştirel bir konumda tutmak için film ile seyirci arasına mesafe koyar, seyirci filmin karakterleriyle kendisi arasında bir ilişki kuramaz, yabancılaşır. İsimsiz kahramanlar tam bir sanat sineması karakterleridir, Hiroşima açık uçlu bir film olarak son bulur.
 
Alain Resnais’in bir sonraki filmi  L’Année dernière à Marienbad entelektüel sinema seyircileri arasında çok daha fazla popüler oldu. 1960 yılların modern avangard kurmaca sineması örneği olarak bir model oluşturdu. Hiroşima’da olduğu gibi Marienbad’ın senaryosu da Fransanın en ünlü yeni roman yazarlarından biri olan Alain Robbe-Grillet  tarafından yazıldı. Alain Robbe-Grillet yazarlığının yanında film yönetmenliği de yaptı. 10 uzun metraj film yaptı, ilk filmi L’immortelle‘in (Ölümsüz) tamamını 1963 yılında İstanbul’da çekmişti.
 
L’Année dernière à Marienbad basit bir hikaye gibi görülse de anlaşılması oldukça zor bir filmdir. Barok bir Fransız şatosunda geçen olayda yine isimsiz bir adam  X (Giorgio Albertazzi), isimsiz bir kadını A (Delphine Seyrig)  bir önceki yıl Marienbad’da tanıştıklarına ikna etmektedir. Örtülü anlamda, X’in iddiasına göre onların Marienbad’da bir ilişkisi vardı ve birlikte olmak için tekrar bir araya geldiler. A bunu inkar eder ve bir başkası ile karıştırdığını söyler. X defalarca tekrarlar, A’nın geçen yıl kendisine verdiği bir fotoğrafı gösterir, kaldığı odayı ve giydiği giysileri tasvir eder. A inkar etmeye devam eder. Çevredeki diğer insanların arasında önemli bir üçüncü karakter daha vardır, M (Sacha Pitoëff)  M muhtemelen A’nın eşidir, A ve X’in konuşmalarını uzaktan izler ama aralarına girmez. Fakat filmin sonunda A’yı vurmaya çalışır. X bu sonu  “sana canlı sahip olmalıyım” diyerek reddeder. Neticede X ve A  şatodan beraber ayrılırlar. Robbe-Grillet’nin orijinal senaryosunda yer alan  X’in A’ya tecavüz ettiği  sahne Resnais tarafından senaryodan çıkarılmış. Seyircide böyle bir cinsel tacizin olduğu şüphesini uyandıracak başka sahneler de vardır filmde. Ayrıca A’nın devamlı olarak daha önce tanıştıklarını inkar etmesi de A’nın geçmişteki bir gerçeği bastırmaya çalışması yönünde seyircide şüphe uyandırır. Resnais filmde gerçekdışı ve imkansızlıklarla dolu bir atmosfer sunar.  Sacha Vierny’nin muhteşem siyah/beyaz görüntüleri içinde Resnais bize üzerinde düşüneceğimiz fazla bir hikaye sunmaz, karakterler seyirciyi  motive etmezler, fantastik bir ortamda tamamen duygusuzca bir oyun tahtasının taşları gibi hareket eder dururlar, mekansal süreklilik yoktur, voice-over ses belli ki X’in sesidir, başlar ve kesilir, her defasında değişik sonuçlara yönelir belli ki olayların gidişini kontrol altında tutmak istemektedir ve filmde hiç zaman belirtisi yoktur. Bütün bunların geçmişte-şimdi-gelecek bir zamanda mı olduğunu anlayamayız. Resnais’nin ipuçları ya yetersiz ya da çelişkilidir. Sebep-sonucun ayırt edilmesi imkansız, mekansal referans noktaları değişkendir. Film Hiroşimada olduğundan daha soğuk ve seyirciden mesafelidir, klasik sinema anlatımından tamamen uzaktır. 
 
Filmin sonunda kamera yavaşça yukarıya kalkar ve seyircide birçok soru işareti bırakarak film biter: Belki hiçbir şey böyle değildir; belki çift ayrılmış olabilir; belki bir sene sonra yine buluşacaklardır; belki bu sefer A hatırlayacak ve X unutmuş olacaktır; belki tekrar bir şatonun uzun koridorlarında, büyük aynaların ve heykellerin arasında ikisi de hiçbir şey hatırlamayacaklardır… belki ikisi de hiç varolmamışlardır.

Daha fazla yazı yok
2024-05-04 06:02:11