A password will be e-mailed to you.

Yazar Oktay Akbal’ın ölümünün ardından Ali Şimşek yazdı: "Önce Ekmekler Bozuldu… Bu kadar güzel mi anlatılır…. Karne, yokluk ve de umut. Ekmek… Tam da kalbinden yakalamıştı savaşı… Hep aynı ekmeği düşleyenler öldürüyordu birbirlerini."

1988’de tıfıl bir üniversite öğrencisiyken, Cağaloğlu yokuşundan ilk telifimi almıştım. Matbaa tıkırtısı, boya kokusu, hamallar ve kağıt balyaları arasından Molla Fenari sokağında adımlarken aklımda okuduğum yazarların Babıali imgeleri uçuşuyordu… Kitapçıya girmiş ve Oktay Akbal’ın “Önce Ekmekler Bozuldu” kitabını satın almıştım minnacık bütçemle. Cağaloğlu sadece basın, kitap ve yazar demek değildi; aynı zamanda mis kokan köftecilerdi benim için. Gülhane’ye inen yokuştaki tanıdığım salaş köfteciye oturmuş, Can Yayınları’nın efsane beyaz kapağını çevirmiş ve yazmıştım. Cağaloğlu’da kazandığım ilk parayla yiyeceğim bu köfteyi. Tarih: 28 Ekim 1988.

Bende Cağaloğlu, Ömer Faruk Toprak, Rıfat Ilgaz, İlhan Selçuk, Sabahattin Ali ve Oktay Akbal ile oluşmuştu zaten. Antep’in bir kasaba otelinde büyütülen oteller. Erken Zebercet. Otel katibi. 1940’ların paltoları, şapkaları, tramvaylar, Ara Güler’in fotoğraflarından sızan gri ışık, Eminönü, Şehzadebaşı, Süleymaniye, Florya ve Menekşe’ye uzanan mavi pırıltı, ahşap evlerin gıcırtısı hep onlardan sızmıştı taşralı hayalime. Balat’a yürüyen yoksul emekçiler, nasırlı elleriyle ağları avuçlayan Haliçli balıkçılar, yürüyünce Çarşamba’dan Aksaray’a çıkan binlerce hayaldi. Saik Faik’in Unkapanı’nı hemen geçip, İtfaiye’nin parkında cebinden çıkan simit susamı kokulu dertti biraz. Tütün ve simit…. O güzel ikili… Ve partisini arayan gençleri, Beyazıt’taki koşuşmaları, Sirkeci’de Sansaryan Han’ın şiddetini de verdiler bana. Hasan İzzetin Dinamo’nun o güzel deyimiyle Fedailer Mangası’ydılar… Ya da Barikat! Arif Damar’ın mahlasıyla barikat….

Oktay Akbal eski Fatih’in içinden geçip Pera’ya, Pasaja ulaşan kekremsi ve de umutlu hayalleri dikiyordu öğrenci düşlerime. Fatih-Harbiye gibi değildi ama… Bugün üstümüze boca edilen kültürel ikiliğin şiddeti hiç değil. Onda Fatih ile Harbiye bir dostluk ve Aydınlanma içinde kıpırdıyordu, Marmara’nın gümüş balıkları gibi… Ha Beyazıt Küllük’te İkinci Cihan Harbi’nin kaygıları, ha genç bir yazarın sabun kokan kolalı gömleği, ya da Pera’da bir Rum kızına duyulan utangaç aşk… Oktay Akbal’da bunlar hep kardeşçeydi.

Önce Ekmekler Bozuldu… Bu kadar güzel mi anlatılır…. Karne, yokluk ve de umut. Ekmek… Tam da kalbinden yakalamıştı savaşı… Hep aynı ekmeği düşleyenler öldürüyordu birbirlerini. Olan ilk ekmeğe oluyordu hep. Yenikapı’dan adalara süzülen meşin ağların yetemediği ekmek. Gaz lambasının lekelediği Karartma Geceleri…

Ekmek hep dert!

Haliçten yukarı Taşlıtarla’nın gecekondularına sinen sarı ışık gibi.

Hiç unutmuyorum. 1989’da Kadıköy’de bir imza gününde utangaçça yaklaşmıştım. Cağaloğlu’da aldığım kitabı uzatıp imzalatmıştım. Berlin Duvar’ı patlamış, ortalık şaşkındı… Tuhaf; uzun uzun konuşmuştu benle, şaşırmıştım… Çalıştığım taşra otelinden bahsettiğimi hatırlıyorum. Sonra… Sonra… Marmara’nın hafif kararmış mavisinden Akyaka’ya göçtü…. Mavi aynı hayal… Kireç beyazının zeytinlere uzandığı koy oldu…. Yazdı yazdı. Ama hep Şehzadebaşılı hayaller, Aydınlanma, güzel Pera, tramvayın Karaköy’deki isiyle…. Ve de tıkırtısyla yaşadı… Benim için öyleydi….

Bugün o hafif kararmış beyaz kaplı kitap yanımda yok… Ama biliyorum hep olacak! Cağaloğlu’nun ve de Laleli’den yola çıkan tramvayın tıkırtısı…. Laleli’den dünyaya giden tramvaydaydık hepimiz.

Hoşça kal usta…

Daha fazla yazı yok
2024-05-12 08:39:25