A password will be e-mailed to you.

…Selanik’te gösterilen filmler arasından iki anti-konvansiyonel filmin sıyrılması çok hoş bir sürpriz oldu: Common Birds ve Krabi, 2562…

“Avangard terimini, yenilikçi bir görüntü ve ses anlayışı getirerek, sıkı sıkıya benimsenmiş görsel ve işitsel gerçeklik içinde yeni duygusal tepkiler aramak uğruna kalıplaşmış geleneklerden kopan her film için kullanabiliriz. Avangard film, kitlenin sıradan zevkine çekici gelmez. Aynı anda hem aşırı bencil hem aşırı diğerkamdır. Bencildir çünkü saf bir düşüncenin kişisel manifestosudur; diğerkamdır, çünkü ilerleme dışında bütün kaygılardan arınmıştır. Samimi bir avangard film, bazen aşılmaz bir yüzeyin ardında, geleceğin sinematik formuna doğru ilerleme kapasitesine sahip buluşların tohumlarını barındırma temel niteliğine sahiptir. Avangard hem bugünün eleştirisinden hem geleceğin öngörüsünden doğar.”

Germaine Dulac’ın tarif ve icra ettiği avangard sinema ile öncülerinden olduğu sürrealist akım, bunca yıl sonra bile günümüzün ana akım sinemasına göre fersah fersah ileride ve halen daha ilerici bir niteliğe sahip. Buna rağmen birçok ilginç ve yetkin iş üretiliyor. Selanik Film Festivali’ni üç yıldır yöneten ekip, anti-konvansiyonel diye tanımlamayı tercih ettiğim, ana akım dışında kalan üretimlere olabildiğince fazla yer vermeyi hedefliyor. Hem özel bölümlerde hem program genelinde festivaller dışında ticari sinemanın vasatlığına teslim olan izleyicilere farklı ve ayrıksı işler ulaştırmaya gayret ediyor. Yoksa, günümüz sinemasında net olarak avangard diye tanımlayabileceğimiz çalışmaların sayısı iki elin parmaklarını geçmez… Arthouse sinemalara dağıtılmak şöyle dursun spesiyalist film festivalleri, çağdaş sanat etkinlikleri ve bazı müze sinemaları dışına bile zor çıkıyorlar.

Anti-konvansiyonel filmlerin çoğu ‘yenilikçi’ değil

Anti-konvansiyonel filmlerin çoğu ‘yenilikçi’ değil, ‘eski avangardlar’ın izinden giderek kendi dillerini ya da projelerine uygun anlatım biçimini bulmaya çalışan sinemacıların çalışmaları… Elbette hiçbir sinemacıyı katiyen kategorize etmiyoruz. Normlara uymamaları, ticari açıdan risk almaları, arayış içinde olmaları onları değerli kılan. Teknoloji ilerledikçe deneysel işlerin sayısı artıyor, ama çoğu bir biçem ya da bir akım oluşturamıyor. Deneysel, zaten doğası itibariyle devamı getirilecek, bir sinemacı için kanon oluşturacak bir ‘dil’ değil, adı üstüne bir araştırmanın sonucu. Bu nedenle Selanik’te gösterilen filmler arasından iki anti-konvansiyonel filmin sıyrılması çok hoş bir sürpriz oldu:

2009’da “Facs for Life”, 2013’te“In Search of UIQ” ve 2015’te “Disappear One” adlı belgeselleri birlikte yapan, Paris ve Palermo arasında yaşayan Silvia Maglioni ve Graeme Thomson’ın imzasını taşıyan “Common Birds”, iki bölümden oluşan, politik arkaplanı ve esin kaynakları güçlü bir metinler arası çalışma. Aristofanes’in Kuşlar’ı, Platon’un öğretileri, J.G. Ballard’ın öyküleri ve Kafka’dan bir esinlenme ve izledikçe başka izler de bulunabilecek zengin bir metne sahip. Yunanistan’dan Kanarya Adaları’na uzanan filmin görsel tarzı da benzersiz. İkisinin de filmografisinde birçok kısa film ve belgesel bulunan deneyimli yönetmenler Anocha Suwichakornpong ve Ben Rivers’ın imzasını taşıyan “Krabi, 2562” ise, Tayland’da filme adını veren tatil beldesinde düzenlenen bienal için üretilmiş, farklı katmanları bulunan, kurmaca ile belgesel arasında gidip gelen tamamen kendine özgü bir film.

Bir ütopyanın peşinde

Common Birds” Yunanistan’ın bugününde ve geçmişinde yaşanan iki önemli toplumsal çalkantı arasında paralellik kuruyor. Yunanistan zamanımızın iki büyük krizinden birden olumsuz etkilendi. Batı ülkelerinden, özellikle ABD bankalarından kaynaklanan ekonomik kriz Yunanistan’ı yoksullaştırdı, yolsuzlukların önlememesi, sürekli yardım alıp dış borçlarını ödeyememesi AB ile ilişkilerini de zora soktu. Arnavutluk’tan zaten bir milyon göç alan Yunanistan, Asya ve Afrika’dan Türkiye’ye gelip Avrupa’ya ulaşmaya çalışan sığınmacıların ilk durağı oldu. Yalnızca Ege adalarındaki kamplarda değil Atina sokak ve meydanlarında da yüzlerce sığınmacı yaşıyor…

Gözlemsel belgeselvari bir niteliğe sahip ilk bölümünde Common Birds, borçlarını ödememeye karar veren iki Atinalının şehrin dışına doğru yaptığı yolculukta mitingler ve duvarları kaplayan grafitilerle (aralarında bir Berkin Elvan resmi de seçiliyor) dışavurulan protestolardan, sığınmacıların yaşam alanlarından, yoksulluk manzaralarından kesitler sunuyor.

Neden distopya yazıyorlar birer ütopya önermek yerine?

M.Ö. 400 civarında Atina demokrasisi de savaşlar ve baskıcı yöneticiler nedeniyle sekteye uğramıştı. Aristofanes’in Kuşlar’ının ilk kez M.Ö. 414’te sahnelenmiş, Platon’un Devlet’inin 380 civarında yazılmış olmasının temel nedenlerinden biri bu. Ozanlar da filozoflar da içinde bulundukları siyasi durumdan memnun olmadıkları için ütopyalar üretiyordu! (Burada bir parantez açma ihtiyacını duyuyorum, bugünün sanatçı ve düşünürleri neden distopya yazıyorlar birer ütopya önermek yerine? İnsanları uyarma amacını takdir ediyorum, ama daha da karanlık bir dünya mümkün demek, din simsarlarının insanları günah işlemesinler diye korkunç cehennem tasvirleriyle korkutmasına benziyor…)

Maglioni ve Thomson, Kuşlar’daki Pisthetaerus ve Euelpides karakterlerinden esinlenen iki kahramanın Atina sokaklarında yüksek kontrastlı siyah beyaz görüntülerle başlayan yolculuğu bir zamanlar Platon’un akademisinin bulunduğu parka geldiklerinde sepyaya dönüşüyor. Antonioni’nin “Cinayeti Gördüm”ündeki topsuz tenis maçına açık bir gönderme yapan bir basketbol maçı var. Bu mimesis, hem geriye dönük olarak Antonioni’nin modern kentlerdeki yabancılaşma temasını akla getiriyor şehir sokakları üzerinden hem de filmin, Kuşlar’ın uyarlaması olarak devam eden ikinci bölümüne geçişi sağlıyor.

https://vimeo.com/365104307

Ekolojik ve antropolojik bir vurgu yapmak için Common Birds, Kanarya Adaları’ndan La Gomera’da renkleniyor. Yeryüzündeki en eski orman oluşumlarından biri olan, tarihi 11 milyon yıl geriye giden, ölmüş ağaçları kaplayan yemyeşil likenlerle masalsı bir yer La Gomera. Ayrıca yöre sakinlerinin kullandığı ıslık dili kültürel bir zenginlik olarak görülüp okullarda öğretiliyor. Bu da yönetmenlerin kuşları oynamak için okulda ıslık dili öğrenmiş çocukları seçmesine olanak tanımış. Davalardan usanan iki Atinalı kavgasız bir ömür geçirmek için kuşların yanına gidiyo, insanken kuş olan Tereus’u buluyorlar. Bugünün bir distopyasından geçmişin bir ütopyasına geçiyor film. Bir yandan da o korunmuş doğa ve dil, böylesine incelikli bir filmin içinde insana hala bir ütopyanın mümkün olabileceği umudunu aşılıyor.

Azra Erhat, Aristofanes’i şöyle tanımlar: “Aristophanes emperyalist ve harbcı demokrasiye muarızdır. Vatandaşlarını demagogların elinden kurtarmak, barışa ve kardeş Yunan devletleriyle anlaşma, müttefik şehirlerle eşitlik yoluna yöneltmek için canla başla çalışmıştır. (…) Aristophanes, Platon’un ideal devletinde görmek istediği rehber-şairin ta kendisidir”. Maglioni ve Thomson da her şeyin daha beter olabileceğini göstermektense ufuk açmayı tercih ediyor -En azından benim nazarımda- hakiki bir avangard filmle…

Gizemli Krabi turu

Ben Rivers, bol ödüllü bir güncel sanatçı, işleri hem galerilerde gösteriliyor hem festivallerde. İlk uzun metrajlı filmi “Two Years at Sea” ile 2011 Venedik Film Festivali Ufuklar bölümünde FIPRESCI Ödülü kazandı. Eski bir Bolex camera kullanarak, Londra’daki evinin mutfağında developer ettiği 16mm filmlerle ulaştığı başarıya ancak şapka çıkarılır. Rivers’a Tayland’ın Krabi tatil beldelerinden Krabi’de düzenlenen bir bienal için bir iş üretmesi teklif edilmiş. O da Bangkok’ta yapım şirketi bulunan arkadaşı ve meslektaşı Anocha Suwichakornpong’a teklif götürmüş.

Suwichakornpong’un zengin filmografisinde 2006’da Cannes Film Festivali’nde yarışan ilk Tayland yapımı kısa film Graceland ve Rotterdam Film Festivali’nde Kaplan Ödülü kazanan Mundane History (ilk uzun metrajlı işi) de bulunuyor. Günümüz Tay sinemasında Apichatpong Weerasethakul’un izinden giden önemli bir isim.

Bu iki ismin işbirliğinden doğan süper 16 çekilmiş, durağan planlardan oluşan bu film bir katmanında filmi için Krabi’ye mekan bakmaya gelen bir genç yönetmenin özel rehberiyle yaptığı gezileri, rehberin bakış açısını, hayaletler gördüğünü iddia eden otel çalışanıya, Krabi’deki çocuklarla konuşmalarını, annesiyle babasının gittiği yıllardır kapalı olan sinema salonuna ziyaretini belgesel gibi anlatıyor. Bir yandan da bu kişiler yönetmenin ortadan kaybolması hakkında polis merkezinde ifade veriyor. Bir başka katmanında bir reklam filminde rol alan ünlü bir şarkıcı – oyuncu çekimlerin yapıldığı aydaki mağaralarda yaşayan taş devri çiftinden erkek olanla karşılaşıyor, o sırada şehirde filmlerden birinin halkı rencide ettiği için yasaklandığı bir bienal düzenleniyor!

Kurmaca ve belgesel kadar, insanların kendi gerçeklikleri ve zamanın boyutları da birbirine karışıyor bu gizemli ve ironik filmde. Krabi’deki hayvan heykelleri, trafik ışıklarını taşıyan ilkel insan figürü, turizm kavramı, turist ve rehber davranış biçimleri, dışarıda gelen ve Krabi’nin yerlisi olanların mekana yaklaşımları, benzersiz bir spontanlık içinde bu yalın filmde toplanıyor. Hem gizemini koruyarak merakla izlettiriyor kendini Krabi hem de müstehzi olmadan ironik olarak çelişkileri beyazperdeye taşırken sanatçı elinden çıkmış olduğunun altını çiziyor.

 

İLGİLİ HABERLER

Selanik Film Festivali’nde dişil enerji patlaması!

Selanik 60’ında anarşist oldu!

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 17:31:06