A password will be e-mailed to you.

Taşların Uğultusu: Oyuklar ve Höyükler Göbeklitepe’ye Bir Bakış

Sinem Dişli, Göbeklitepe gibi taşın hakim olduğu kadim bir yerle günümüz arasında zamansal, kültürel, tarihsel farkı veya benzerliği anlatabilmenin en iyi yolunun taştan geçtiğini bilerek ve onun üzerine eğilerek bakışı taşa yöneltiyor. Taşlar hiç olmadığı kadar konuşuyor bu sergide.

Yeryüzünün uçsuz bucaksızlığında, rüzgârın kır çiçeklerinde, bozkır otlarında bıraktığı hışırtıda, kurtların uzaktan uluması ve solumasında, baykuşun geceyi ısıtan sesinde bu taşlar nesi olur arkaik belleğimizin?

Bir fotoğraf. Bir taş. Orada. Kımıltısız. Sessiz. Öylece bütün ağırlığıyla yalnız başına duruyor. Gecenin ve zamanın sonsuzluğuna bırakmış gibi kendini. Bu karanlıkta, uzun ve uzak bir geçmişten bize görünüyor hatta sesleniyor. Ya da tam tersine karanlığa gömülüyor hissine kapılıyor insan. Görünmeyle, kaybolma hali arasında o belirsizlikte duruyor. Ama komşu bir taşla bu yalnızlık dağılıyor. Birbirlerine sırlarını söyler gibiler. Kendi sınırlarını, cürümlerini ve yerlerini bilen, bin yıllara dayanan bir komşuluk örneği içindeler. Başka fotoğraflarda gün ağardıkça taşların yalnızlığı büyüyor. Taşlar gittikçe çoğalıp, birbirleriyle fısıldaşıyor. O zaman soru şu: bu gecede, yeryüzünün uçsuz bucaksızlığında, rüzgârın kır çiçeklerinde, bozkır otlarında bıraktığı hışırtıda, kurtların uzaktan uluması ve solumasında, baykuşun geceyi ısıtan sesinde bu taşlar nesi olur arkaik belleğimizin?

Belli bir anın dondurulması, mühürlenmesi olan fotoğrafik imge şeylerin ontolojisi ve zaman arasında nasıl bir bağ kurar? Sürekli kendini şimdide var eden geçmişi ne kadar geçmişte ve ne kadar şimdide kılar? Bu kesişme veya kesişmeme halinden dolayı fotoğrafın bizi hangi zamana savuracağını bilemeyiz. Bildiğimiz tek şey var; zaman dokunur ve değer. Hem de hiç umulmadık bir şekilde. Nesnelerin kendi dünyasının yarattığı uğuldama, çınlama ve fısıldamayı duymaya çalıştığımızda, eninde şeyler bir yerden sökün eder. Bu karşılaşma anının yarattığı ürperme, heyecan, sevinç ve neşeyle dolup taşarız. Çünkü yaşam bizi şeylerle karşı karşıya getirir. Bu karşılaşma anından da çeşitli duygu durumları ortaya çıkar.

İnsanın taşı zamanın insafına bırakmadığını görüyoruz

Ama insan da dokunur. Hem de hiç olmadığı kadar. Şiddet uygular. Evcilleştirir. Forma sokar. Kendine benzetmeye çalışır. Temsiller üretir. Kazır, oyar, kırar ve döker. Şeyleri zamanın insafına bırakmaz. Fotoğraf sanatçısı Sinem Dişli‘nin Leica Galeri ve Ara Güler Müzesi‘nde “Oyuklar ve Höyükler Göbekli Tepe’ye Bir Bakış” adlı sergisindeki fotoğraflara baktığımda imlenen taşlarda hem zamana tanık oluyoruz hem de insanın taşı zamanın insafına bırakmadığını görüyoruz. Ama ne yapılırsa yapılsın ne türden forma sokma çabası içerisinde olunursa olunsun taşın ağır bir şey olduğu imgesinin hiçbir şey kaybetmediği de kendini açığa vuruyor. Bunu en çok Şanlıurfa yöresine ait taştan yapılan topaçlarla ilgili videoyu izlediğimde duyumsuyorum. Taş bilgeleri açık bir arazide taş arayışına çıkıyorlar. Topaç yapılacak taşı önce tartıyorlar sonra taşa kulaklarını verip dinliyorlar. En uygun taşı bulduklarında ise başlıyorlar hummalı bir çalışmaya. Günlerce süren meşakkatli çalışmadan sonra bir taş, oval bir şekilde terbiye ediliyor. Sinem Dişli, bu taşları göktaşı gibi düşürüyor sergi alanına. Ya da kendi başlarına birer gezegen gibi göründüklerini gösteriyor.

Günümüze gelmeden önce daha öncesine gidelim. Yaklaşık M.Ö. 10 binli yıllara. T biçimli taşlar arkeolojik varsayımlardan bir tanesine göre insanlığın bilinen ilk mabedi Göbeklitepe‘ye ait. Mezopotamya topraklarında Fırat ve Dicle Nehirleri arasında bu yerde zamanın belli bir döneminde insanlar taşları dikip, onlara şekil verip ve hayvan figürleri yaparak bu yeri inşa ettiler. Göbeklitepe dışarısıyla içerisi arasında kurulan ilişkinin neredeyse ilk tasavvur edildiği ve hatta bu ilişkinin yaşama geçirildiği yüzeylerden. Dışarısının dayattığı güvensizlik, sürekli bir şekilde tetikte olma haline karşılık; içerinin oluşturduğu düzen, güven ve sessizlik hali. Sonsuz dışarıya karşı küçük bir alanın sınırlanması, sınırın getirdiği bir tür güven duygusu. Yani kaosu düzene getirme çabası olarak yorumlayabiliriz.

Bakanı kadim yere mıhlıyor

Uzamsal anlamda doğal durumdan kopmanın, ayrılmanın, yeni başlangıçlar ın ve tohumların atıldığı bir yer. Hem de avcı-toplayıcı toplulukların büyük bir organizasyon, işçilik ve arzusunun ürünüdür. Buranın insanlık tarihi açısından önemi de yerleşik yaşamla ilişkilendirilen inanç, din ve tapınmanın daha eski çağlarda da olduğu bilgisinin bizlere sunmasıdır. İşte Sinem Dişli bakışını buralara kaydırıyor. Bu insanların bir araya gelip ilk taşı ve sonra diğer taşları dikme arzularını ve bu insanları buna itekleyen nedenlerin neler olabileceğine dair soruları da yanına alarak Göbeklitepe Kazı Alanı’nı ve taşlarını bakışa sunuyor.

Bakanı kadim yere mıhlıyor. Kimi yerde taşların güneş karşısındaki konumunun yarattığı gölgelerin kaydını tutuyor. Buradan hareket ederek mevsimlere göre taşın gölgesinin nasıl bir seyir aldığını hesaplıyor. Ya da taş pigmentlerinden elde ettiği baskılardan bir ayin yolu yapıyor. Oradaki dut ağacına kadar uzanıyor bu yol. Veyahut kazı çalışmaları boyunca kazı çalışanlarına eşlik eden perdelerin sararıp solmasını ekliyor. Geçmişle şimdi arasında zamansal bir bağ kuruyor.

Şüphesiz Göbeklitepe’nin kadim taşlarının gizemini çözmek için birçok varsayım üretiliyor. Bilinen bir gerçek var ki insan yapımı, emeği ve teknolojisiyle taşların oyuncağa, alete ve türlü işlevsel şekillere girdiğini biliyoruz. Sinem Dişli bu taşlar, güncelde de o coğrafya ait taş işçiliği, taş ocakları, taş atıkları, oyuklar, endüstriyel taş bıçakları ve topaçlar arasında zamansal bir sıçrama yaratıyor. Sanırım sergiyi oylumlu yapan kısımda burası. Çağlar içinde taşın serüvenine tanık oluyoruz. Taştan yapılan formlar değişse de taşa vurulduğunda taşın bıraktığı ses sanırım hiç değişmiyor. Sinem Dişli sergide bu sese bizi ortak ediyor. Tık, tık, tık sesleri. Birden dikili taşlardan elde oynanabilecek bir taşa doğru evrilen süreci bir arada görüyoruz. Sonra büyük kütlelerin devasa taş kesme makinalarında nasıl kesildiğine tanık oluyoruz.

Denebilir ki, taşlar ufalanıyor. Göbeklitepe’nin taşlara kazılan uğultusu peşimizi bırakmayacağa benziyor.

Sergi 15 Ocak 2020‘ye kadar Bomontiada‘da ziyarete açık olacak.

 

İLGİLİ HABERLER

Göbeklitepe’ye dair işler ve Ara Güler’in gözünden Göbeklitepe

Fotoğrafın küratörlüğünü yapmak…

Daha fazla yazı yok
2024-05-02 21:09:47