A password will be e-mailed to you.

İzmir K2 Güncel sanat merkezinde açılan Diana Blok sergisi, acı, öfke gibi  duygular barındıran bir geçmişin peşine düşüyor. Kardiçalı Hanı’nın kapkaranlık çatı katında oraya gidenleri önce bir ses olarak karşılıyor.

 

Sesin ardından, Diana Blok ve Akşin ailesinin buluşmalarını bulutlu bir İstanbul atmosferi eşliğinde yansıtan görüntüleri gözler önüne seren belgesel bir film takip ediyor.

Eğer 21. yüzyılın karmaşasında yitik geçmişlerinin peşine düşen dünya insanlarının sayısı bu denli çok olmasaydı belki de Diana Blok’un İzmir’de K2 Güncel Sanat Merkezi‘nde açılan Zaman Gösterir adlı sergisini, yalnızca öznel bir hayat kesitinin sanat haline dönüşmüş bir formu olarak nitelendirebilirdik. Oysa ki ailevi ya da toplumsal tarihlerinin bilinmeyen yönlerini öğrenmek isteyen devasa bir topluluğun yeryüzünde nasıl koşuşturduğunu bilmemiz, Diana Blok’un sergisine hepimizin değilse bile çoğumuzun hikayesi olarak bakmamıza yol açıyor. Kocaman kalabalıkların ortasında her zamankinden daha güçlü yaşanan yalnızlık duygusu yüzünden, aidiyet kurma arzusu yüzünden, geçmişin karanlık yönlerini aydınlatma isteği yüzünden ya da sadece basit bir bilme dürtüsü yüzünden varlık bulan bu koşuşturma, ailevi ya da toplumsal tarihlere ait yitik parçaların bir bölümünün ortaya çıkmasına imkan verse de, kolektif belleğimizin içindeki boşluklar hala azımsanamayacak kadar büyük ve kolektif ruhumuz hala yaralı.

Diana Blok’un fotoğraf sergisinin yanı sıra yapımcı Sonia Herman Dolz ile birlikte yaptığı bir kitap ve belgesel bir filmi içeren çalışması, yedi yıllık bir çabayı içeriyor. Aile tarihlerinin üç kızkardeşinden ve kendisinden uzun zaman saklanmış bulunan bir kesitinden yola çıkan Diana Blok, bu kapsamdaki imgeleri fotoğraflarında yorumlamayı deniyor. Sözü edilen hikaye Diana Blok’un Hollandalı bir Musevi olan babası Philip Blok’un geçmişiyle ilgili. Hikayenin içinde Philip Blok’un Buenos Aires’te La Hey’in Türkiye Büyükelçisi olarak görevli bulunan Abdullahat Akşin tarafından buraya getirilerek ebeveynleri ve erkek kardeşinin gönderildiği Auschwitz Kampı‘ndan kurtarılması, diplomatik kariyeri sırasında Arjantinli bir Katolik olan annesiyle evlenmesi ve yıllar sonra Diana Blok’un babasını koruyan büyükelçinin çocukları olmanın dışında kendileri de birer diplomat olan Mustafa Akşin ve Frengiz Somel ile tanışması gibi ayrıntılar var. Bu hikayeye ilişkin imgelerin izini fotoğraflarda sürmek ise birkaç katmanlı bir okuma yapmayı gerektiriyor. Diana Blok’un fotoğrafları ilk bakışta dört farklı yönelim içinde şekilleniyor gibi görünse de, daha ayrıntılı bir çözümlemede her yönelimin birbiriyle ilişkilendiğini ve birbirini güçlendirdiğini saptayabiliriz. Ailenin Musevi geçmişiyle daha doğrudan ilişki kuran birinci yönelim, dijital ortamdaki müdahale ile taşların aralarındaki çatlaklara sokulmuş imgeleri gösteren sanal bir Ağlama Duvarı’nı yansıtan fotoğraflar aracılığıyla varlık buluyor. Diana Blok’un da içinde yer aldığı dört kızkardeşin fotoğrafı ve onların kimliklerinin ortadan kaldırılarak yetenekli bir terzi olan annelerinin giysilerini deneyen birer beden haline dönüştükleri rengarenk fotoğraflarla hayat bulan ikinci yönelim ise, giyinme eylemi aracılığıyla nesillerarası bir duygusal kavrayış edinme çabasına tanıklık ediyor. Üçüncü yönelimde giysiler, insan bedeninden ayrıldıkları ve neredeyse giysi olmaktan vazgeçerek naif kumaş parçalarına dönüştükleri siyah beyaz fotoğraflar halinde ortaya çıkıyor. Dördüncü yönelim, Akşin ailesi ile Atatürk’e ait fotoğraflarla kurulan Türkiye bağlantısı ve sanatçı için göçün simgesi olan katlanmış bir peçete fotoğrafı gibi öğelerle belgesel bir tutum içeriyor. Bu dört yönelimli kurgu yüzünden izleyici, sergi boyunca kendisini geçmiş ile günümüz arasında gidip geldiği bir yolculuğun içinde buluyor ve zaman zaman geri dönüp bazı fotoğrafları yeniden yorumlama ihtiyacı duyuyor. Diana Blok aslında acı, öfke gibi duygular da barındırma ihtimali olan bir geçmişin peşine düştüğü halde, onun fotoğrafları günümüzün dünyasında tam da olması gerektiği yerde, bir hüzün köprüsünde duruyor. K2 Güncel Sanat Merkezi’nin içinde yer aldığı Kardiçalı Hanı’nın kapkaranlık çatı katında oraya gidenleri önce bir ses olarak karşılayan, bir zaman karanlıkta yüründükten sonra ise Diana Blok ve Akşin ailesinin buluşmalarını bulutlu bir İstanbul atmosferi eşliğinde yansıtan görüntüleri gözler önüne seren belgesel film, hüznün dozunu daha da artırıyor. K2 Güncel Sanat Merkezi ile birçok sanatçının atölyesini barındıran tarihi Kardiçalı Hanı da, yorgun tarihselliğiyle sergi için çok uygun bir atmosferi teşkil ediyor. Diana Blok fotoğraflarında, kendi öznel tarihinin yitip gitmiş bir kesitinden imgeler ortaya koyuyor. Sanatçının sergiye koyduğu başlığı anlamlandırmamız gerekirse, fotoğraf sanatı yalnızca bir aracı; ancak zaman gösterirse görebiliriz. Ve yitmiş olanın derinliklerine saklandığı labirent ne kadar karanlık olursa olsun, zaman mutlaka gösterir. O, gelecekte de kolektif belleğimizin boşluklarını doldurmayı ve kolektif ruhumuzun yaralarını sarmayı sürdürecek.

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-13 17:51:24