A password will be e-mailed to you.

Disney her sene bir Star Wars filmi sözü verdi ve ben de, serinin her sadık hayranı gibi yıllık görevimi yerine getirdim elbette. Büyük bir merak içindeydim; acaba nasıl olacak? Bu sefer ne yaptı bizim J.J? Sonradan öğrendim ki filmi o çekmemiş. Filmin meşhur açılış jeneriği akmaya başlayıp da seyirciler birer birer Kylo Ren kılıcı çekmeye başladığında merakım utanca dönüştü; kılıcımı evde unutmuştum. “Bunlar gibi yeni yetme değil (Darth Maul kılcı var bende) eski Star Wars’çulardanız biz” diyerek avutmaya çalıştım kendimi. Filmden çıktığımda ise tek bir soru vardı aklımda; bu Star Wars nereye gidiyor?

Her şeyden önce belirtmeliyim ki, bu soruyu sorma nedenim filmi beğenmemekten değil, Disney’nin hikayesel üslupta yapacağının sinyallerini verdiği değişikliklerin bende yarattığı endişeden kaynaklanıyor. 2015 tarihli “Force Awakens” başarılı (burada başarılı derken, filmin yönetiminin diğer Star Wars filmleriyle arz ettiği üslup uyumunu göz önünde bulundurmaksızın sadece ve sadece genel reji standartlarını kıstas olarak kabul ettiğimi söylemeliyim) bir yönetime sahip olsa da, senaryosunun “A New Hope”a haddinden fazla benzediği, bu filme sıkça yöneltilen bir eleştiri olmuştu. Dolayısıyla Disney’nin Lucasfilm’i bünyesine katmasının ardından, Star Wars senaryolarının ne yönde değişeceğini görmek pek mümkün olmamıştı. Elbette birkaç ipucu görmek mümkündü; Sith Lord’larının isimlerinin başında “Darth” takısının olmaması, diyalogların arasına sulu esprilerin sıkıştırılması, Kylo Ren’in agresif bir ergen olması, Rey ve arkadaşlarının yeni Hababam Sınıfı (Şafak Sezer’li olan) modunda takılması vs.

Bu ufak değişiklikler Star Wars’un epik havasına zarar verse de göz yumulabilecek şeyler. Genç izleyici kitlesini yakalamak için diyalogları bir nebze daha eğlenceli kılmak ve karakterleri, bunalımda olmanın moda haline geldiği günümüz dünyasında ergenlerin daha kolay özdeşleşebileceği bir hale getirmek anlaşılabilir bir strateji. Ayrıca Star Wars’un ‘Extended Universe’ hikayelerini okuyanlar, Sith Lord’larının isimlerinin mutlaka “Darth” takısı almak zorunda olmadığını bilirler (örnek; Exar Kun). Her ne kadar senaryosunun özgün olduğu söylenemese de, bu filmin, iyi mi kötü mü bilinmez, özgün bir tarafı vardı; ‘Yeni Star Wars’un sinematografik üslubunun ilk göstergesiydi. Eski üçlemelerin formalist üslubundan tamamen uzaklaşarak, Marvel filmlerini aratmayan bir tarzla izleyici karşısına çıkmıştı. Bu noktada Star Wars’un bir ve ikinci jenerasyonları arasındaki geçişi hatırlamakta fayda var.   

Gerçek bir fanteziden bir Marvel filmine

1977 yılında “A New Hope” vizyona girdiğinde, görsel efektleriyle çığır açmıştı. Uzay savaşlarını sahneye koyarken kullanılan detaylı maketler ve gerçek patlamalar, muhteşem bir gerçeklik illüzyonu yaratarak izleyenlerin nefesini kesmişti. İnsan dışı karakterler yaratılırken kullanılan plastik makyajdaki yaratıcılık ve ustalık, filmin görsel atmosferini son derece özgün bir çizgiye çekmişti. R2-D2 isimli robot bile, aşağı yukarı bir metre boyunda silindir bir kutunun içine cüce bir aktörün (Kenny Baker) yerleştirilmesi suretiyle canlandırılmıştı. Kısaca; Star Wars gerçek bir fanteziydi. 

Phantom Menace” geldiğinde ise ilk Star Wars jenerasyonu, filmin dijital görsel efektleri dolayısıyla ikinci trilojiyi benimseyemedi. Tartışmalardan birinde yeni üçlemeyi çizgi film olarak niteleyen birine bile rastladım; Jar-Jar Binks karakterini düşününce istemeyerek de olsa biraz hak veriyor insan. Gelgelelim, göz önünde bulundurulması gereken son derece önemli iki nokta var. Birincisi; bu triloji (1999-2005) en başından beri Lucas’ın aklındaydı. İkincisi; George Lucas üç filmin de yönetmenliğini bizzat üstlenmiştir. Yani her ne kadar doku değişmiş de olsa, hikayesel ve sinematografik üslup aynı kalmıştır.

2016 tarihli “Rouge One”, “Force Awakens”ın ‘Marvel-vari’ sinematografik üslubunun J.J. Abrams’ın kişisel tercihi olmayıp Disney’nin genel tutumu olduğunu gösterdi. Eski filmlerde P.O.V çekimi (karakterin bakış açısını gösteren kamera çekimi) bile avangart sayılabilecekken, artık ‘extreme close-up’lara, dinamik aktüel kamera çekimlerine, zoom-in’lere alışık hale geldik. Bununla beraber hikaye üslubunun da, “Force Awakens”da gördüğümüzden de fazla bir seviyede değişeceğinin sinyallerini verdi; ilk defa bir Star Wars filmini bir Jedi’ın değil de sıradan birinin gözünden izledik. Bu durumu, filmin bir spin-off olmasına vererek önemsememiştik. Ayrıca Darth Vader (biraz enteresan bir yorumuyla da olsa) ve Moff Tarkin gibi karakterleri görmek, biz eski hayranların kalbini kazanmıştı. Dahası filmin diğer filmlere nazaran çok daha dinamik olan olay örgüsünü, şahsen umut vaat edici bir hikaye üslubu arayışı olarak değerlendirmiş ve adamların en azından oturup bir senaryo yazmasını takdire şayan bulmuştum.

Olay örgüsünün biraz daha sert iniş çıkışlı, epikten ziyade, aksiyonel bir yapıya bürünmesinin, Star Wars’un özüne sadık kalındığı sürece ne zararı olabilir ki? En nihayetinde, değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.

Tüyler ürpertici bir isim

Gelgelelim, serinin sekizinci bölümü, tüyler ürpertici bir isimle karşımıza çıkıyor; “The Last Jedi”. Üstelik filmde, Rey’in sadece o anki mevcudiyet açısından değil, harbi harbi son Jedi olacağını belirten diyaloglar mevcut! Bu ne demek oluyor şimdi? Bütün o eski Star Wars göndermeleri eski hayranları kaybetmeden Star Wars’un içini boşaltmak için yapılan birer göz boyama mıydı? Jedi’lar olmadan Star Wars nasıl olabilir?  Tek temennim endişelerimde haksız çıkmak…

İLGİLİ HABERLER

Star Wars’un gerçek asisi: Kylo Ren

THE LAST JEDI, THE EMPIRE STRIKES BACK’E NE KADAR BENZİYOR?

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 04:38:43