A password will be e-mailed to you.

Şenol Yorozlu ile söyleşimiz sırasında İsveç’te Kristina Mezei adlı Macar asıllı bir sanat tarihçisinin bir gazetenin kültür sayfasında Yorozlu için yazdığı bir yazıyı “Yadırganmayan Yabancı” cümlesiyle bitirdiğinden söz etti Şenol Yorozlu.

Sadece şiirsel değil, aynı zamanda bir önyargının, kabullenişin, bir kültürün diğerine bakış açısını gösterişinin kısa bir özeti bu iki kelime. Öte yandan yaşadığımız coğrafya için bile ne çok şey anlatıyor. İçeride olmak ve dışarıdan bakmak. Fazlasıyla yabancı, yaklaşılması güç, bir adım sonrası ise tanıdık.

İstanbul’da başlayıp Özdere’de bitirdik bu söyleşiyi. Her zaman olduğu gibi daha konuşacak çok şey vardı ama biliyoruz ki zaten her anlatı biraz yarımdır, her anlatı başka zihinlerde tamamlanmayı bekler.

 

Kağıt işler sergisinde yer alıyorsunuz şu sıra. Malzemeden başlayalım. Siz malzemeyi araştıran, dönüştüren sanatçılardansınız. Nedir malzemenin anlamı?

Ben çağdaş sanatçıyım. Zamanımın ve günümün bilincindeyim. Malzeme arayışları kübizm ile başladı.  dadadan itibaren sanat bir yıkıma uğradı ve yepyeni anlatım yolları çıktı. Bu büyük bir zenginlik. Bunu görmek gerek. Malzemenin farklı kullanımının Türk sanatına zenginlik getirdiğini düşünüyorum.

 

Malzeme başlı başına bir esin kaynağı mı, yoksa konuya göre mi seçiyorsunuz?

İkisi de oluyor. Ama çoğunlukla konuya göre malzemeyi seçiyorum. Yapacağım iş geleneksel pentür resmini gerektiriyorsa öyle yapıyorum ama başka bir konu seçtiğim zaman malzemeyle beraber yürümeye başlıyorum.

Örneğin 2010’dan beri sigara paketlerinden işler üretiyorum onları henüz sergilemedim. O paketlerin üzerinde içmek öldürür, yazıyor. Ben dinler de öldürür, diye bir cümle kurdum. O paketlerin arkasına da dinler de öldürür, yazdım. Burada sadece İslamiyeti değil, bütün inançları kastediyorum. Bu yüzden sigara paketlerini kullandım. Her gün sokağa çıkıp işliğime giderken caddelere, sokaklara, çöp kutularının yanına atılmış sigara paketlerinden belki 7-8 bin tane topladım. Bunlardan eser ürettim. Belli bir mesafeden baktığınız zaman Bizans mozaiklerini andırıyor eserler. Halbuki hepsi atık malzeme.

 

İşlerinizde çoğunlukla politik bir alt yapı var, ama ilk bakışta bu sezilmiyor. İzleyicinin daha dikkatli bakması ya da o yapıtları bir metin eşliğinde okuması gerekiyor. Elbette ki burada estetik kaygı ön planda. Öte yandan bu, aynı zamanda sizin mizahçı kimliğinizden gelen bir tavır da olabilir mi?

Ben profesyonel karikatür çiziminden geliyorum. Dünya çapında ödüllerim de var. Mizahı Türk resminde kullanan sanatçılardan biriyim. Benden önce Cihat Burak hem Osmanlı’yı hem Türkiye Cumhuriyeti’ni çok iyi harmanlayan mizahi çalışmalar ortaya koydu. Benim kökenim mizaha dayanıyor tabii ki. Batı resmi eğitimi aldım. Bununla birlikte hem Batı hem Doğu resmini, Uzak Doğu’yu avucumun içi gibi bilirim. Ve bizim gibi kibarca gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerde dolaylı anlatım yollarından biri mizahtır. Türk karikatürünün dünya karikatür sanatında önemli yeri vardır. Özellikle 50 kuşağı olarak da bilinen Turan Selçuklar, Ferruh Doğanlar, Semih Balcıoğulları hemen aklıma gelenler.

Türk resminde çok fazla denenmemiş bir şeyi denedim. Çalışmalarımı mizahla harmanladım. Neşet (Günal) Hoca sağ olsun çok iyi bir eğitmendi. Ben resmini çok sevmem ama gerçekten iyi bir eğitmendi. Resim yapmayı öğretirdi. Akademiye girdiğim yıl, Neşet Hoca’nın atölyesinde eğitim görmek isteyen otuz kişi vardı ve ben onlardan biriydim. Hoca, atölyeye sadece 10 kişi kabul edebileceğini söyledi ve bizden önceki çalışmalarımıza dair örnekler istedi. Kendisine 19 yaşında çizdiğim bir deseni götürdüm. O zaman bana benim sana öğreteceğim bir şey yok, demişti. Akademiye girdiğimde 23 yaşındaydım ve zaten karikatür camiasında tanınmış bir sanatçıydım. İtalya, İspanya, Belçika’da yapılan karikatür çalışmalarında ödüller almıştım. Dolayısıyla işlerim iki disiplinin sentezine dönüştü zamanla.

Biraz önce malzeme üzerine konuştuk. Tekrar oraya döneyim. Malzeme yine bununla ilgili bir şey. Bu ülke kendisini ifade edemiyor. Politika üzerinden bakarsak Türkiye’de şu an mevcut partiler de bu toplumu ifade edemiyor. Ben malzemeyle anlatım olanaklarını genişletmeye çalışıyorum. Evet, ilk bakışta eserlerin alt yapısı hemen anlaşılmıyor. Esere yaklaşmak için bakanın da biraz donanımlı olması lazım. Yaşadığımız zaman bilgi çağı. Her şey bilgi üstüne kurulu. O yüzen eserlerimi paylaşırken insanların biraz bunlar üzerine kafa yormasını istiyorum açıkçası.

 

Mizahtan ve karikatürden devam etmek istiyorum. Karikatür alanına yönelmek bilinçli bir tercih miydi yoksa bu yönelimde tesadüflerin etkisi oldu mu?

Ben ortaokuldan itibaren hem resme hem karikatüre ilgi duymaya başladım. Öncelikle annemin etkisi oldu. Bana resim yapmayı öğreten annemdi. Öğretmenlerim de desteklerdi. Babam Akbaba dergisi okurdu sürekli. O zaman birkaç yayın vardı, en bilineni de Akbaba’ydı. Orada karikatürlere bakardım. O zaman henüz 14-15 yaşlarındayım, elbette ki konuyla ilgili fazla bilgim yoktu. Ama derginin çizerlerini çok seviyordum. Orada Turhan Selçuk, Ferruh Doğan, Semih Balcıoğlu ile tanıştım. Sonrasında ahbaplığım da oldu onlarla. Aynı masalarda oturup içtik. Sohbet ettik. O kuşak öyleydi. Sen kimsin, demezlerdi. Kabul ederlerdi. Bu da bizim için ayrı bir eğitimdi tabii.

Sonra bu alana daha çok ilgi duydum ve çizmeye başladım. Onları taklit ederek başlamıştım ama sonra kendime ait bir anlatımım olması gerektiğini fark ettim. Tabii araştırma ve iletişim kaynakları çok sınırlı. Dergi, gazete bile sınırlı. Şimdi internete giriyorsunuz, yüzlerce görsel anında çıkıyor karşınıza.

18 yaşında İstanbul’a geldim, o zaman karikatürler çiziyordum ve ben bu işi kıvırırım, dedim. Elbette ki bir birikim gerekiyordu. Biraz önce konuştuğumuz gibi resimlere bakmak da bir bilgi işi. Nasıl bir bilgi ve birikim bu? Öncelikle hangi coğrafyada yaşıyorsunuz? Bu coğrafyada yaşayan insanların tarihi ve inançları ne olmuştur? Bunların sentezinde çok rahat resim de yaparsınız, karikatür de çizersiniz, fotoğraf da çekersiniz. Elbette ki bunun yanında okumak ve gelişmek de önemli.

 

“Çantamda her zaman bir kitap vardır”

Şenol Yorozlu, Who’s Caftan? (bulmaca kaftan), 2000, Kolaj Gazete

Sizin asla terk etmediğiniz bir alan sürekli okumak, izlemek ve dinlemek. Eserleriniz de bu tavra paralel ilerliyor. Diğer yandan bir seri üzerinde çalışıyorsunuz sonra hızla başka konuya, anlatım biçimine, malzemeye geçiyorsunuz.

Benim çantamda her zaman bir kitap vardır. Gazetelerden kestiğim küpürleri taşırım. Bunlar benim ifade alanımı çok zenginleştiriyor.

Ben bir yerde durmadım. Durmuyorum da. Fabrikasyon resim yapabilirdim ama yapmadım. Serilerimi de belli bir sayıda üretiyorum sonra bir daha yapmıyorum. O orada kalıyor. Eğer yaparsam tekrara düşüyormuşum gibi geliyor. Bu da beni rahatsız ediyor. Sürekli bir basamak daha nasıl çıkarımın, tekrara ve taklide düşmeden, coğrafyaya aidiyetini göstererek ama evrensel dili ve orijinalliği yakalayarak gelişmenin peşine düştüm. Çünkü bende çok fazla konu var.

Örneğin “İnsan Gözlü Çiftte VAV“ları ilk kez 2007 fuarda Tevfik İhtiyar’ın standında sergiledim.. Onunla ilgili Suat Hayri Küçük de güzel bir yazı yazmıştı. O seriden 16 tane yaptım. Bir daha da yapmadım. İşliğimde bir sürü birikmiş dosya var ele alacağım konularla ilgili. Hatta R. Hanım artık şu dosyaları ele al, diyor. Çünkü, bayatlamıyor bu konular. Gündemi çok sıcak takip ediyorum. O gündemi hemen kaydediyorum. Sonra başka bir şey oluyor başka bir konuya geçiyorum. O yüzden kaydettiklerimin büyük kısmı arşivimde duruyor yeniden ele alınmak için. Sanırım hep tetikteyim muhalif bir konsept nasıl yakalarım, diye…

 

Bu aralar ne üzerine kafa yoruyorsunuz?

Organik (çürüyen ) Heykel Önerisi” diye bir kolaj yaptım. Patates kullandım burada. Neden patates? Son dönemlerde fazlasıyla gündemde olduğu için. Halkın en çok tükettiği besin kaynağı olduğu için ve son dönemde organik kavramı fazlasıyla moda(!) olduğu için. Evet, sonuçta patates çürüyen bir şey, ama yine örtülü olacak. Belki sonradan fark edilir. Kaftan’larımın (“Who’s caftan?, 2000″) 19 yıl sonra yeniden Pilevneli’de sergilenmesi gibi.

 

“Yaptığım işi satmak gibi bir derdim yok”

Şeonl Yorozlu, MANTARLAŞMA, 2019, Renkli K.Kalem Desen

Her dem muhalif olmak zorlamıyor mu? Muhalif olmak bir oluş mu? Yoksa varış mı?

Baştan söyleyeyim, muhalifliğin herhangi bir zorluğu yok, kolaylığı var. Tabii aileden gelen süreç de önemli. Benim ailemde muhafazakâr yoktu. Hacı, hoca, asker, polis, militan yoktu.  Biz küçük burjuva kültürüyle büyüdük. Babam Türk Sanat Müziği ile ilgilenirdi. Annem keman çalardı. Benim ebeveynlerim dindar değillerdi. Yasakları yoktu. Büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atılmaz, sigara, alkol kullanmak kötüdür gibi söylemler olmadı, ama içmek istiyorsanız karar sizin demişlerdi. Onların bu tavrı benim üzerimde etkili oldu. İkiz kardeşlerim var. Aydın insanlar oldular.

Bir de kız kardeşim var. Onun yaşama bakış açısı bana daha yakındır. Muhalif bir tavrı vardır onun da. Sanatçı muhalif olmak zorundadır zaten. Picasso “Yeni bir şey yıkımla başlar”, der. Ben hep yıkıyorum, yeniden onun üzerine bir şey koyuyorum. Bu, bir süreç ve ben böyle olduğum için de mutluyum. Yaptığım işi satmak gibi bir derdim yok. Gerçek sanat yapmak için sanat yapıyorum. Ben danışmanlık yapmadım, akıl vermedim, ders vermedim. Bu yüzden bu süreç herhalde ben mortu çekene kadar devam edecek.

 

“Türkiye’den bir sanatçının böyle işler yapması onları şaşırttı”

Şenol Yorozlu, Organik ( çürüyen ) Heykel Önerisi, for YEROS CAPE (Trabzon ya da YOROS Kalesi (İstanbul), 2019, Fotokolaj

Zorlayıcı bir ülkede yaşıyoruz. Ve zaman zaman sanatçıların geri çekildiğine tanık oluyoruz. Gerçi bu, başka coğrafyalarda yaşayan sanatçılar için de geçerli. Belki bir dönem uzaklaşmak isteği, belki bir kırgınlık ya da arayış. Sizin de böyle bir döneminiz oldu.

Türkiye’de ilk bienale İlhan Koman ile davet edilmiştik. Orada yaptığım işler çok sevildi ve insanlar hep böyle resimler yap, demeye başladılar. Özal dönemi, Kenan Evren de vardı daha. Kutsal Aile oradan geliyor zaten. Ben de resim yapmayı bıraktım ve İsveç’e gittim. Ama sadece icraatı bıraktım. Okudum, kitaplığımı genişlettim. 1989’da Türkiye’de hazırladığım resimlerden İsveç, Vasteras KONSTMUSEUM’da çok ses getiren bir sergi yaptım. Türkiye’den gelen bir sanatçının böyle işler yapması onları şaşırttı. Bunu tahmin edememişlerdi. Kristina Mezei adlı Macar asıllı bir sanat tarihçisi tam sayfa bir yazı yazdı bir gazetenin kültür sayfasında. Benimle, Picasso, Velazquez, Goya, Tintoretto ile bağlar kuruyordu o yazıda. Ama en son cümlesini hiç unutmuyorum: “Yadırganmayan Yabancı”.

O dönemde 0 dönemde, Stockholm Modern Sanatlar Muzesi’nde, Rodchenko’nun da sergisi açılmıştı. Mayakovski’nin de fotoğraflarını çekmiştir Rodchenko. Çok iyi fotoğrafları vardır. Aynı zamanda grafik sanatçısı, aynı zamanda ressamdır. Üç tane resmi vardı o sergide yan yana: Kırmızı, mavi, sarı… Biliyorsunuz tüm renkler bu üç ana renge dayanır. Rodchenko bu üç rengi boyamıştı yekpare. Hiçbir plastik zorlama yok, bir beceri yok. Ve bu üç esere “Resmin Sonu” demiş. Bu, beni çok etkiledi o zaman. Tekrar resim yapmaya başladım 1993’te PG ART, galerisinin açılış sergisi teklifi aldım, o sıralar İstanbul’daydım.. Ondan sonra arkası çorap söküğü gibi geldi. “Kod Adı Yeşil”, “Kaftanlar”, “İnsan Gözlü Çifte Vavlar”, “Bayrakların Karanlık Yüzü”. Gerçi o son resimleri imha ettim. Arada yapıyorum böyle şeyler.

“Hayvansız yaşayan insanlara soru işareti ile bakıyorum”

Şenol Yorozlu, Asiwa ANTER, Ş.Y. Portresi, 2017

Özdere’de yaşıyorsunuz uzun süredir. Burada yaşamak size ne kattı?

Çok şey. Ayrıntılarla uğraşmıyorum burada. Kalabalık değil. Mesafeler kısa. Pahalı bir yer değil. Kendimi, aile kavramını daha iyi tanıma fırsatı buldum burada. İnsanların ne kadar puşt olduğunun sağlam ayırdına burada vardım. Hayvan sevgisini burada kazandım. Ben daha önce hiç hayvanla beraber yaşamamıştım. Şimdi, hayvansız yaşayan insanlara soru işareti ile bakıyorum. Eksiktir o insanlar diyorum. Kariyerimin en önemli işlerini de burada ürettim. Ve bu üretim daha da artacak.

Biz son zamanlarda piyasadan daha çok söz eder olduk. Siz takip ediyor musunuz o piyasa denen şeyi?

Hayır. Daha önce de söyledim. Ben bu işleri kendim için yapıyorum. Ondan sonra fiyatı elli kuruşmuş, bir liraymış, hiç beni ilgilendirmiyor. Ama şu var ki sanatseverlere de benim işlerimi müzayededen almamalarını tavsiye ediyorum. Birçok koleksiyonere benim resmimi toplayacaksanız gelip benden alın, diyorum. Bunun altını çizin lütfen müzayedelerden eser almasın alıcılar. Özellikle kendim üzerinden konuşuyorum. İzmir İstanbul arası bir saat gelip işliğimden alabilirler. Sonuçta atölyedeki fiyatlar da gayet makul. Onun dışında piyasa beni gerçekten ilgilendirmiyor.

Şenol Yorozlu, Beton Kafa, Betonlaşma (kırmızı), 2010-2014, beton rölyef-yağlı boya-siyah kadife

Son bir soru! Dünyanın fazlasıyla sorumlu, sorunlu şımarık çocukları mıdır sanatçılar?

Bu ülkede öyle algılanıyor. Daha da ötesi bu ülkenin geleneğinde muhaliflik şımarıklıktır ve sesi kesilir. Tarihi biliyorsunuz. Ama eğer öyle ise o kadar da şımarma hakkımız olsun. Evet, ben şımarık bir sanatçıyım.

 

İLGİLİ HABERLER

Utku Varlık: “Hayal kurmak beynin sanrı bahçesinde dolaşmak gibi”

Ufku açık tutmak: Harun Farocki

Daha fazla yazı yok
2024-05-02 15:10:38