A password will be e-mailed to you.

“Geçmişi elden bırakamayız ve tüm getirilerinin bizi uçurumun kenarına getirdiğini artık idrak etmek zorundayız. Ekolojik felaketin görünür kılınması yetmiyor. İzleyiciye bu felaketin güncel yaşantımızı nasıl etkilediğini ve buna karşı etkin bir değişimin zorunluluğunun artık bir lüks olmadığını mesajını verirken izleyiciyi edilgen pozisyondan etkin bir sürece dahil etmek gerekir…”  15. Sharjah Bienali’ne özel röportaj serisinin ilk konuğu çalışmalarında sanat, savaş, çatışma ve şiddet gerçeğini aktaran Erkan Özgen oldu.

 

Ayşegül Sönmez: İki eserinle 15. Sharjah Bienali’nde yer alıyorsun. Öncelikle Sharjah deneyimini, çağdaş sanatla bu kentin ilişkisini konuşalım isterim. Bu deneyimini ve bu ilişkiyi nasıl değerlendirirsin? Deneyiminle nasıl bir ilişki kurdun?

Erkan Özgen: Sharjah, Dubai’den çok farklı. Dubai insanların yaşayıp çalıştığı bir şehir. Sharjah, Dubai’ye göre ekonomik açıdan daha ucuz. Ayrıca göçmenlerin ve genel olarak erkeklerin şehri olduğunu söyleyebilirim. Sharjah’a şehir dışından insanlar çalışmak için geliyor. Biriktirdikleri paraları ise kendi ülkesindeki ailelerine göndermekteler.

Sharjah’taki sanat faaliyetleri ise küçük iken bugün uluslararası düzeyde etkisi büyüdü. Aynı zamanda lokal popülasyon üzerinde de etkisi var. Örneğin; çok iyi bir eğitim programları var. Bu yüzden yerel toplumun da kök salmış olduğunu görüyoruz. Bir şekilde dünyanın her yerinden gelen sanatçıların farklı sesleriyle bağlantı kurabiliyorlar. Mimari düzeyde bienal adım adım eski binaları aldı. Onları yeniliyor ve yeni bir hayat sunuyor. Böylece şehir daha çağdaş bir imaj kazanıyor. Kadın sanatçılara çok fazla alan ve ses veriyor. Oldukça eril bir toplumda bu çok cesur bir girişim.

Aynı zamanda sosyal ve politik soruları tartışmaya çok yönlü pencerelerden açıyor. Yeni işler üreten bir bienal olduğu için bu sanatçılar için çok önemli. Ayrıca bir araştırma ve tartışma programı da var. Mesela Mart Toplantısı 2023. Bu tartışma dizisi içerik getiriyor ve bu pratikler bienalin içeriğini geliştiriyor. Çok dikkat çeken şeylerden bir tanesi de sanatçıların çoğunluğu Avrupa Birliğinden değillerdi. Bazıları çok bilinen sanatçılar ama aynı zamanda çok genç sanatçılar, hatta gelişmekte olan sanatçılar. Belki de bu 15. Sharjah Bienali geçmişi çağdaş zamana merkezlemek istedi. Geçmişin bugün üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu, bugününde yarın üzerinde nasıl bir etkisi olabileceğini düşünmemizi ve öngörüyü yer yer görünür hale getirmekte. Aslında şimdinin yarını belirlediğini rahatlıkla söylemekte olan bir bienal. Çünkü 15. Sharjah Bienalin Küratörü Hoor Al Qasimi yaptığı çalışmalar bir günlük iş değil. Uzun yıllar boyunca çok çalışmanın sonucu. Ortadoğu halklarının çağdaş sanatla ilişkisinin ne kadar zorlu olduğunu bizzat yaşadığımız coğrafyadan biliyoruz. Hoor oldukça cesur.

Hoor Al Qasimi

Öte yandan Sharjah Sanat Vakfı (SAF) şehirde kurumlar arası işbirliğini, mekanlar arası ilişkiyi kentin yaşam akışını bienal aracılığıyla buluşturduğu görülebiliyor. SAF’ın insanlara sunduğu çok çeşitli etkinlikler, fırsatlar ve programlar ile prodüksiyon, atölyeler, eğitim, film, müzik ve performans vb. gibi, etkinlikler sunarak farklı kesimlerden insanları çekebilmektedirler. Sanat faaliyeti yürüten sanat mekanları şehrin merkezinde yer alması da ayrıca kitlelere ulaşması açısından büyük bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Hemen yakınında İslam Müzesi var. Bienal ve diğer sergileri/etkinleri görmek, projelere, programlara ve atölyelere katılmak veya sanatçı stüdyo alanlarını kullanmak için SAF ziyaret edilmekte.

Sharjah Sanat Müzesi, Sharjah Sanat Vakfı ve restorasyona uğrayan mekanlar, ve hemen güzergahta yer alan alış veriş çarşısı ile bir bütünlük sağlanmıştır. SB15 ile Sharjah Sanat Müzesi arasındaki işbirliği ise izleyici potansiyelindeki akışı değiştirip, geliştirmekte. SB15 Sharjah Sanat Müzesinin akışına farklı deneyim, canlılık ve gelişim katarak toplumsal ilgiyi yaratıp, toplumsal değişime katkı sağlama çabası dikkatimi çekti.
Yerel yönetim ve hükümet birimlerinin desteği ise ödül töreninde tüm boyutuyla kendini göstermiştir. Ödülleri kadın sanatçıların almasıda ayrıca önemli bir mesaj olarak algılamamıza neden oldu.

Sharjah Sanat Müzesi

Sharjah hükümdarı Majesteleri Şeyh Sultan bin Mohammad Al Qasimi Kızı Sheikha Hoor bin Sultan Al Qasimi, 2003 yılında Sharjah Bienali ve Sharjah Sanat Vakfı’nda etkin rol almaya başladıktan sonra kültür emirlikleri bürokrasinin de sanat vakfının yönetiminde olup uluslararası boyutta büyük faaliyetler yürütüp, geliştirmiş. Böylece yerel kuruluşlar arasındaki işbirliğinin çağdaş sanata yerel ilgiyi teşvik edebileceğini ve Sharjah Bienali’nin kendi bölgesine bağlanmayı amaçlayan küresel bir sergi modeli olarak gelişti ve gelişime devam etmektedir. Körfez bölgesinde yer alan ülkelerin sanat faaliyetlerini olumlu etkilemesi kaçınılmazdır.
İki soru beliriyor: Küresel sanatın eksikliğini kapatan bir özelliği var mı? Yoksa bölgesel olarak küresel sanatın dengesinde yeni tartışma ve kültürel katkı alanı mı oluşturmaktadır?

“Kapitalizmin geleceğe dair yarattığı karanlık beklentiyi göstermeye çalıştım”

15. Sharjah Bienali’nde 300 eser vardı. Çoğu bienale özel olarak üretilmiş işler senin 2022 tarihli video çalışman gibi. Ortak bir noktada buluştuğunuzu düşünüyor musun gördüğün kadarıyla? Ortak bir üst söylem olduğunu isler arasında görünmez ilişkiler olduğunu… Örneğin ben Doris Salcedo’nun Kolombiya’dan getirdiği ağaçlardan oluşturduğu Uprooted enstalasyonu ile senin 2023 tarihli video çalışmanın fevkalade çakıştığını düşünüyorum.

“Silencing The Past” (Geçmişi Susturmak, 2022) ismini verdiğim seri, video ve fotoğraf serisinden oluşmakta. Yakın zamanda Türkiye’de iklim değişikliği sebebiyle aylarca süren ve birçok canlının yaşamını yitirmesine sebep olan büyük orman yangınlarına odaklanıyor. 2019-2020 yılları arasında gerçekleşen yangınlarda Antalya, Manavgat’ta çekmiş olduğum görüntülerle beraber ekolojik tahribatın yanı sıra insan merkezcilik ve kapitalizmin hakimiyetinin geleceğe dair yarattığı karanlık beklentiyi gözler önüne sermeye çalıştım.

Erkan Özgen, Geçmişi Susturmak, 2022

Ülkenin batısında yer alan birçok şehre yayılan yangınları söndürme çabaları ana akım ve sosyal medyanın gündeminden takip edilirken Kürt coğrafyasında güvenlik gerekçesiyle ormanların yakıldığı haberleri ve bu durumun yarattığı çelişkiyi görebilmekteyiz. Zira insanlık adına ortaya atılan büyük fikirlerin ancak belli suskunluklar pahasına kabul görebildiğine işaret eden Michel-Rolph Trouillot’nun “Geçmişi Susturmak: Tarihin Üretilmesi ve İktidar” kitabı esere ismini veriyor. Trouillot’dan bir alıntı aktarmak isterim: “Aydınlanma Çağı öyle bir çağdır ki Nantes’lı köle simsarları unvan satın alıp felsefecilerle kol kola yârenlik edebilir. Özgürlük savaşçısı Thomas Jefferson, hiçbir ahlâkî veya entelektüel sıkıntı yaşamadan köle sahibi olabilir.”

Geçmişin suskunluğunun büyük bir tahribatın içinde olan tüm canlıların geleceğine dair büyük bir tehdit teşkil ettiğine değinmekteyim. Bu durum insanın bizzat kendi yok oluşunun alarm ve sinyalleridir. Sevgili Doris Salcedo’nun eseri Uprooted (2020-2022) adlı enstelasyonunu Kalba Ice Factory’de gördüğüm anda çok etkilendim. Birbirinden uzak ayrı iki mekanda eserleri sergilememize rağmen büyük bir etkileşim içinde olduğunu gördüm. Aslında her ne kadar mekanlar birbirinden uzak olsa da üretimlerimiz özenle seçilmiş.
Sosyo-politik heykel üretimleriyle daha çok tanınan Salcedo’nun zengin bir pratiği var. Sürgün, travma, bellek, şiddet… konularına dikkat çekmekte. Kolombiya’da meydana gelen siyasi çalkantının kendi üzerinde bıraktığı etkinin derin izlerini eserlerine yansıtmış. Sanatsal pratiğiyle yeterli temsiliyeti görmemişlerin sesi olmaya çalışıyor.

Doris Salcedo, Uprooted, 2020-22

Uprooted adlı eserde 804 tane ölü ağacın bir araya geliyor. Mültecilerin köklerinden koparıldığı andan itibaren ölümün kendilerine giydirildiğini anlatan eserde mültecileşme nedeni ile doğadaki ağaçların, ekolojik yıkımın birlikte olduğu mesajını alamamızı sağlıyor. Mültecinin yerinden edilme süreci ile ev imgesini ironik anıtsal ve zamansal bir geçişle oturulamayacak bir ev imgesi ile buluşturmuştur. Enstalasyondaki ağaçlar ölü, kökünden sökülmüş, köksüzleşmenin getirdiği şiddeti edilgen bir şekilde yansıtıyor.

“Geçmişi elden bırakamayız”

Geçmişi geride bırakmak yüzleşmemek önümüzdeki maçlara bakmak bizim pratiğimiz. Memleketin dayattığı, aşina olduğumuz bir pratik. Oysa Sharjah artık yaşamayan siyahi küratör Okwui Enwezor’ün mirasını üstlenerek şimdiki zamanda tarihsel olarak düşünelim çağrısı yapıyor. Böylelikle senin bir diğer dilin yetmediği başlıklı 2019 tarihli videon da yeni anlamlar kazanmıyor mu? Geçmişi elden bırakamayız öyle değil mi?

Geçmişi elden bırakamayız ve tüm getirilerinin bizi uçurumun kenarına getirdiğini artık idrak etmek zorundayız. Ekolojik felaketin görünür kılınması yetmiyor. İzleyiciye bu felaketin güncel yaşantımızı nasıl etkilediğini ve buna karşı etkin bir değişimin zorunluluğunun artık bir lüks olmadığını mesajını verirken izleyiciyi edilgen pozisyondan etkin bir sürece dahil etmek gerekir. Artık tüm ideolojileri bir kenara bırakma zamanı. Kapitalizmin yaratmış olduğu “gelişmekte olan ülke” ifadesi zorunlulukmuş gibi bir ekonomik hırsın aslında ihtiyacımız olan bir ekonomik düzen olmadığının farkına varmamız gerekiyor. Dünyadaki yıllık gelirin yüzde 25’i sadece dünyadaki yüzde birin yıllık geliri olduğunu görmek lazım. Her sene ülkeler gelişmek zorunda değil. Çünkü bu kadar üretime ihtiyacımız yok. Kapitalist düzen aslında geleceğimizin daha da riske götürmektedir. Artık ekonominin tüm insanların ihtiyacını karşılayacak ve makasın daralacağı modele yönelmesi gerekiyor. Demokratlar, feminisler, queerler, sosyalistler ve anti otoriter başka örgütlenmeler kolektif mücadele ile yeni bir yaşam modelini tartışmalı ve mutlaka harekete geçmeleri gerekli.

Natürmort, arşiv pigment baskı, 2013

Depremin ilk günü Sharjah’daydın. Neler hissettin ailenden uzak olmak o sarsıntılı yeri de konu eden gerilimli videonu da hatırlatarak?

Diyarbakır ve tüm bölgeye kurak bir dönemden sonra nihayet kar yağmıştı. Çok sevinmiştik. Dışarı çıkıp çocuklarla karda oynamıştık. Ama normalin üstünde bir soğuk vardı. Uçak seferleri iptal ediliyordu. Benim de uçağım iptal olmuştu. Uzun bir uğraştan sonra başka uçak bulup Diyarbakır’dan İstanbul havaalanına ulaşmıştım. İstanbul’da uçağımız rüzgardan sallanıyordu. Bu durum bende huzursuzluk yaratmıştı ve kötü hislere sebep olmuştu. Sharjah’a vardığım zaman diliminde deprem olmuştu.

İlk başta depremin büyüklüğünü anlamak mümkün olmadı. Yakınlarımla iletişime geçememiş, dostlarımdan ancak haber alabilmiştim. Uzun bir süre evdekilere ulaşmaya çalıştım. Epey paniklemiştim. Gerek 2022’de yaptığım yeni video ve fotoğraf serisinde de aslında içinde olduğumuz ekolojik kıyametin etkisini hissettirmeye çalıştım.

Bienalin küratörü Hoor Al Qasimi dilin yetmediği işini pek çok defa başka sergilerde gördüğünü ama hep şu anda sergilediği mekanda o eski ilkokulda sergilenmesini istediğini ve bunu yaptığı için çok mutlu olduğunu ifade etti sohbetimizde. Oranın eski bir ilkokul olması İstanbul Bienalinde de Rum okulunda sergilenmesi ilginç anlamlı katkılar değil mi bunlar? İlginçlik hep bir hak ihlalini barındırır sanki 🙂

Çünkü bir yok oluş ya da imha edilme var. Yüzlerce Rum çocuğu atalarının yaşadığı ve kendilerine ait yer olan okulun kapanmasıyla karşı karşıya kalmış. Lozan’dan bu yana mahkeme kararıyla ilk kapanan azınlık okulu. Faal olan 17 Rum okulunda artık parmak sayısı kadar öğrenci eğitim – öğrenim görmekte. Diğerleri ise; bizim dilimizin yetmediği Wonderland adlı videoda 13 yaşında Muhammed’in beden diliyle bize aktardığı şiddet tarihinin tekerrürünü kanıtlarcasına yeniden gözler önüne seriyor.

Kalba Kindergarten Şarjah’ta Umman Körfezi’ne bakmakta. Şu an gösterimde olan Wonderland adlı video adeta Şengal Dağlarında yaşanılan vahşetin kendini Hacer Dağlarına bakan Kalba Kindergarten’da yankısını bulmuştur. Kindergarten 1970’lerde BAE’nin birleşme sonrası birleşik eğitim yetkisine yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Beyrut merkezli Reis ve Tukan Architects tarafından modernist tasarımla geliştirilmiş bu alanda piramit çatılı ve rüzgar kuleli açık hava avlulu bir kaç sınıf kümesinden oluşmakta.

Kalba Kindergarten

Şu an 15. Sharjah Bienali vesilesiyle dünyanın farklı coğrafyalarından çocuklarla ilgili sanatçı üretimlerinin çocukların mesajlarını izleyiciler ile buluşturduğu bir sahneye dönüşmüştür Kalba Kindergarten. Sanatçı Pipo Nguyen-duy’un sahnelenmiş anlatı fotoğraf serisi Amerikan manzarasının bir cennet bahçesi olarak tarihsel betimlemesini eleştirisi, Gabriela Golder’in 12 kanallı video kurulumu Devletlerin şiddet içeren pratiklerini vurgulamak için çeşitli kaynaklardan emek ve hafızayı inceliyor. Arjantin’de ki politik esirlerin mektuplarını sürgün çocuklar yüksek sesle okuduklarını görmekteyiz. Dünyanın farklı coğrafyalarında sorunların benzerlik taşıdığını görebilmekteyiz.

“Tek dil savunucuları Kürtçeye kolonyal bir pencereden baktıklarının farkındalar”

Kolonyalist eleştirinin önemli bir biçim olarak ortaya çıktığını görüyoruz bienalde de Mart toplantılarında da… Açıkçası benim açımdan Kürt ve Türk sanatı edebiyatında birbirimizi nasıl görüyoruz konusu geldi buldu beni. Kürtlerin Türkler hakkında veya Türklerin Kürtler hakkında ne düşündüğünü öğrenmek için edebi metinleri yeterince inceledik mi? Hiç inceledik mi? İnceleyemeyiz incelir ve kopar gibi bir korkunun da engel olduğunu düşündüm karşılıklı olarak. Ne dersin? Çallı kuşağında Türk’ten başka kimsenin olmadığına dair bir kampanya yapmıştım bir ara. Birkaç yıl öncesine kadar Julian Akademisine Osmanlı olarak kayıtlı Ermenilerin, Rumların aniden görünmez olduğuna dair.

Evet, Türkiye’de resmi dil Türkçedir. Kulağımda da hala ara sıra çınlamaktadır. Tek dil savunucuları Kürtçeye kolonyal bir pencereden baktıklarının farkındadırlar. Bunu bildikleri halde entelektüel kesim sanki böyle bir problem yokmuş gibi davranmayı tercih ediyor. Aynı entelektüeller bir Bask bölgesini konuştukları zaman üç aşağı beş yukarı aynı şekilde düşünürüz, konuşuruz. Burada problem, kendi ülkelerine toz kondurmamaları, ikircikli davranmaları. Yetiştikleri coğrafyanın tarihiyle yüzleşmemişler de diyebiliriz.

Açıkçası kardeşiz, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda beraber savaştık gibi sözler de anlamsız. Türkiye’de Türkçe’nin egemen dil olması için yüz yıldır sistematik bir program olarak uygulanmakta. Buna rağmen tarihsel olarak baktığımızda Kürtler hukuk, parlamentarizm / bürokrasi, idari yönetimler sahalarında da dört coğrafyaya (Suriye, Türkiye, Irak, İran) yayılan son derece derinlikli bir mücadele sürdürüyor.

Öte yandan Kürt siyasi temsiliyetini taşıyanlar da Türk demokrasisini savunanlar da kültür-sanat yoluyla birbirini tanıma ihtimali ve çabası da olmamıştır. Türk aydınları ve sanatçıları Kürt aydınları ve sanatçılarından tıpkı siyasetçiler gibi kendilerini inkar etmeyi, Türk olduklarını veya Türkiye’ye her açıdan bağlı olduklarını beyan etmeyi ön koşul olarak istemiştir. Türk aydınları arasında Kürtçeyi tanıma, edebiyatını inceleme merakı ve çabası hemen hemen hiç olmamıştır.

Kürtlerde durum farklıdır. Kürtler gerek resmi dil olması gerek eğitim dili olduğu için asimile olmaları nedeniyle veya gönüllü bir tercihin ürünü olarak birçok farklı alanda Türk edebiyatına hatırı sayılır katkılarda bulunmuştur. Türk edebiyatçıları ise bırakın Kürtçe öğrenip Kürt edebiyatı ürünlerini orijinal dilinden okuma çabasını, Kürtlerin anadilde eğitim taleplerini bile görmezden gelmişlerdir.

Türk edebiyatında Kürtler veya Kürt edebiyatında Türkler konusu karşılaştırmalı edebiyatçıların yaptıkları araştırmaları incelemek ilginç olabilir ama kanımca iki ulusun toplumsal belleğini ve kolonyalist/kolonyal ilişkisini deşifre edebilecek daha önemli iki kaynak her iki ulusun deyim ve atasözlerinde gizlidir. Bunların incelenmesi daha ilginç sonuçlara götürecektir bizi. Kürtlerle Türklerin birlikteliği gönüllü bir birliktelik mi yoksa zorunlu bir kolonyalist-koloni ilişkisi midir? Bunu sorgulamak gerekir.

“Doğaya dair sömürü pratiklerini görsel bir sunumla aktarmayı hedefledim”

Erkan Özgen, Natur Mord, 2023

Son videondan bahsedelim mi? Çok soyut çok gerilimli müzik başlı başına bir eleman. Bu bir kabus. Bir yandan afet-felaket tasviri. Hem toplumsal, hem biçimsel. Felaketin estetiği üzerine bir yayın serisi başlattık. Felaket Üniversitesi şubesi kurmak adına Sanatatak olarak. Altından yerin yer çekimini iptal edecek kadar kaymasının psişik-politik pek çok anlamı, etkisi olduğunu olacağını bir daha eskisi gibi hiçbir şeyin kimliklerimiz benimiz vs. olmayacağını düşünüyorum. Ne dersin? Sergi yapma, yazı yazma, yürümemizin bile değiştiğini düşünüyorum. O saniyelerin yıllarca saatlerce etkisi oldu her birimizde.

Ben sanattaki Natürmort’u referans alarak ve kelimeyi değiştirerek Almanca “Natur Mord” yaptım. “Doğa katli” anlamını taşımakta. Ölmüş (ya da katledilmiş ) ağaçların beden sesleriyle iklimsel krizin yaratığı gerilimi izleyiciye paylaşıp görünür hale getirmeye çalıştım. Estetiğin başkalık deneyimi gerektiren bir duyu olduğu aşikar. Kavram için görülmeyeni, duyulmayanı ya da hissedilmeyeni ortak dünyaya açma meselesi diyebilirim. Güncel diyebileceğim olaylar zinciri de estetiğin alanından ayrı değil. Nitekim günümüzde iklim değişikliği ve ekolojik yıkımın etkileri tüm canlıları (insan, hayvan ya da bitkiler) ciddi biçimde etkilemekte.

Ben de bu krizi estetik bağlantılarla gündeme getirdim. İnsanın faydacı yaklaşımlarından kaynaklanan ve doğaya / ortak yaşam alanlarına dair sömürü pratiklerini görsel bir sunumla izleyiciye aktarmayı hedefledim. Üç kanallı olarak gösterimini planladığım video tek biçimde işitsel perspektifte. Yanan ormandaki ağaçlara yaptığım müdahaleden sesler elde ettim. Aynı zamanda görsel yüzeyde ağaçların dönüştürücü sesleri beden perküsyonları haline dönüştü. Yanmış, kesilmiş, ruhunu yitirmiş ve otların arasında umut vaat eden ağaç bedenlerinin çıkardığı sesleri yıkıcı/ürpertici görüngülerle ortaya koydum. Böylelikle seyirci görüntülerde bir karmaşa veya kriz ile karşılaşmakta. Filmde yangın sonrası arada geçen sürecin etkisini de gördük.

Yalnız mevzuyu ilişkisel işlemek önemliydi. Çıkar odaklı, dünyayı tek merkezde görmeye çalışan kapitalist ve ırkçı düzenlemeler farklı insan gruplarını da hedefe koyuyor. Bu durumda özellikle Afgan mültecilerin -ki bunlar mülteci statüsünde dahi olmayan ve sığındıkları ülkede kaçak olarak yaşamaya çalışmaktalar, ezilen konumlarını meseleye katmak yaşadığımız dünyadaki yıkımı daha derinlikli tartışmamıza pencere açabilir. Videoda Afganistan’da savaştan dolayı yaşadıkları ülkelerinden / evlerinden göç etmek zorunda kalan dört insanın yürüyüşlerini gördük. Oluşturduğum estetik pratiklerde işleyen krizler ya da çatışmalarda bir ufuk söz konusu. Gerilimli mevzular eseri izleyen seyircinin algı dünyası ile bağlantılı.

“Gezegeni yalnızca insandan ibaret zannediyoruz”

Mardin Bienalinde Invited sergisinde de otlarla, bitkilerle ilgili bir yerleştirmen vardı. Kök hem fiziksel hem de kavramsal olarak senin için ne ifade ediyor?

Mardin Bienalindeki ‘Yok Oluş Girdabı’ adlı çalışmamda endemik bitkilerin dilinden yok oluş tehdidine tercüman olmaya çalıştım. Yani doğa-kültür dolaşıklığının izini sürdüm. Gezegeni yalnızca insandan ibaret zannediyoruz. Bu da başka türleri görmemize engel olabiliyor. İşte yıkımla karşı karşıyayız.

Erkan Özgen, Yok Oluş Girdabı, 2022

‘Yok Oluş Girdabı’ öylesine bir tehdit ki; insanın doğayı, dünyayı barbarca istila etmesinin tipik bir örneği. Yollar açıyorsunuz, betonlaştırıyorsunuz, artıklarınızla dünyayı yaşanmaz hale getiriyorsunuz. Arka planda kolonyalizmin farklı etnik, dini ve kültürel varlıkları bilinçli bir şekilde yok etmesi ile bu kıyıma karşı kökleri üzerinde yeşerip direnmeleri arasında ilişki kurmaya çalıştım. Yezidiler, Keldaniler, Süryaniler, Nasturiler, Zazalar, Kürtler ve bu etnik unsurların yok olmaya yüz tutan ama daha doğru bir tabirle yok edilmeye çalışılan dilleri, kültürleri… Aslında ekosentrik bir etik geliştirdiğimi söyleyebiliriz.

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 16:21:34