A password will be e-mailed to you.

Mixer ArtLab programına davet edilen dokuzuncu sanatçı Zora Volantes, 1971 Berlin, Almanya doğumlu. Sanatçı, "Nachtweg" adlı performansı için ayak uçlarının bir kısmını fark edebileceğiniz simsiyah bir kiyafet ve makyaj ve başında taşıdığı siyah bir boru ile gece boyunca İstanbul’da yürüdü. Volantes, İstanbul sergisinin yanısıra Rebecca Horn ve Pistoletto’nun öğrencisi olmayı anlattı. 

Ayşegül Sönmez: Rebecca Horn ile yaptığım söyleşide ona da sormuştum. Bir de öğrendim ki sizin öğretmeninizmiş. Size de sorayım: Sanat öğrenilebilir mi?

Zora Volantes: Sanat, belirli deneyimler elde etmiş, uygulamaya geçmiş bir sanatçının genç insanlara örnek olması ve onlara ‘eşlik‘ etmesi ile öğrenilebilir olur. En mükemmelinde de, deneyimli sanatçı, genç sanatçıya ‘iç sesi‘ ile nasıl ilişkiye girdiğini gösterir.

 

-O söyleşimizde çağdaş sanatın giderek bir business’a dönüşmesini ve bunun genç sanatçıları nasıl etkilediğini de konuşmuştuk. Sizi nasıl etkiliyor bu durum? Şikayette bulunmak ister misiniz?

Z.V: Daha Katharina Sieverding’in yanında eğitim aldığım zamanlarda, bir grup çalışmasında Viyana’da bulunan Semper Depot için bir mekân enstalasyonu sunumu yapıyordum, sınıf arkadaşlarımdan birçoğu bana çok farklı çalıştığımı belirtmişlerdi. Bana çok net bir ifade ile: “Seni yalnızca sanat pazarına hazırlamak istiyoruz” denilmişti. O zamanlar, çok farklı süreçler lgimi çekiyordu, sanatın satılır olması ve sanatçıya özgün kılınması daha sonra geliyordu. Benim ilgimi çeken mekândı, mekân enstalasyonu ve mekânların yerleştirilmesi. Bu durum öylesine bir belirsizlik yarattı ki, Rebecca Horn yönünde karar değiştirdim. Mekan enstalasyonlarına yönelik aşkım, beni gittikçe finansal engellerle karşılaşmama sebep oldu çünkü bu sanat çok da kolay satılır değildi. Rebecca Horn beni seçtiğim bu yolda hep yüreklendirdi ve kendime sadık kalmamı öğütleyerek, uzun dönemde bu emeklerimin karşılık bulacağını belirterek rahatlattı.

 

-Onunla bu iç ses meselesini de ele almıştık. Sanatçıların önce başka sanatçıları taklit etmesini doğal buluyor. Sİz ne düşünüyorsunuz? Tamamen bireyselliğe, öznelliğe giden yol nereden geçiyor?

Z.V: Sonuçta genç sanatçı kendi tarzını derinliklerinde keşfediyor, kendi sezgileri üzerinde yoğunlaşarak yolunu buluyor. Ancak tarihde varlık gösteren sanatçıları incelemek ve üzerinde eğitim görmek tabi çok önemli. Bu eğitim sanatçıya ivmeler kazandırıyor, bu ivmeler içselliği doğrultusunda çalışmaya yön veriyor ve farklılık yaratmaya sebep oluyor. Zamanla kendi “el yazısı” hayat buluyor. Bazısında erken, diğerinde geç.


. -Pistoletto’ya da hayranımdır. Ounla da çalışma fırsatınız olmuş. Onu tanımayan birine onu nasıl anlatırdınız?

Z.V: Michelangelo Pistoletto büyük bir sanat girişiminde bulundu: o insanların kendi içsel dünyalarını yansıttı ve kendi benlikleri ile karşılaşmalarını sağladı. Bu muazzam adım içsel dünyanın ve dışsal mekânın genişlemesini sağladı.

 

-Peki Rebecca Horn’u?

Z.V: Rebecca Horn, birbirini iten ve çeken birçok katmanı bir arada işleyen bir sanatçı. Resim yapıyor, yazıyor, film çekiyor, enstalasyonlar ve kinetik objeler yaratıyor, performanslar sunuyor. Onun yaratıcı gücü için sınanmak veya seyahat etmek çok önemli, o izolasyon onun yaratıcılığını özgürleştiriyor, sanatı ruhunun derinliklerinden geliyor ve tüm katmanları içeriyor: Mekan, müzik, resim, heykel, fotoğraf, edebiyat, film ve performans, tüm yaşam süreçlerini içinde barındıran bir çok katmanlı sanatsal yapıtlar bütünlüğü.

 

-Geçtiğimiz hafta Berlin’deydim ve Stockhausen’ın Originale’inin 2015 versiyonunun prömiyerini izleme şansım oldu. Mükemmeldi. Sever misiniz onun işlerini? Fluxus sizi de etkilemiş midir?

Z.V: Karlheinz Stockhausen ile çok genç yaşta karşılaştırıldım. Babam, Edgar Wisniewski, Hans Scharoun’un ortağı, çok küçük yaştan itibaren bizleri çağdaş müzik ile tanıştırdı. Hem Stockhausen hem de babam için deneysel mekân temsilden çok daha büyük bir önem taşıyordu. Fluxus beni çok etkiledi. Joseph Beuys’a olan hayranlığım çok genç yaşta oluştu ve John Cage’in bana etkisi özgürleştiriciydi. Her ikisi de birbirine olan zıtlıklara rağmen iç dünyamda yeni mekânlar oluşmasına neden oldular. Beuys kendi başına Şamanist bakış açısı ve performansı ile genişlettiği sanat anlayışı ile. Cage de Zen’e olan yönelimi ve benlik üstü “boşluğa” yönelik arayışı ile.


-Peki ya İstanbul? Berlin’e benziyor mu? Serginize nasıl kaynaklık etti ya da etmekte kusur etti mi?

Z.V: 8 ay boyunca İstanbul’da tek başına olmak bir meydan okumaydı, ama tamamen tek başıma değildim, küçük oğlum (7 yaşında) yanımdaydı. Çocuğum ile yaşadığım güncel hayat, kente varışımı kolaylaştırdı. İstanbul bir Mega kent, Berlin buna karşılık küçük. Beni İstanbulluların fantezileri etkiliyor. Her yerde çok çabuk “kendi dünyaları” yaratılıyor. Berlin tarihi ile yoğrulmuş bir şehir – birleşme birçok yeni mekânın oluşmasına sebep oldu, bu tam anlamıyla deneyler için sayıca fazla mekan demektir. "RED LIGHT" adlı mekan enstalasyonu için anahtar Osmanlı dönemine ait üç kaftandı. Bu kaftanları ben “yeniden” yarattım ve üç kinetik obje yaratarak, kendi etrafında dönmelerini sağladım. Bir diğer çıkış noktası da "RED LIGHT" başlığı oluşturuyordu.

Kadının toplumdaki duruşunu sorguladım. Kadınlar maalesef halen eşit haklara sahip değiller. Büyük bir duvara, karoları andıran, içinde azaltılmış, tipik kadın bedenleri bulunan bir grafiti spreyleyerek resmettim. Bunun üzerine kırmızı boya ile çizimler yaptım, kan gibi yere akıttım. Duvardaki kırmızı, kendi etrafında dönen ve bir yüzünü kısmen kırmızı ile boyadığım sultan kaftanları ile iletişimdeler. Diğer tarafı gücün sembollerini temsil ediyor: bir aslan kafası, bir kurt kafası, bir kartal kafası ve bir de kafatası. Bu enstalasyon, (kırmızı kıyafet ve kırmızı makyaj ile) yeniden ve yeniden Boğaza atladığım bir performans filmi ile tamamlanıyor. Filmin adı "Red CIRCLE". Bunun dışında ayrıca birçok fotoğraf serginin tamamlanmasını sağlıyor.

 

-Berlin’de nerede yaşıyorsunuz?

Z.V: Birçok galeriye yakın olan Berlin merkezinde Acker Caddesinde yaşıyorum. Kısa süre önce açtığım ve kendi sanat eserlerimi sergilediğim bir bir showroom işletiyorum. Orada biz doğal olarak şehrin en ilginç sanatını sunuyoruz! Performanslar, enstalasyonlar ve sergiler – gece / gündüz. Eylül’den itibaren de Türk sanatçıların eserlerini sergilemeyi planlıyoruz! En sevdiğim bar ve en sevdiğim cafe de o caddede bulunuyor. Berlin’in en güzel caddese Ackerstrasse’dir. Bir dahaki seyahatinizde oraya gelin!

 

-Bir araç olarak ışıktan beklentiniz nedir?

Z.V: Sanatımda işlediğim başlıca konuların arasında ışığa olan arayışımdır. Zamanımızın ritmini belirleyen iki aşırı uç – gece ile gündüzün karşılığı – beni derinden etkiler. "Nachtweg" adlı performansımda ben örnek olarak ancak ayak uçlarımın bir kısmını fark edebileceğiniz simsiyah bir kiyafet ve makyaj ve başımda taşıdığım siyah bir boru ile gece boyunca İstanbul’da yürüdüm. Kıyafetim ve siyah başlığım ışığı yansıtan yıldızlarla bezenmişti ve o yıldızlar araba farları veya sokak lambaları ile karşılaştığında ışıldıyorlardı. RED LIGHT’da ise ben kırmızı işiğin gücü ve dinamiğininin arayışındayım. RED LIGHT !

 

http://mixerarts.com/zora-volantes

Zora Volantes Showroom

Ackerstrasse 19 10115 Berlin

www.zora-volantes.com

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 22:06:43