A password will be e-mailed to you.

Psikanaliz kendi ideolojisini dayatıp akışkan bir öznenin yeni bir tarzda politika üretmesini sınırlandırıp engeller. Fakat onlara göre, bilinçaltı baskı altında tutulmuş anılar ve fanteziler değildir. Onlara göre bilinçaltı, üretilmesi ve akışkan hale getirilmesi gereken bir madde, fethedilmesi gereken toplumsal ve politik bir alandır. Nicola Constantino da kendi akışkan benleriyle yeni bir yaşam biçimini mi fethediyor acaba?

Bir sanat eserinin içinde yer aldığı ya da anlatmaya ya da oluşturmaya çalıştığı felsefeyi anlamak sanatçının hayatından, eserleri oluştururken kullandığı malzemeye, eserde yarattığı biçimlere, eserlerinin fikirlerini oluşturma süreçlerine yönelik araştırmalar yapmak, bu bulguları sanatçının içinde yer aldığı kültüre, evrensel kültüre, sanat tarihine ve belki de felsefe tarihine dokunuşlar yaparak yorumlamak gerekir. Nicola Constantino’nun eserleri böyle bir soruşturmayı ve bunun sonucunda ortaya çıkabilecek soru ve cevapları hak ediyor.

 

Nicola Consatantino özgün üslubuyla hem sofistike hem de hemen herkese dokunabilecek sanat yapan bir sanatçı. Çocukluğunu ve ilk gençliğini hiç de ülkesinin sanat merkezi denilemeyecek bir yer olan Arjantin’in Rosario şehrinde biraz sanattan uzak geçiriyor. Fakat yine de dediğine göre o dönemki yaşayış tarzı tüm sanatında kullandığı malzemelerin ve tekniklerin en belirginlerini meydana getiriyor. Babası hekim Constantino’nun ve Consatantino babasının hekim-hanesine girip çıkabiliyor, böylece hem insan vücudunu – bir bedenin anatomisinden parça parça organlar ve kana kadar – hem de bir hekimin bu vücutla olan ilişkilerini keşfedebiliyor.  Annesi, kendi dikimhanesinde diktiği elbiseleri sattığı bir butik işletiyor. Bu deneyimler gerçekten de hem malzeme hem de teknik olarak Constantino’nun eserlerine yansıyor. Constantino’nun hayvan ceninleri figürleri ve insan derisinin birebir imitasyonu silikonlarla ürettiği elbise ve aksesuarlar bunun en büyük örnekleri. Ama Constantino’yu sanatıyla güçlü bir sanatçı kılan sadece kullandığı malzemelerin fiziki niteliği değil elbette, bu malzemelerle oluşturduğu konseptleri ve bu konseptlerle yaratabildiği sansasyonel etkiler onu güçlü bir sanatçı kılıyor.

 

Bu nedenle, Constantino’nun sanatının malzemelerinden önemlilerinden biri de belki de en önemlisi kendisi. Constantino performans sanatı yapmıyor ama en az bir performans sanatçısı kadar kendini bir anlamda sanatının nesnesi yapıyor. Hatta kendisinin sanatçı olarak kökeni heykel olsa da, sadece heykel, yerleştirme, resim, fotoğraf, video ya da performans yapmıyor ama bunların hemen tümünü bir arada yapıyor. After serisinde benliğine dokunmuş Francis Bacon’dan Metropolis’e, Da Vinci’nin Son Yemeğinden Velazquez’in Nedimelerine sanatçıları ve eserlerini kendini tablonun, resmin ya da heykelin başkarakteri yaparak yeniden üretiyor. Kendine göre etik bir öncelik, bir durum bu. Kendini sanat eserine dönüştürme ve bunları sergileme. Normlarla sınırlandırılmış durağan bir egonun aslında var olmadığını insanın her an karşılaşabileceği başka duygulanımlarla bambaşka kimliklere bürünebileceğini gösterir gibi. Constantino’nun bu yaklaşımın en belirgin olduğu eseri Bitmeyen Rapsodi adlı eseri galiba.

 

2013 Venedik Bienal’inde Nicola Constantino, Eva-Arjantin-Çağdaş bir Metafor [Bitmeyen Rapsodi] adıyla Arjantin’in ünlü siyasi figürü Eva Peron’un tek bir kimliğin ötesinde çok sayıda kimliğiyle kendi bedeninde temsillerini yarattı. Sadece kendi bedeninde değil, Peron’a en fazla yakıştırılan Eva fuerza yani güçlü Eva sıfatının temsilini camdan bir alanın içinde içi boş ve aşağıdan aşağıdan mekanik makineye bağlı olarak hareket eden bir elbise şeklinde yerleştirdi. Güçlü Eva figürü camla çerçevelenmiş alanda hareket ederken her defasında cama çarpıp durur ve yön değiştirmek zorunda kalır. Şunu diyor, burada galiba Constantino güçlü olmak mekaniği gerektirir fakat bu hayranlık uyandırabilecek bir mücadele dahi olsa tek bir kimliğin diyalektiğine sığdırılmış bir kimlik demirden de olsa camdan yargıların ve normların hapsindedir. Tam da bu nedenle Constantino kendi egosunu sanat eseri olarak temsil etmenin, gerçekleştirmenin ya da gerçekleştirebilmenin anlamını ve değerini ortaya koyar. Ben akışkanlaşıp sanatla bütünleşmesiyle özgürleşir.

 

Constantino böylece kendini sanat eseri olarak gerçekleştirebilecek ve sunabilecek sınırsız olasılıkların mümkün olduğu bir benler evreni yaratıyor. Velazquez’ten sonra Velazquez’le birlikte kendini bir sanat eseri olarak yaratabilen ben. Peki, gerçekten de Constantino’nun “ben” ile yaptıklarında kendini dayandırabileceği teorik bir arka planı var mıdır? Yani “ben” gerçekte nedir? Bu arka plan var gibi görünüyor. Klasik psikanalizde ben yani Yunancasıyla ego, libido yani hayat enerjisi ve süper-ego yani toplumsal normlar arasında sıkışmış bilinçaltı olarak resmedilir. Deleuze ve Guattari psikanalizin burada sorunlu olduğunu söylerler. Çünkü böyle bir psikanaliz insanı ideolojik olarak bir “düzene”, bir kontrol mekanizmasının içine sokar. Böylece, psikanaliz kendi ideolojisini dayatıp akışkan bir öznenin yeni bir tarzda politika üretmesini sınırlandırıp engeller. Fakat onlara göre, bilinçaltı baskı altında tutulmuş anılar ve fanteziler değildir. Onlara göre bilinçaltı, üretilmesi ve akışkan hale getirilmesi gereken bir madde, fethedilmesi gereken toplumsal ve politik bir alandır. Constantino da kendi akışkan benleriyle yeni bir yaşam biçimini mi fethediyor acaba? Bu sorunun yanıtını size bırakıyoruz.

 

Constantino için sanatıyla yaptıklarının kendisi için etik bir içeriğinin olduğunu iddia ettiğini söylemiştik. Bu etik duruş günümüzün normlarını yeniden sorgulama ve sorgulatma olarak ortaya çıkıyor. Yoksa Constantino neden hayvanlarla ilgili çalışmalarında her gün yediğimiz hayvanlarının ceninlerinin heykellerini tiksindirici olanın güzelliği olarak provokatif bir sunuşunu yapsın? Ya da neden insan bedeninin en provokatif bölgelerinden elbise ve aksesuarlar yapsın?

 

İki nedenden ötürü olabilir bu, birincisi kendinden çok etkilendiği açık bir şekilde belli olan Francis Bacon’nun da gösterdiği gibi, şiddet ve şiddet görüntüleriyle aşırı yüklü- ki bugün Bacon’un yaşadığı dönemden çok daha şiddet yüklü, en azından daha görünür- bir dünyada bir sanat eserinin ancak provokasyon ve belirsizlik araçlarını kullanarak güçlü duygulanımlarla sansasyonel etki yaratması gerektiğine inanıyor olmalı bizce. İkincisi ise, bu imgeleri sorunsallaştırıp sorgulatarak yeni bir var oluş tarzının mümkünlerini düşünmeye itmeye çalışıyor. “Sanatın ödevi eski hatları yok edip, toplum için yeni biçimler yeni nesneler yapmak olmalıdır ” diyen Constantino sanıyoruz en az Bacon kadar Joseph Beuys’ten de etkilenmiş olmalı. Beuys’un malzemeleri doğru kullandığında aslında herkes sanatçıdır felsefesi ve eser yaratırken birçok sanatı bir arada kullanabilme ve her şeyden sanat eseri yaratabilme yaklaşımları Nicola Constantino’yu etkilemiş olmalı bizce. Beuys, son yarım yüzyılın en politik sanatçılarından biriydi. Nicola Constantino da politik.

 

 

Peki, sanatla böylesine içleşip, sanatı böylesine “yüceltmek” hayatın kendisinin manalarından ya da “gerçeklerinden” bir şeyler eksiltebilir mi? Constantino bunu Trailer adlı sinematografik eserinde yaptığı kendisinin tıpatıp aynı heykelini yüksek merdivenlerden aşağı atıp parçalayarak “Hayır!” olarak cevaplıyor. Bunun nedenini ise, çocuğuna hamile olduğu dönemde hem fiziksel, hem de psikolojik kaygılar temelli bir korkuyla yaptığı kendi heykelinin kendi canlılığıyla kıyaslandığında bir hilkat garibesi olduğunu ve çocuğunun böyle bir canavarı görmesini istemediği için parçaladığını söyler. Zaten kendini bir bütün olarak düşünmesine de gerek yoktur. Parça parça bir Nicola, parçalar doğru yerlere yerleştirildiğinde daha güzel bir sanat eseridir. 

Daha fazla yazı yok
2024-05-03 15:35:09