A password will be e-mailed to you.

Harry Potter efsanesinin merkezinde yer aldığı yılların ardından nihayet rüştünü gerçek anlamda ispat eden Daniel Radcliffe’in sürüklediği Köstebek (Imperium) haftanın öne çıkan filmlerinden.

 

Irkçılığın, ötekine karşı duyulan nefretin ve kendinden olmayana yöneltilen sınırsız şiddetin hiç hız kesmediği bir dünyada barış, adalet, hukuk gibi kavramlar her ne kadar gitgide uzaklaşsa da önemini daha da fazla koruyor. Ayrışmanın keskin bir şekilde yaşandığı memleketimizde bunu hissetmemek mümkün değil elbette. Yine de birlikte yaşamayı öğrenmek yerine, birbirini yok etmeye güdümlü bir topluma dair hikayeleri kendi sinemamızdan ziyade Hollywood’dan izliyor olmamız üzerinde derin derin düşünmemiz gereken bir başka konu olsa gerek. Haksızlık etmeyeyim, böyle filmler bizde hiç çekilmiyor demiyorum ama ne kadar çekilse azdır, hele ki anlatacak nice öykülerin olduğu bu coğrafyada…

Çok fazla saha tecrübesi olmayan FBI ajanı Nate Foster (Daniel Radcliffe) içine kapanık, yalnız yaşayan ve kariyerinde bulunduğu noktadan mutlu olmayam bir adamdır. yeterince faydalı olmadığını düşünmekte, daha fazlasını yapabileceğine inanmakta ama fırsat bulamamaktadır. Aradığı fırsat kıdemli ajan Angela Zamparo tarafından önüne getirilir. Nate gizli görevle aşırı sağcı Neo-Nazi bir grubun içine sızacak ve muhtemele terör planlarını ifşa edecektir. Önce biraz tedirgin olsa da aralarına girer ve ABD’deki en popüler yerel radyo sunucularından biri olan Dallas Wolf’u tuzağa düşürmek için çalışmalara başlar. Ne var ki işler sandığı gibi gitmeyecektir.

Köstebek (Imperium) Adolf Hitler’den bir alıntıyla başlıyor: “Sözcükler keşfedilememiş bölgelere köprüler kurar.” Köprü burada ABD’ye kadar uzanmış görünüyor ve anlıyoruz ki Neo-Nazi tehdidi en az El Kaide ya da IŞİD kadar ciddiye alınması gereken bir şey. Ya da, öyle mi? Tabii ki asıl mesele ırkçılık ve Dallas Wolf’un radyo yayınlarında sık sık propagandasını yaptığı ırk savaşları. Yahudi düşmanlığı, siyahi nefreti, eşcinsel karşıtlığı falan derken her türlü ayrıştırmanın hâlâ güçlü bir şekilde yaşandığı bir ülke ABD. Filmdeki gruplar da bu nefret politikasının nasıl yayıldığını görmek açısından önemli aslında. Ama yine de Imperium bu kabaca ırkçılık diye kategorize edeceğimiz mesele üzerinden izleyiciyle bağ kuran bir film değil. Daha doğrusu en güçlü bağını oradan kurmuyor diyelim, işin bir de daha gerilimli polisiye yanı var ki, gizli FBI ajanı Nate üzerinden ilerliyor ve akla Donnie Brasco ve türevi filmleri getiriyor.

Kimlik değiştiren karakterin (saçını kazıyan, gözlüğünü atan, evini yeniden dekore eden ve dersini çalışıp Nazi ideolojisini benimseyen bir Nate Foster/Daniel Radcliffe var karşımızda) kendini gruba ispat edebilmesi, onlarla aynı dili konuşabilmesi ve asıl kimliğinin açığa çıkıp çıkmaması gibi gerilim unsurları bir yanda, aşırı sağcı grubun eline geçirdiği anlaşılan bir hayli tehlikeli kimyasal maddeleri (filmin Hitchcockyen MacGuffin’i desek yanılmış olmayız) nasıl ve ne zaman kullanacağına dair gerilimi diğer yanda, Imperium’u bir hayli sürükleyici bir filme dönüştürüyor.

SPOILER

Zira filmdeki bir keskin viraja da az da olsa değinmek gerek: Tüm bu gerilimli sürecin bir yerinde Nate nihayet Dallas ile konuşup ona olası bir eylem için para desteği yapacak birisini bulduğunu söylediğinde ve kucağına nakit 7500 doları attığında yaşlı radyocunun sadece daha geniş bir yayın olanağı için bu parayı kullanacağını anlar. Hiç de sandıkları gibi azılı bir terörist yoktur karşılarında. Adam aslında her şeyi biraz daha fazla para kazanmak için yapmaktadır ve hatta bir sonraki sahnede FBI’a gidip durumu rapor edecektir.

SPOILER

Doğrusu filmin finali bu olmalı ve Nate’in yaşadığı hayal kırıklığı onu başka bir adama dönüştürebilmeliydi. Filmin başında yasalara ve hukuka saygılı bir ajan olarak tanıdığımız Nate’in bu saflığından sıyrılıp insanları suça teşvik eden, onlara tuzak kuran bir kaşar ajana dönüştüğünü anlaması bile herkes için çok daha tatmin edici olabilirdi. Ama maalesef yönetmen Daniel Ragussis bununla yetinmemiş ve karakter dönüşümünü elinin tersiyle itip bir çuval inciri neredeyse berbat edecek bir terör kurgusuna girişmiş. Nate’in yaşadığı büyük hayal kırıklığının ardından film bir 20 dakika kadara daha devam ediyor ve aşırı sağcı bir diğer grubun gerçek bir saldırı planının ifşa edildiği bir baskınla sona eriyor. Sen sağ ben selamet.

ABD’deki ırkçılığın ele alındığı iki ayrı film geliyor akıllara: American History X ve The Believer. Köstebek her iki filmden de izler taşıyor kanımızca. American History X’te de KuKluxKlan artığı bir neo nazi grup sözkonusuydu ve burada işlediği bir cinayet sonucu hapse düşen bir gencin (Edward Norton) dönüşümünü izliyorduk. Başrolünü Ryan Gosling’in (en iyi performanslarından biridir hala) oynadığı The Believer’da ise Neo-Nazi’ye dönüşen bir Yahudi gencinin başından geçenleri izliyor ve tıpkı Imperium’daki gibi entelektüel bir çiftin onun üzerindeki etkisini görüyorduk. Her iki film de ırkçılık meselesi söz konusu olduğunda Imperium’dan daha etkiliydi ama işin gerilim yönünü esas alırsak önümüzde daha sağlam bir kurgu duruyor şüphesiz. Tabii Harry Potter pelerininden hala tam kurtulamamış bir Daniel Radcliffe’in tüm filmi şaşırtıcı bir biçimde başarıyla sırtlamasının da bunda payı büyük.

Bu film Radcliffe’in nihayet başka karakterlerde de inandırıcı olabileceğini kanıtladığı film olabilir diye düşünüyoruz. Ona eşlik eden Toni Colette’in ise perdedeki sınırlı vaktine rağmen sağlam bir iş çıkardığını, Dallas Wolf rolünde de Tracy Letts’in etkileyici bir kompozisyon çizdiğini ekleyelim. Brahms seven, rafine zevklerin adamı Neo-Nazi kanaat önderi Gerry Conway rolünde Sam Tremmel de iyi bir iş çıkarıyor ama şu klasik müzik aşığı kötü adam tiplemeleri de biraz gına getirdi, söylemeden edemeyeceğim. Tabii FBI ajanıyla Neo-Nazi önderinin gerçek ortak zevklerinin Brahms olması da ayrıca tuhaf ve inandırıcılıktan uzak bir durum gibi geliyor bize, o da ayrı. İki koca adam MTV’de bir Taylor Swift şarkısını hayran hayran izlese ve üzerine saçma sapan yorumlar yapsa çok daha fazla ipucu toplamaz mıydık onlara dair, ne dersiniz?

Sonuç olarak, bir iki itiraz dışında, Köstebek (en büyük itiraz da bu kullanıla kullanıla anlamını yitiren isme olsun, bu kaçıncı Köstebek izlediğimiz?) gerilimi yerinde, oyunculukları sağlam ve gerçek olaylardan hareketle yazılmış senaryosuyla izleyiciyi sıkmayan, kafasını da az çok zorlamayı bilen bir film. Yeni sezon ve festival bombardımanı başlamadan izlemekte yarar var. 

 

İLGİLİ HABERLER

Evde film festivali yapmak için 7 film!

Benlik ve kimlik üzerine 9 önemli film

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 10:00:20