A password will be e-mailed to you.

…Arkaplan Akustik sesli ve bir o kadar sessiz bir sergi. Çok sesli bir binanın en sessiz katında. Olmak istediği gibi. Duymak ve görmek arasında. Ağlamak ve gülmek arasında. Bağırmak ve susmak arasında. Yerleşmek ve yerleşememek arasında. Tutmak ve fırlatmak arasında. Dinlemek ve çizmek arasında. Yakınlaşmak ve uzaklaşmak arasında. İnmek ve çıkmak arasında. Kısıtlanmak ve özgürleşmek arasında. Nefes almak ve nefes vermek arasında bir yankı olmaya çalışıyor. Serginin ortak ama özerk dili videoların arka planlarıyla, ulusal bir video sergi projesinin akustik tadında bir sesi olarak Balıkesir’de Mekan Blogspot’ta izleyiciyle buluşuyor…

“Kuşlar uçuştu
Beklemekte gökyüzü
Sessizlik karda” Harun Töle

Bir A4 kağıdı. Bir baca, bir gaz maskesi, yazılmış bir takım notlar, bir kale resmi, bir video, dağlar, taşlar, dallar, bir taş, bir heykel, bir başka heykel, fotoğraflar-malzemeler, diğer fotoğraflar, kağıttan toplar… Ekranda yeniden başlamak suretiyle tekrar tekrar gösterilen videolar. Hepsi bir aradalar.
İzleyicide oluşan merak duygusuyla birlikte hangisi hangisinin arka planı? Hangisi hangisinden oluştu? Bir kelime veya bir isim, bir anlam veya bir im, bir ifade veya bir hareket. “Arkaplan Akustik” sergisi, geçmiş, şimdi ve gelecek kurgusuyla anlamların, imlerin, hareketlerin, düşüncelerin birleştiği ve şeyler ya da kavramlar arasındaki ilişkiden doğan akustik bir ses gibi.

Harun Töle, Silence

Tüm bu akustik sesleri algılamaya çalışırken Harun Töle’nin “Silence” isimli videosuyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Videoda kuşlar uçuyor, uçuyor, uçuyor ve gidiyorlar. Öylece gelmelerini bekliyorsunuz. Hiç ses yok. Bekliyorsunuz, hala bekliyorsunuz ama gelmiyorlar. Sonra arka plandaki A4 kağıdı üzerindeki Harun Töle’nin yazdığı haiku’yu okuyorsunuz. “Kuşlar uçuştu Beklemekte gökyüzü Sessizlik karda.” Videodaki gökyüzüyle birlikte beklemeye başlıyorsunuz. Muazzam olan doğa karşısında hayret ve huşu ile bekliyor ve sessizlikle baş başa kalıyorsunuz. Harun Töle sessizliği düşünmemizi, işitmemizi istiyor. Kulaklarımız ve zihnimiz arasında gidip geliyoruz. Zihnimiz durmuyor, tamamlıyor kuşların sesini.

Mülteciler gidebildiler mi?

Sonra birden dalga sesleri geliyor kulağınıza biraz hırçın, biraz deli deli. Sonrasında ise bir o kadar sakin ve sessiz. Denizin değişimini ve iki duygu durumunu birden karşılıyor Fırat Engin’in “Denizin Ahlakı; Balıkçı ve Mülteci” isimli videosu. Ses ve sessizliği korku ve hayreti hissediyorsunuz. Videoyu izlerken birden videonun arka plan fotoğraflarına bakıyorsunuz. O fotoğraflarda mülteci olduğunu düşündüğünüz insanları ve o insanlardan kalan bir kumaş parçasından yapılmış bir bayrak görüyorsunuz. Balıkçılar, mülteciler, deniz ve arda kalan arasında bir kurgu oluşturuyorsunuz. Denizin ev sahipliğini, balıkçılara sakin ve bereketli, mültecilere ise hırçın oluşunu sorguluyorsunuz. Mülteciler gidebildiler mi? Kuşları beklerken onları beklemiyorsunuz. Gitmelerini ve kendilerine yeni bir yer bulmalarını istiyorsunuz.

Ardından Saye Özçelik’in “Benim Yerim Neresi?” videosuyla birlikte, çocukken yaptığımız yastık evlerden kendi zihnimizdeki evlere odaklanıyoruz. Kendi yerimizi düşünüyoruz. Neredeyiz? Nerede olmak istiyoruz? O mülteciler nerede olmak istiyorlar? Yer kavramı üzerine düşünmeye başlıyor ve o mültecilerin bir yeri olsun istiyorsunuz. İçine giremediğiniz, etrafında dolaştığınız, karşıdan yumuşacık gözüken ama yaklaşınca sert olduğunu anladığınız arka plan o küçük heykel evi nereye koyacağınızı bilemiyorsunuz? Sergi mekânında öylece orada duruyor işte belirsiz, kararsız. Yerini arıyor o ev. İzleyici içine giremediğimiz o yastık evin videosunda çocukluğunu, çocukluktaki oyunu, yaratılan o yastık evdeki güven hissini bulmaya çalışıyor.

Bir taş gibi yerini buluyor, bir taş gibi yerinden oluyor o ev. Doğudan batıya gitmeye çalışan mültecilerin aksine Okay Özkan’ın çalışması batıdan doğuya gelen bir taş oluyor. Kalıcı ve/veya geçici yerinden alınmış bir taş sergi mekânında geçici yeni yerini buluyor. Okay Özkan’ın “Taşlar” videosu ilk olarak 2014 yılında Den Haag Kraliyet Akademisi’nde yaptığı ve halen devam eden bir çalışma. Okay Özkan “Taşlar” isimli videosunda taşı tutmaya, kavramaya çalışıyor. Taşları avucunda daha iyi kavrayabilmek için döndürüp duruyor. Peki bir taş en iyi neresinden kavranabilir, neresinden tutulabilir? Sonrasında nereye fırlatılabilir? Batıdan doğuya, doğudan batıya? Batı’daki o taş arka plan olarak sergileniyor. Taş dolaşıyor ve bulunduğu yere dair anlamları beraberinde getiriyor.

Taşlar üst üste konulursa ne olur?

Taşsız kentten, taştan kente batıdan doğuya bir yolculuk başlıyor. Peki taşlar üst üste konulursa ne olur? Duvar olur, ev olur, kale olur. Dil anlatır, zihin canlandırır, el çizer. Hülya Özdemir’in “İcat Edilmiş Ayrışma” isimli videosunda eski kuşak; yeni kuşağa anılarında ve hafızalarında kayıtlı bir coğrafyanın bir kentin Mardin’in kalesini anlatıyorlar. Anlatanlar ve dinleyenler var. Ses kayıtları ve görsel izler var. Anlatılar ve anlatılanlar üzerine çizilenler var. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında oluşan bir sözlü tarih var. Taş taş üstüne, dil dil üstüne eklemleniyor. Taştan kaleler, dilden imgeler oluşuyor. İzleyici de dinliyor. Anlatılanlar zihinde canlanıyor. Bilmediği, görmediği o yer hakkında, o kale hakkında düşünüyor. O kaleyi hayal ederek, arka planda çizilmiş kale resmine bakıyor.

Sözcükler yazılıyor, imgeler çiziliyor duvarlara. Bu kez taştan değil betondan duvarlara. İstanbul’un çok sesli duvarları fanzin estetiği tadında Ferhat Satıcı’nın “2010 Offspace Odyssey İstanbul” isimli videosunda karşımıza çıkıyor. Kuşaktan kuşağa aktarılan sözlü tarih gibi bir kent ve o kentin duvarları üzerinden yakın tarihimize dair bir arşiv çalışması karşılıyor bizi. Kültürden, politikaya, ekonomiden, sosyal yaşama dair hareketli bir arşiv videosundan arka planda ters-yüz olmuş bir özgürlük heykeline bakıyoruz sergi mekânında. Bu sefer özgürlüğü ve özgürlükleri sorgulayarak doğudan batıya gidiyoruz.

Sonra batıda kalıyoruz bir müddet. Amerika’da. Hakan Kırdar’ın arkapalan “Asansör” yerleştirmesinde patlayan ikiz kulelerin küçücük bir fotoğrafını görüyoruz. Sonra bir sürü farklı malzemeler. İkiz kulelerden arda kalanlar gibi. Sonra yine bir taş çıkıyor karşımıza. Ve taşın üzerindeki yazı. AKM. Arda kalanlar Amerika’dan değil de İstanbul’dan çıkıyor sanki karşımıza. Hepsi bir arada birer sembol, birer zaman ve mekân ilişkisi sunuyorlar bize. Başlangıçları ve bitişleri, başlangıç ve bitiş arasındaki gidip gelmeleri hatırlatıyorlar. Sonra Hakan Kırdar “Asansör” videosuyla birlike yukarından aşağıya inmenin, aşağıdan yukarıya çıkmanın zorluğununu hissettirerek, sıkışmışlık hissiyatının en sıkışmış hali asansörle bizi baş başa bırakıyor. Bir akış çizgisi, dikine giden bir yol, uğultulu bir ses “insan taşıyan” bir araç. O araç, o asansör hangi mekânda yer alıyor? Hangi mekâna ait belirsiz. Belki de önemi yok. O sıkışmışlık hissini hissettiğiniz her yerde, her mekânda.

Maskeler, temassızlık ve kaygılar

Araçlar, makineler, fabrikalar, teknolojiler…vb. İnsan ve doğa için. İnsan ve doğaya karşı. Distopik ufkumuzu oluşturan imler. Öte yandan bir takım distopik kurguların gerçekleştiği bir yıl içerisinde bu imler çok daha anlamlanıyor. Evren Selçuk’un “Standard Profile: Disillusion” isimli videosu ve sergide yer alan arkaplan nesneleri (gaz maskesi ve not kağıtları) distopik kurgularımızı görünür kılıyor. Bir fabrika, standart üretim, hava kirliliği, fabrikada çalışan işçilerin yakalandığı sağlık sorunları, gaz maskesi… Hastalıklar, korkular, önlemler ve ölümler. Tüm bunlar birleşerek bir yandan normalleşmeyi sorgulamamızı diğer bir yandan sağduyumuzu geri kazanmaya çalışmamızı öneriyor.

Asansörler ve evlerdeki sıkışmışlık hissi, takılan maskeler, temassızlık ve kaygılar. Bir pencere arıyor insan. Dışa açılmanın, dışarıya bakmanın, umuda aralanmanın yerleri pencereler. İşte o pencerelerden bir tanesini Kıvılcım Harika Seydim’in “Pencereden” isimli videosunda buluyoruz. Gökyüzüne, çatıların, bacaların ve antenlerin ardındaki bir gökyüzüne ve o gökyüzünde haraket eden kuşlara bakıyoruz.

Bakanlar ve bakılanlar. Özneler ve nesneler. Çatılar, bacalar, kuşlar. Hangi manzara? Kent manzarası? Doğa manzarası? Kent manzarasındaki yatay çatılar, dikey bacalar. Fabrika bacası ya da ev bacası, binalaradaki metaforik yapılar olarak karşımıza çıkıyor. Sonra o bacalardan biri bağlamından kopartılarak bir arkaplan nesnesi olarak sergi salonuna taşınıyor. İçeriyi ve dışarıyı, doğayı, insanı ve hayvanı birbirine bağlıyor. Kahverengi bacayla birlikte, kahverengi bir gökyüzünde modern kentin yanılgıları ile baş başa kalıyoruz. Geçmişi hatırlama ve gelecek beklentisini birleştirerek şimdide, bu dönemde yaşamaya ve yaşama bağlanmaya çalışıyoruz.

Bağlanma hallerimiz

Bağlanıyoruz, belkide bağlandıkça kör düğüm oluyoruz ama anlamıyoruz. Serdar Yılmaz’ın “Bağlanma Hali” isimli videosundaki ikili ilişkiler üzerine düşünüyoruz. İkili ilişkilerin geçtiği mekânları, mekânlardaki hislerimizi hatırlıyoruz. Soyut gerçekliklerle somut dünya arasındaki ikilemi bir daha yaşıyoruz. Zaman zaman hayallerimizi zaman zaman gerçekleri videodaki karakterlerle birlikte sorguluyoruz. Videoda yuvarlanan kağıt topları/taşları arkaplan olarak sergi mekânında görüyoruz. Dikey asansörler ve bacalardan sonra yatay çizgilerde birbirine yollanan ve yuvarlanan o toplardan ikili ilişkilerimizi ve bağlanma hallerimizi anlamaya çalışıyoruz.

Dikey ve yatay görsellerden iç içe geçmiş görsellere geliyoruz. Birbirini tekrar eden ekran kayıtlarıyla birlikte. Mehmet Öğüt’ün “Yeniden Kayıt” isimli videosunda gerçeklik algımızı sorguluyoruz. Tabletler kullanılarak kendi düz görüntü yüzeyini içinde taşıyan, iç içe geçmiş ve kendini yeniden üreten bir ekran görüntüsüyle karşı karşıya kalıyoruz. Mehmet Öğüt bu çalışmasını, sinema sanatına referansla Hans Richter’in 1921 de yapmış olduğu deneysel film olan Rhythmus 21′in reprodüksiyonu olarak tanımlıyor.

Mehmet Öğüt, tablet kullanarak ekran görüntüleri kaydediyor durmadan. Bu yeniden yeniden kayıt gerçeklikten uzaklaşmamıza neden oluyor. Görsel veya simgesel gücü olduğunu düşünmediğimiz bu ekranlarda birden sanatçının ekrana yansımasını görüyoruz. İçinde gösterilenle anlam kazanan ekranlar sanatçının beden silüetiyle birleşerek kendini yeniden üretiyor. Kendini sanal ortamda yeniden üreten, her gün kendini kaydeden günümüz insanı üzerine bu yeniden kayıtlar gerçeklikten uzaklaşmanın temsili olarak deneyimleniyor. Sergide yer alan arkaplan nesneside bir tablette gösterilen videonun kendisi oluyor. Video ve nesne birbirini tekrar ediyor. İlk başta sorduğumuz soruları yeniden soruyoruz. Hangisi hangisinden oluştu? Hangisi hangisini yeniden üretti? Hangisi gerçek?

Tüm farklılıklar tek bir seste buluşuyor

Gülçin Aksoy, Yurttan ve Cihandan Sesler Korusu

Dağlara, taşlara. Bir arka plan yazısı. Bir ağacın dalları bir arka plan fotoğrafı. İkisi de çerçeve içinde bir rafın üzerinde bir anı, bir hafıza simgesi olarak duruyorlar. Taşlar üst üste gelirse dağ, ağaçlar yan yana gelirse orman olur mu? Ya insanlar yan yana gelirse? İnsanlar yan yana gelip konuşurlarsa ya şarkı söylerlerse, ya gülerlerse, ya ağlarlarsa… Gülçin Aksoy’un “Yurttan ve Cihandan Sesler Korusu” isimli videosu koro halinde ağlayanlardan oluşuyor. Koro hem çoğul hem tekil. Çoğulun tek sesi. Tüm farklılıklar tek bir seste buluşuyor.

Yurt bambaşka, cihan bambaşka seslerden oluşsa da o seslerin ağlamaları ortak. Ağlama sebeplerimiz benzer. Kuşların gelmeyişine, denizin dalgasına, dağlara, taşlara, göç etmeye, yerini bulamamaya, hatıralara, hikayelere, yıkımlara, yıkılanlara, özgürlüğe, kısıtlanmalara, sıkışmışlığa, pencereden bakamamaya, bağlansakta bağlanmasakta o halimize, gerçekliği yitirişimize… Geçmişte ağlamıştık, şimdide de ağlıyoruz ve kesinlikle gelecektede ağlayacağız.

Arkaplan Akustik sesli ve bir o kadar sessiz bir sergi. Çok sesli bir binanın en sessiz katında. Olmak istediği gibi. Duymak ve görmek arasında. Ağlamak ve gülmek arasında. Bağırmak ve susmak arasında. Yerleşmek ve yerleşememek arasında. Tutmak ve fırlatmak arasında. Dinlemek ve çizmek arasında. Yakınlaşmak ve uzaklaşmak arasında. İnmek ve çıkmak arasında. Kısıtlanmak ve özgürleşmek arasında. Nefes almak ve nefes vermek arasında bir yankı olmaya çalışıyor. Serginin ortak ama özerk dili videoların arka planlarıyla, ulusal bir video sergi projesinin akustik tadında bir sesi olarak Balıkesir’de Mekan Blogspot’ta izleyiciyle buluşuyor.

Gülçin Aksoy, Fırat Engin, Hakan Kırdar, Mehmet Öğüt, Okay Özkan, Saye Özçelik, Ferhat Satıcı, Evren Selçuk, Kıvılcım Harika Seydim, Harun Töle, Hülya Özdemir, Serdar Yılmaz’ın çalışmalarının yer aldığı “Arkaplan Akustik” sergisi SENKRON eş zamanlı video etkinliği kapsamında 15 Nisan-8 Mayıs 2021 tarihleri arasında Videoist küratörlüğünde Balıkesir’de bulunan Mekan Blogspot‘ta gerçekleşti.

İLGİLİ HABERLER

Zamanın ne A ne de B olduğu o aşılamaz paradoks: Geçiş

Çiğdem Menteşoğlu ilişkiler üzerine düşünmeye davet ediyor

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 18:49:21