A password will be e-mailed to you.

Bu yıl “Kadınların Sineması, Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması” diyen Filmmor Kadın Filmleri Festivali kadınların-direnişin sineması’nın önemli yönetmenlerinden Margarethe von Trotta’yı ağırladı. Yeni Alman Sineması’nın öncülerinden, tarihi kadın figürlere olan ilgisiyle tanınan yönetmen Margarethe von Trotta, beş filmlik toplu gösterimiyle Filmmor’un direniş temasını bizzat desteklemek üzere İstanbul’a geldi ve sanatatak.com’a özel bir röportaj verdi. Fotoğraflar: Barkın Bulutbeyaz

 

-Masterclass’da sordum. Tarihi bugün büyük harfle mi küçük harfle mi yazarsınız? diye. Biraz daha konuşabilir miyiz bu konuyu? Tarihe kalmayan güveninizi…

Konuşmada tarihe eskisi kadan güvenmediğimi söyledim. Tarihi büyük harfle yazan ben değilim kesinlikle. Rosa Luxemburg için öyleydi. O, tarihi bir insan gibi düşünüyordu. İnsanlığı çok iyi tanıyan onun adına ondan daha iyi karar verebilecek biri gibi… Ben öyle düşünmüyorum. Tarih bizden daha iyi bilmiyor. Almanya’da kendisinin ne kadar acımasız, zalim olabileceğini gördük üstelik…

 

-Pegida gösterileri bu anlamda sizi nasıl etkiledi?

Korkunç. Tabii ki çok kötü etkiledi. Eski zamanlara mı dönüyoruz, unutmak istediğimiz, geçti dediğimiz tarih tekrar mı hortluyor diye sormadan edemedim. Bu yabancı düşmanı, ırkçı insanlar nasıl birdenbire ortaya çıktı. Ama Pegida gösterileri sırasında Pegida karşıtı gösteriler de oldu. Ve bu anti Pegida gösterilerinde, Pegida gösterilerinden çok daha fazla insan vardı. Hala yeterli demokrasi var Almanya’da çok şükür…

 

-Nasıl bir 21. Yüzyıl öngörüyorsunuz? Dünyayı değiştirmek isteyenlerin yüzyılı olabilir mi bu yüzyıl başı? Aktivist olmak çünkü geçen yüzyıla göre daha kolay. Günde yüzlerce imza atabilirsiniz oturduğunuz yerden daha iyi bir dünya için?

Bu yüzyıl nereye gider bilemiyorum. Şu anda evet anında aktivist oluyorsunuz doğru. Fakat ayağa kalktığınız hızla yerinize oturuyorsunuz. 1960’larda biz isyan ederken isyan edene kadar kişisel bir gelişime sahip olduk. O öfkeyle kalkana kadar bireysel olarak geliştik. Ama bugünün isyanında böyle bir kişisel gelişim olduğunu düşünmüyorum.


-Almanya’nın başında Merkel gibi bir kadın var. Kadın bir politikacı….

Aman sakın onun hakkında film yapıp yapmayacağımı sormayın. Genellikle erkekler sorarlar bu soruyu.

 

-Asla onu değil de onu bir politikacı mı yoksa politik bir figur olarak mı görüyorsunuz, sorum buydu.

Aradaki farkla neyi kast ettiğinizi anlamıyorum. Tarihi bir figür olabilir mi? Bence olabilir artık üçüncü defadır Almanya’nın başbakanlığını yapıyor. İlk kadın başbakan üstelik.

 

-Sizce bu uzun süreç içinde kadın hareketine ilham verebildi mi?

Ben bir solcu olarak ilk başlarda ona karşıydım ama zaman ilerledikçe ona hayranlığım oluştu. Çünkü erkek politikacılar gibi sadece kendisiyle ilgilenmiyor. Evet, alçakgönüllü de değil. Gücünün, zekasının farkında. Diplomatik. Çok zeki bir kadın.

 

-Türkiye’de kadın politik figürler giderek erkeğe benziyorlar… Erkek gibi giyiniyorlar mesela…

Biz de Merkel’i hiç elbiseli görmedik. Sadece pantolon giyiyor. Bacaklarını görmedim. Belki çok çirkin ve onları saklıyor. Ya da dikkati oraya değil de söyleyeceklerine çekmek için pantolon giyiyor. Ama renkli ceketler giyiyor. 50 ceketi filan var ilginç renklerden.

 

-Masterclass’da en sevdiğiniz yönetmenler olarak Bergman ve Hitchcock’u saydınız. Bu ikilinin edebiyattaki karşılığını merak ettim.

Bergman bile çok sevdiğimden sadece bir tanesi. Sinemaya bakıyorum. Filmlere bakıyorum. Çok fazla sevdiğim var. Edebiyat da öyle… Ama ilk tutkuyla okuduklarım, Rus edebiyatı örnekleriydi. Annem Alman’dı ama Rusya’da doğmuştu. Rus dilini bilirdi ama bana öğretemedi. Savaşta doğmuşum. Ve Ruslar düşmanımızdı. Rusça konuşulamazdı. Sadece evde. Tehlikeliydi. Yani Dostoyevski. Sonra Çehov. Tolstoy sonra gelir.

 

-Güzel sanatlara ilginizi de soracağım…

Benim babam ressamdı. Dışavurumcu bir ressam değildi. İsterdim öyle olmasını. Annem de sanata ilgi duyardı. Benim de başta sanat tarihi ve edebiyata ilgim vardı sonra hepsini sinema için bıraktım. Genel olarak sanatsal ifadeye ilgi duyuyorum.

 

-Biliyorum yapmadığınız filmler hakkında konuşmuyorsunuz ama hiç yok mu filmini yapmak istediğiniz sanat tarihinden bir figür?

Bir sonraki filmimde var. 

 

-İçime doğdu resmen…

İki ressam hakkında… Kandinsky ve Gabriele Münter. Der Blaue Reiter-Mavi Süvari- hareketi ve ikisinin ilişkisi hakkında.

 

-Son olarak ben artık kadın sergilerine karşı oldum size itiraf etmek isterim. İzleyici ve bunu kullanmak isteyenler var çünkü…

Doğru. Kategorileştiriliyor ve kadın sergisi deniyor, ilginç değildir, deniyor. Kadın filmleri festivalleri için de öyle deniyor. Eskisi gibi kalabalık geçmiyorlar. 

 

-Belki bir erkek çocuk yetiştirdiğimden beyaz kadın hareketinin bugüne kadar çok fazla kendi üzerine yoğunlaştığını ama erkeklerin de tıpkı kadınlar gibi lego gibi yapıldığını fark ettim yakın zamanda…

Çok iyi anlıyorum seni. Benim de oğlum var. Artık büyüdü. Ama hiç unutmam altı yaşında. Ödevini yapıyor. Şöyle yazmış, baba araba kullanır, anne çamaşır yıkar. Baksana sen, ben de araba kullanıyorum. Her zaman çamaşır yıkamıyorum. Neden böyle yazıyorsun? Doğru söylüyorsun, dedi. Ama doğru bildiğini yazamayacak kadar, daha altı yaşında bile ideoloji tarafından beyni yıkanmıştı. Bu olay beni çok etkilemiştir.

 

“Maske takıp yapacağım söyleşileri artık”

 

-Facebook’tan hiç hoşlanmıyorum. Benim bütün filmlerimde Rosa Luxemburg’da, Hannah Arendt’te, Hildegard’da hepsinde bu karakterleri anlama kaynağım onların mektuplarıydı. Onların yazdığı mektuplar sayesinde onları anladım. Mektubu kime yazdığına göre değişen dil, senin katmanlı kişiliğini, karmaşık yapını ortaya serer. Ama Facebook’ta herkese aynı seviyede kendini gösteriyorsun. Herkesle aynı seviyede iletişim kuruyorsun. Nerede bireyselliğin? Oysa bazı arkadaşlar yakın bazı arkadaşlar uzaktır. Hepsiyle aynı seviyede konuşamazsın.

-Fotoğrafımı çekip anında FB, twitter, instagrama koyuyorlar. Çok sinir bozucu. Hiçbirinde yokum. Hiçbirinde olmak istemiyorum. Kimse sormuyor. Artık maskeyle söyleşi yapıp dolaşacağım.

-Bütün Kürtlerin, İran, Irak ve Suriye, kendi ülkelerinin olması gerekiyor. Diktatörler buna karşıydı uzun yıllar. Hala karşılar. Ama şimdi Kürtler, cesaretle İslamistlere karşı çıktıkları için gözlerinde önemli hale geldiler. Tarih çok sürpriz dolu. Şaşırtıcı.

-Genç sinemacılara tavsiyem: Kendiniz Olun!

-Bergman, bir gazeteye verdiği en sevdiği filmler listesine benim de bir filmimi koymuştu. Wim Wenders beni çok kıskandı.

-Gettolaşınca, ikinci sınıf film damgası yiyince “kadın filmi” kavramından döndük.

-Kadın hareketinin yıllardır değişmeyen tek ve bence önemli sloganı şudur: Her şeyin yüzde ellisini istiyoruz. Sermayenin en başta!

-Karışık ekiplerle çalışıyorum. Cinsiyete bakmıyorum.

-Hannah Arendt filmi için ilk gittiğim prodüktör Arendt’i tanımıyordu. İkincisi tanıyordu ve gençti ve kadındı. Bir kadın filmi oldu -gerçekten.

-Bergman’ın 7. Mührü çok etkilemiştir beni.

-İki çeşit film çekiyorum. Bir film yapıyorum tamamen dışarıya doğru. Bir ülkeye bakıyor mesela sonra başka bir film yapıyorum. Kendime bakıyorum.

Daha fazla yazı yok
2024-05-04 02:46:43