A password will be e-mailed to you.

Bitmek bilmeyen gecenin sonsuz karanlığına doğru

Doğukan Çiğdem, Avcılık Dönemi No:22, Çok Uzun Sürmüş Gece, 2018Doğukan Çiğdem, Avcılık Dönemi No:10, Çok Uzun Sürmüş Gece, 2018Doğukan Çiğdem, Avcılık Dönemi No:4, Çok Uzun Sürmüş Gece, 2018Doğukan Çiğdem, Avcılık Dönemi No:9, Çok Uzun Sürmüş Gece, 2018Doğukan Çiğdem, Avcılık Dönemi No:1, Çok Uzun Sürmüş Gece, 2018

…şimdiyi genişletmek için ilkellerin varoluşu, varoluş mekânları, uğultusu, soluğu, ürpertisi, sevinci ve coşkusu bir imkân olarak yeniden ve yeniden yaşama geçirme arzusunu güncelleyebilir miyiz? İlkelin ve yabanın olası rüzgârı bedenlerimizden bir türlü ayrılmak ve gitmek istemeyen odakları dağıtabilir mi? Mahmut Wenda Koyuncu küratörlüğünde gerçekleşen Doğukan Çiğdem’in solo sergisi “Çok Uzun Sürmüş Gece*” işte bu türden sorulara yanıt aradığı söylenebilir…

Kültürlenmiş, ehlileşmiş ve tahakküm altına alınmış bir beden ve tenle yol aldığımız yeryüzü serüveninde; iktidarların ele geçirdiği veya geçirmeye çalıştığı bir mekân olarak bedenimiz aynı zamanda direnişin mekânıdır da.  Bazen bir geminin gövdesini ve dalgaları yırttığı gibi biz de böyle bir cüreti gösteririz yaşam denilen kendi kuvvetini bünyesinde toplayan akışta. Ama bir taraftan da daraltan, sıkıştıran ve boğan bir “şimdi”nin içinden geçerek yol almaya (artık ne kadar yol alınabiliniyorsa) çalışıyoruz. Karşı karşıya olduğumuz, maruz bırakıldığımız, kopmaz bağlarla bağlanmaya çalıştırılan çeşitli ve çok yönlü gerçeklik dayatıyorlar her yerden. Nitekim her oluş için neredeyse olumsuz sonuçlanıyor kurguladıkları ve hayata geçirdikleri şeyler. Kendi kutuplarını tek gerçek belirleyenler başka kutupların veyahut varoluşların hakikatleri karşısında zamanı ve mekânı sonsuz bir şekilde kendi lehlerine kullanma oburluğu içindeler. Yeryüzüne sığma, orada soluk alma, varoluşu sonsuz bir şekilde geliştirme imkânı engelleniyor, zora sokuluyor ve hatta onun yaşam bulması törpüleniyor.

Denilebilir ki şimdi ve burada olmanın varoluşsal basıncına; iktidarlar ve kurumlar elbirliği ve kötülük dayanışması içinde kuvvet uyguluyorlar. Geçmişi kurtarma ve geleceği yaratma açısından “şimdinin genişletilmesi” ihtiyacı giderek önem kazanıyor. Gittikçe basıncın arttığı bu zaman aralığında bunu azaltmanın, kuvvetleri harekete geçirmenin yollarını nasıl arayabiliriz? Bu mümkün müdür? Yoksa her şey oluşların zararına gelişecek yönde mi ilerleyecek? Eğer öyleyse nasıl durdurabiliriz yaklaşmakta olan sonu? Bireysel ve kolektif hayatlarımızda tersten bir koşu arzusunu nasıl harekete geçirebiliriz?

Avangardlar “şimdiyi genişleterek” bir gelecek kurma gayreti, hevesi ve düşüncesindeydiler. Her anlamıyla daraltılmış ve havasız kalmış bir yüzyıla oksijen pompalamak ve onu alabildiğine genişletmek ve iktidarlar tarafından ele geçirilmiş bir yaşam karşısında yaşamı yeniden ele geçirmek istiyorlardı. Situasyonistler “yeni durumlar yaratmak” için kolları sıvamışlardı. Bu aynı zamanda yeni zamanlar ve mekânlar yaratmak demekti. Güncel sanat, çağdaş sanat veyahut postmodern sanat ise şimdiyi ele geçiren iktidara karşı kısa devreler yaparak, onun etkisini kesintiye uğratmaya çalışıyor.

Öte yanda şimdiyi genişletmek için ilkellerin varoluşu, varoluş mekânları, uğultusu, soluğu, ürpertisi, sevinci ve coşkusu bir imkân olarak yeniden ve yeniden yaşama geçirme arzusunu güncelleyebilir miyiz? İlkelin ve yabanın olası rüzgârı bedenlerimizden bir türlü ayrılmak ve gitmek istemeyen odakları dağıtabilir mi? 

Yeryüzünde neden sorunlu bir şekilde yol alıyoruz?

Mahmut Wenda Koyuncu küratörlüğünde gerçekleşen Doğukan Çiğdem’in solo sergisi “Çok Uzun Sürmüş Gece” işte bu türden sorulara yanıt aradığı söylenebilir. Kuzey Yarım Küre’de en uzun gecenin yaşandığı günde açılan sergi insanın bitmeyen gecesine benzetme yerindeyse teleskopla bir bakış atmaya çalışıyor. Gördüğümüz, görmeye çalıştığımız ya da göremediğimiz bizden binlerce ışık yılı ötede olan ve hızla uzaklaşan yıldızlar değil. En başından yeryüzünde bulunmamızdan veyahut atılmamızdan geçen süreye bakma çabası. Âdem’in yeryüzünde bulunma ve devam etme haline bir zoom diyebiliriz. Şair Azad Ziya Eren’in bir dizesiyle söylersek “Aydınlığın zail, karanlığın daim olduğu karada yaşama yazgısıyla” devam eden sürece ve dolayısıyla bir türlü şafağın sökmeme haline ve bunların olası nedenlerini masaya yatırma düşüncesi…

O halde kötü bir serüvenle karşı karşıya, göz göze getirme isteği hâkim. Bu seride bunu tam anlamıyla seçemiyoruz. Yavaş yavaş kararan havanın izleri var. Ve hiç bitmeyecek bir gecenin ayak izlerine doğru bir yönelim var. Doğukan Çiğdem bir resminde geceyle hemhal olmuş açık bir gökyüzü içinde bir kambur veya çıkıntı yaratması buna örnek teşkil ediyor. Daha sonları çeşitli formlara sokulmuş bedenin anaforuna dair okumanın kapılarını az da olsa açıyor. Yeryüzünde neden sorunlu bir şekilde yol aldığımızın kökenlerine inmeye çalışıyor. Çiğdem, seri boyunca bir arkeolog gibi hareket ederek şimdiyi anlamanın yolunun geçmişi bilmekten geçtiği düşüncesiyle eserler üretiyor. Katmanlar arasında dolaşıyor. Geçmişten günümüze doğru bir kazı çalışması yapıyor.

Onun için Çiğdem, İstanbul’daki Galeri Bu ve Ankara’daki Kova Art Space’te bir gün arayla açtığı “Âdem” serisinin ikinci sergisindeki işler, kendini yazının icat edilmediği yani prehistorik çağa fırlatıyor. Âdem’in yeryüzünde bulunma evrelerinden olan avcı ve toplayıcı yaşamı odağına alıyor. Bunu yaparken günümüzden uzaklaşan ve günümüze yaklaşan durumlar arasında bir gerilim yaratmaya çalışıyor. Günümüze sıçrama ve geçmişi olabildiğince şimdi adına aydınlatma endişesi taşıdığı gözleniyor.  Uzaklaşan durumlara baktığımızda kabaca eşitlikçi bir toplumsal yapıdan bin yıllardır uzaklaşmış olduğumuz gerçeği hemen kendini açığa vuruyor.

En önemlisi özel mülkiyetin olmaması… Üretimin olmadığı bununla beraber artı değerin olmadığı ilkel toplumlarda haliyle eşitsizliği yaratacak üretim tarzı da yoktu.  Bir diğer etken göçebelik hali… Bir başkası ise; cinsiyetler arasında hiyerarşik bir yapının hüküm sürmemesi… Günümüze doğru yaklaşan durumlar baktığımızda; yerleşiklik, özel mülkiyet, sınıflı toplum, giderek karmaşık hale gelen insanın insan ve doğa üzerinde her türlü egemenliğini sağlaması ve erilliğin neredeyse hayatın her alanında tahakkümü… Bu aradaki kapanmaz uçurum kuşkusuz Âdem’in yeryüzündeki varlığını olumsuz yönde etkileyen faktörler olarak ön plana çıkıyor.

Kendilerine sığamayan bedenler

Doğukan Çiğdem’in asri zamanların Âdem’inden uzaklaşanları görünür kılmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Bunu daha iyi anlayabilmek için öncelikle figürleri ele alış tarzına göz atmakta fayda var. Âdem figürü sanatçının ellerinde kendini şu şekilde ortaya koyuyor: Figürler boşlukta sanki bir galaksiden üstümüze sökün ediyormuş gibi. Bu da uzak bir geçmişle kurulabilecek bir bağ hissi uyandırıyor. Belli bir boşlukta ve merkezde olmayan figürler tam da göçebe toplulukların belli bir yeri yurdu olmama durumunu gözler önüne koyuyor. 

Dışavurumcu ve sert konturlarla bezediği figürler grotesk halde. Henüz mülkiyete dayalı bir süreç başlamadığı için biçimsiz bir görünüşleri var. Doğanın yarattığı formların yansıması bedenlerde yankılanmış. Bilindiği gibi evcilleşme ve uygarlaşmayla beraber forma girme ve sokulma dönemi başladı. Öte yanda bu bedenler anlam veremedikleri ve ifade edemedikleri şeyleri saf bir şekilde duyumsadıkları için biraz da kendilerinden taştıkları, kendilerine sığamadıkları izlenimi hâkim. Biraz da diğer oluşlarla kurdukları veya kurmaya çalıştıkları kuvvetli bir bağın yansımaları figürlerde kendini gösteriyor. Sevinç ve coşku gibi duygu durumlar figürlerde kendini açığa vuruyor. Kontular kimi figürlerde iyiden iyiye keskin bir şekilde kendini belli ediyor. Bu da bir anlamda yavaş yavaş doğadan kopma ve belli bir hiyerarşinin başladığı ipucunu veriyor. Bütün bunları yaşarken Âdem için yavaş yavaş gün kararıyor. Tarihsel süreçte yaşanan gelişmeler bitmek bilmeyen gecenin karanlığına doğru ilerlemesine neden oluyor.  Asri zamanlarda yaşam bulmuş birer beden olarak bu gecede yaşananları neredeyse iliklerimize kadar biliyoruz.

En nihayetinde Doğukan Çiğdem’in eserleri şimdiyi anlamlandırma adına geçmişi aydınlatabiliyor. Figürler, imgeler, yaratılan atmosfer, uzanan zaman aralığı ve oradan taşırılanlar açısından şimdide bir alan açmaya çalışıyor. İlkelin uğultusunu ve soluğunu az da olsa günümüze taşıyabildiği söylenebilir.

*Doğukan Çiğdem’in “Çok Uzun Sürmüş Gece” adlı sergisi 21 Aralık – 8 Ocak tarihleri arasında Galeri Bu ve Ankara Kova Art Space’te gerçekleşti.

 

İLGİLİ HABERLER

Âdem Olan Praksis’tir!

Uzak yakın çekimlerde tenhalık giderek büyüyor

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 01:38:00