A password will be e-mailed to you.

Ayşegül Savaş Paris’te yaşayan bir Türkiyeli yazar. İlk romanı “Walking on the Ceiling” Riverhead Books tarafından basıldı. Yazıları The New Yorker, Granta, Guernica, The Paris Review Daily gibi yayınlarda yer aldı. Son günlerde ise makalelerini “Hedgehog in the Fog” adlı bir koleksiyonda toplamaya çalışıyor. Kurucu editörümüz Ayşegül Sönmez henüz kitabı Türkçeye çevrilmeyen başarılı yazara ulaştı ve onu bize yakından tanıtmak için söyleşti.

 

Sizi yakından tanımak istiyorum aslında. Kopenhag’da büyümekle başlayalım mı?

Çocukluğum Adana, Ankara, Londra ve Kopenhag’da geçti. Bu şehirler arasında en uzun Kopenhag’da yaşadım. Çok fazla kitap okumaya başladığım, yakın arkadaşlıklar edindiğim, hayal dünyamın geliştiği senelerdi bunlar. Kopenhag’da komşuların ortaklaşa çalıştığı ve her aksam birlikte yemek yediği bir komünde yaşıyorduk. Öte yandan abim ve ben uluslararası bir okulda okuyorduk ve Türkiye büyükelçiliğinin okul sonrası Türkçe derslerine katılıyorduk. Bu yüzden çok kimlikli bir çocukluğum oldu.

 

Sorbonne’da ne öğretiyorsunuz?

Gazetecilik ve iletişim fakültesinde yazı ve edebiyat dersleri veriyorum. Geçen dönemlerde Türkçe kısa hikâye ve tarihten bugüne İstanbul seyahatnameleri hakkında dersler de verdim.

 

Sizce roman yazmak öğretilebilir bir şey mi?

Bence roman yazmayı öğrenmek için çok kitap okumak gerekiyor: çok sayıda, çok farklı tarzlarda, farklı ülke ve çağdan kitaplar. Bu romanların olay örgülerini ve şekillerini incelemek, etkileyici cümle ve paragraflarını tekrar tekrar okumak, roman yazmak için gereken tek eğitim.

 

Romanınız Türkçeye çevrilmedi ancak pek çok Türkiyeli okura ulaştı. Anadili dışında yazmak Türkçe yazmamak üzerine neler söylersiniz?

Ben İngilizceyi çok erken yaşta öğrendim. Çocukluğumda okuduğum kitapların çoğu İngilizceydi. Arkadaşlarımla İngilizce konuşuyordum. Hayal gücümü Türkçe kadar İngilizce de besledi. Üniversiteyi Amerika’da okudum ve orada mastır yaptım. O yüzden İngilizce benim için yabancı bir dil değil. Ayrıca (Letonyalı) eşimle de İngilizce konuşuyorum. O benim ilk okuyucum.

 

Kahramanınız Nunu bir İngiliz yazara açılır. Onunla yakınlaşmasında öteki’ne kendini göstermek, belirli bir kurguda göstermek yok mu? Batılı erkeğe bir bakışa göre kendini tanzim ederek göstermek yok mu bunun içinde?

Benim için M. karakteri “batılı” bir yazar temsil etmiyor. Evet, M. İngiliz, ama bu bir sembol değil. Farklı milliyetten iki insanın arkadaşlığı gerçek hayatta da olan bir şey. Tabii arkadaşlıklarında, her ilişkide olduğu gibi, farklı dinamikler var: Nunu, M.’nin romanlarına hayran ve ona anlattığı hikayeleri beğenmesini istiyor. Aynı zamanda, M.’nin İstanbul romanlarında anlatılan yerleri M.’den daha iyi bildiği için üstünlük taslıyor. M.’den genç olduğu için de… İlişkilerinin sadece “doğulu-batılı”, veya “genç ve güçsüz kadın-baskın erkek” gibi alışılagelmiş dinamiklerden oluşmaması benim için çok önemliydi.

 

Kitabın Penguin Random House tanıtım yazısında anneyle ilişkisindeki suçluluk duygusundan söz ediliyor. Anne kız çocuğu ilişkisindeki suçluluk duygusu üzerine neler söylemek istersiniz? Annelere de mahsus çünkü kız çocuklara mahsus olduğu kadar….

Kitapta sessizliğin farklı boyutlarını, sessiz kaldıkça artan, şekil değiştiren duyguları irdelemek istedim. Nunu ve annesinin birbirlerine karşı duydukları suçluluk, kendilerini ifade edememekten kaynaklanıyor. Nunu çocukken, annesi duygularıyla sessiz kalarak baş ediyor; babanın ölümü hiç konuşulmuyor. Birbirlerine tek kelime söylemeden geçirdikleri günlerin sonunda sanki sıra dışı hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Nunu bu sessizliği normalleştirmek için kendince “sessizlik” oyunları yaratıyor. Liseden mezun olduktan sonra ise kendisi de susmaya, annesini böyle cezalandırmaya başlıyor.

Suçluluk? Gerçeği çarpıtmak?

Bir insana karşı suçluluk duymak onu sevmekle de alakalı; anne ve kız sevgilerini ifade edemediklerinden suçluluk hissediyorlar. 

“Birçok defa (annemle ilgili) bir öykü anlatmak istedim. Ama hiçbiri anneme benzemedi” diyen Nunu aileye ilişkin çok önemli bir gerçeğin ancak o aile üyesini kaybettiğimizde fark ettiğimiz bir şeyi dile getiriyor olabilir mi: Tanıdığımız bildiğimiz örneğin annemizi kaybettikten sonra onu aslında hiç tanımadığımızı mı? Bu mümkün mü? Çok sevmek -anne baba söz konusu olunca hele- biraz da yanlış anlaşmak olabilir mi? Gerçeği çarpıtmak?

Nunu kitap boyunca annesini farklı şekillerde anlatıyor: oda arkadaşı Molly’ye anlattığı sanatçı anne, erkek arkadaşı Luke’a anlattığı sinirli anne, M.’ye anlattığı kendinden emin, neşeli anne. Bu karakterlerin hepsi doğru olsa da hepsi kendi başına eksik. Nunu’nun hatıraları, annesinden dinlediği hikayeler, eski fotoğraflardaki kadın, tek bir karakter oluşturamıyor. Romanın başlıca konularından biri de çok yakın olduğumuz bir insanı, hatta kendimizi, tanıyamamak veya çelişkili şekillerde tanımak. Öte yandan Nunu’nun annesini bu kadar farklı şekilde anlatabilmesi onu çok iyi tanıdığı anlamına da geliyor aslında.

“İstanbul’daki hızlı değişimi yansıtmak istedim”

Türkiyeli bir yazar olarak önce Batı’da tanınmak nasıl bir şey acaba? Biz hep Batı’da tanınmak ve tanınınca çok çok gurur duyan yazar dünyasını biliyoruz…

Bu romanı uzun süre tek başıma yazı masamda yazdıktan sonra, dünyanın farklı yerlerinde okunması, okuyucuları düşündürmesi, belki de etkilemesi beni çok mutlu ediyor ve şaşırtıyor. Bu okuyucunun batılı veya doğulu olmasının bir önemi yok.

 

Bir de tabii Ayşegül Hanım oralardan burasının nasıl göründüğünü demokratik toplumsal anlamda krizlerimizle romanda anlatılıyor minik minik lakin size de sormak istiyorum. Siz nasıl görüyorsunuz buraları zaman içinde sizin için neler değişti ülkenizde sizce?

Romanda İstanbul’daki hızlı değişimi ve bilinmezlik duygusunu yansıtmak istedim. Son senelerde şehir inanılmaz bir süratle değişiyor ve bu değişimin sonu bilinmiyor. Yollar, binalar, dükkanlar, ağaçlar, yeni kurallar ve uygulamalar— hepsi günden güne yok oluyor, yenileniyor. Bu değişimin politik ve sosyolojik açılarından çok, yarattığı tedirgin atmosferi anlatmaya çalıştım.

 

“Sevdikleri mekanlara hayal kırıklığına uğramamak için gitmedim”

İlgi alanlarınızı merak ediyorum. Mesela kitabın geçtiği Paris ve hangi mekanlar hangi filmler ve sergiler bu romanı yazarken sizi besledi?

Öncelikle şehirde yürümek. Bir dönem sık sık Nunu’nun yaşadığı kuzeydeki Gare du Nord mahallesinden şehrin en güneyine kadar yürüdüm. Ayrıca çok flaneur (şehirde yürürken gelişen) kitabi okudum, özellikle Patrick Modiano, Enrique Vila-Matas ve W.G Sebald’in romanları. Hatırlamak, hatırlarken gerçekleri çarpıtmak üzerine Marguerite Yourcenar, Marilynne Robinson, Elizabeth Strout, Italo Calvino, Javier Marias’in romanları bana yol gösterdi. Tarkovsky’nin Ayna filmi de.

Nunu ve M.’nin gittiği küçük müzeleri ben de zevkle gezdim. Mesela heykeltıraş Auguste Bourdelle’in atölyesi. Çok sevdikleri bazı mekanlara ise, hayal kırıklığına uğramamak için, bilerek gitmedim, mesela öğlen yemeğine buluştukları Au Petit Suisse lokantası.

 

İLGİLİ HABERLER

“Körburun’un uzun bir roman olması gerekiyordu, öyle oldu”

Ufku açık tutmak: Harun Farocki

Daha fazla yazı yok
2024-04-30 05:54:22