A password will be e-mailed to you.

Sanatçı Hatice Güleryüz, sanatçı arkadaşı, çağdaşı Akram Zaatari’yi yazdı.

Ayşegül Sönmez Salt Beyoğlu’nda açılan Akram Zaatari sergisi hakkında yazmamı önerdiğinde bunun oldukça zor olduğunu düşündüm. Bir sanatçı olarak Akram gibi önemli, uzun süredir tanıdığım ve benim için özel bir sanatçı hakkında yazmak çok da kolay değil.

 

Sergide, tarihsel gelişim içindeki Lübnan toplumunun bireysel deneyimlerini, politik ve kültürel geçmişle iç içe geçen gerçekliklerini, sosyal, siyasal, ekonomik ve erotik olanı sanatsal bir boyuta taşıyan Akram’ın işlerinin duygusal yanı beni çok etkiledi. Dürüst, içten, zekice bir sergi.

 

Şimdiki anın, her saniyenin geçmişte kaldığını tekrar hatırlatırcasına bizi zamanın sonsuzluğuna ve başka dünyalara davet eder. “Tarih yazıyorum veya tarihteki boşluğu dolduruyorum” derken izleyiciyi de o tarihin bir parçası haline getirir. Çocuksu bir merak, araştırma, gizli olanı bulma, ortaya çıkarma duygusunu sanatçıyla paylaşırız.

 

Güncel tarihten çok, geçmiş tarih ile ilgilenirken kendisini daha özgür hisseden Akram Zaatari 1982 yılında, on altı yaşında ergenlik döneminin güzel dünyasındayken İsrail, Güney Lübnan’ı işgal ederek, Akram’ın yaşadığı Sadai’yı bombalamaya başlar. Akram’ın Salt’taki konuşmasında bu dönemdeki düşünce ve duygularını bizimle paylaşmasının ardından sergiyi daha başka boyutta izledim. Çocukluğunda mutlulukla izlediği havai fişeklerin şaşalı renkli görüntüsü, patlama anılarının ardından, bir gün bombaların patlama sesleriyle kendisini başka bir gerçeklikte bulduğunu belirten Akram, videolarında bu duyarlılığı bize hissettirir. Çocukluk yılları boyunca, entelektüel dünyasına katkıda bulunan Hitchcock, Bergman, Fassbinder gibi önemli yönetmenlerin filmlerini İsrail televizyonundan izleyerek, sinemayı öğrendiği ülkenin yaşadığı şehri, binaları, okulu, terörist barınağı diyerek bombalaması sanatçının içinde bulunduğu gerçekliği dramatik bir şekilde değiştirir.

 


Letter to a Refusing Pilot (Reddeden Pilota Mektup, 2013) videosunda gördüğümüz 16-17 yaşındaki gençleri, Akram oldukları hissiyle izledim. Akram’ın babasının da kurucularından olduğu erkek okulunu bombalamayı reddeden Pilot’un ve Akram’ın hikayesidir bu video. Videosunda gördüğümüz hedef işaretinin kilometrelerce uzaktan  yakına, daha yakına ve daha da yakına kadar zoom edebilmesini görmek korkunçtur, binaların penceresinden bile girebilecek kadar özel alanları ihlal etmesi de sembolik olarak bizi düşündürür. Kamera ustaca ve yavaşça mekanda dolaşır, boş ve terkedilmiş mekanların yarattığı hüzünlü duyguyu hissettirirken sanki ben de onlardan biri ve orada oldum, o zeminlere ayak basar gibi. Mekanın dilini anlamaya, konuşmaya başladım. Kimler yürümüştür o zeminlerde, neler yaşanmıştır o dört duvar arası özel alanlarda.


 

Videonun sonuna doğru, üç delikanlı kağıttan uçakları havaya fırlatırken halleri sakin ve yavaştır. Her şey, düşünceler dahi yavaştır. Ergenliğin verdiği heyecan, karşı konulamaz enerji yoktur onlarda. Elleri kağıt uçakları yaparken duyarlıdır. Sevgiyle yavaşça katlarlar kağıdın köşesini ve uçururlar umutlar gibi. Bu kağıt uçaklar götürür bizleri bombaların sesinin kaynağına, patlamaya.


 

Salt’ın ikinci katında yer alan Madani koleksiyonundaki işlerin hikayesi 1999’da başlar. Akram, Saida’da sanatsal bir proje için araba ve tır görselleri ararken 1953 yılında kurulan Hashem El Madani’nin fotoğraf stüdyosu Sehrazad’a gider.  Daha önce görmüş olduğu araba tamirleri fotoğraflarından bazılarını kullanmaya başlar ve zaman içinde Madani’nin de güvenini kazanan Akram kullandığı arşivi genişletir. Fotoğrafların kendisi ve ne gördüğümüzün ötesinde bu fotoğrafların içerdiği bireysel hikayeler zaman içinde daha da ilgisini çekmiştir.

 

Saida şehrinin yüzde doksanının fotoğraflarının çekildiği bu mekan, gizli kalmış kimliklerin de dışa vurulduğu bir tiyatro sahnesine dönüşmüştür. Oldukça muhafazakar bir şehir olan Saida’da yaşayan insanlar Madani’nin stüdyosuna gidip sosyal sistemin yarattığı baskılı kimliklerinden kabul edilmişin dışına çıkarak kamera önünde istedikleri gibi poz vererek kendilerini ifade etmişlerdir. Akram’ın arşivi oluştururken şaşırdığı ve daha önce hiç görmediği kadın kadına, erkek erkeğe öpüşme pozları veya erkeğin kadın kılığına, kadının erkek kılığına girmesi onu çok etkiler, kamera önünde neyin mümkün, neyin mümkün olmadığını düşünmeye başlar. Aynı zamanda mekanın kimliğinin nasıl değişip farklılaşabildiğini düşünür ve 20. yüzyılın ikinci yarısının tarihinin hem kendisi hem başkaları için önemini fark eder. Madani’nin arşivinin parçalar halinde değil de bir bütün olarak, dikkatle korunmasının gerektiğinin farkına varır.

 

Süreç içinde fotoğrafın teknoloji ile ilerlemesi, çekim süreci ve günümüzde nasıl tüketildiğini de araştırmaya başlar. Arşivlerin dokunulmazlığı, hesaplaşmaları ve araştırıcı yönlerini de bizimle paylaşan Akram için önemli olan sadece bir arşive, bir koleksiyona sahip olmak değil, koleksiyonun nasıl kullanıldığı, pratiklerinin değişimi, zaman içindeki fonksiyonlarının sorgulanmasıdır. Zaman içinde dijital fotoğrafların kullanılmaya başlaması ile ekonomik olarak kazanç sağlamadığı için kapanma aşamasına gelen Sehrazat’ın bu ekonomiden başka bir ekonomiye nasıl dönüşebileceğini de araştırır. Sehrazat kapandığında Akram arkeolojik kazı yaparcasına bu arşivi incelemeye alır böylece işlerinde arkeolojik boyut da böylece başlar.

 

“Tarih geçmişte başlayıp şu anda sona erer” diyen Akram’ın işlerini izlerken yaşadığımız şu an nasıl arşivlenir diye düşündüm. Şimdi, güncel olan, toplumsal ve siyasi olan nasıl arşivlenebilir? Bu arşivi kimler, nasıl, hangi kriterlere ve tekniklerle göre hazırlar ve sonraki nesiller bunları nasıl çözümler? Akram’ın Dokumenta 13’de yaptığı Zaman Kapsülü’nde eserlerin korunmasını ele aldığı gibi. 1975 yılında Lübnan savaşa başladığında Devlet müzesindeki eserlerin ne yapılacağı tartışılırken, eserlerin alınıp bir korunağın içine gömülmesi kararı veriliyor. Akram, henüz tümüyle açılmayan bu korunağın hikayesinden esinlenerek geleceğe bir mesaj iletiyor. Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinde tarihsel  fotoğraf pratiğinin yok olma tehlikesine karşı korumak amacıyla 1997’de bir kaç sanatçı arkadaşıyla kurduğu Arab Image Foundation’daki 600.000 fotoğrafı nasıl saklarız, nasıl koruruz sorgulamaları bu işinin başlangıç noktasını oluşturur. Yüzeyi kazıyıp eser çıkarma ile eserler gömülüp, gelecek farklı nesillere nasıl ulaşır, bunlar nasıl farklı hikayelere dönüşür;  bu bilgilerin bulunup bulunmaması önemli mi sorgulamalarını da bizimle paylaşır.

 

The end of time (Zamanın Sonuna, 2013) videosunda insan, bellek, zaman, cinsellik, samimiyet sorularını üç karakter arasındaki ilişkide irdeler. Doğum, yaşam, aşk, arzuların etkili bir biçimde klişelere dönüşmesini yansıtır. Yine zaman ve boşlukta kalmış mekan ile karşılaşırız. Bakışlar, hareketler yavaştır, dokunuşlar derindir, hissedersiniz iki bedenin birbirlerine duyarlı ve şehvetlice dokunuşlarını. Sanki hızla giden koşturmaca içinde bulunduğumuz günlük yaşamımıza bir durun dercesine. Zamanı durdurduğu bir iş olarak gördüm bu videoyu.

 

Dance to the End of Love (Aşkın Sonuna Kadar Dans, 2011) youtube kliplerindeki Arap gençlerin kendilerini sosyal medyada nasıl ifade ettiklerini sunarken, sosyal medyanın günümüzdeki yerine değinir. Zaman kavramını burada da görürüz. Fotoğraf ve videonun teknolojik gelişimini, sosyal medyanın yerini tarihsel ve felsefi bir açıdan inceler.

 

Another Resolution (Başka çözünürlük,1998) Akram’ın yaptığı eski bir iş. Orta Doğu konusunda araştırma yaparken karşısına çıkan çocuk fotoğrafları onu çok etkilemiş. Aileleri tarafından çektirilen bu fotoğraflarda gayet cazibeli yetişkin kadın pozlarındaki minik kız çocukları; ellinde tabanca tutan erkek çocuk pozları çocuklukta anne ve babanın verdiği rollerle cinsellik, kimlik üzerine göndermeler yapar.

 

 

Son yıllarda gördüğüm en iyi sergilerden biri olduğunu düşünerek, oldukça güçlü işlerin etkisiyle Salt Beyoğlu’ndan çıkıp Istiklal caddesinde kalabalığa karıştım. Ama sanki ben durmuşum, kalabalık her yönden hareket ediyordu. Zamanın durması ile birçok zamansal boyutu aynı anda deneyimlercesine, şu anın politik, sosyal, kültürel ve kişisel olanın yıllar sonrasında nasıl sergilenebileceğini düşünmeye devam ederek, çevremdeki insanların hikayelerini benliğimde oyunsal kurguladım. Anne babalarının çocukken onlara verdiği rollerle çekilmiş çıplak çocuk fotoğraflarının hayali görüntülerini düşündüm. Bizim dışımızda yapılanmış, gerçek olarak kabul edilmiş birçok durumda, çevremizdeki insanların, hatta en yakınlarımızın bile kendi gerçekliklerini temel alarak, önyargıları ile tam bizi tanımadan, tanıma zahmetine bile girmeden biz olmayan,  zorla bizleştirilmeye çalıştıkları, bize verilen rollerimizi farklı boyutta görmeye başladım. Zorla bize yapışmış bu rollerden uzak, kendimiz olmanın o karşı konulmaz cazibesinin peşinden gitmenin heyecanı ile Akram’ın videosundaki kağıttan yapılmış uçağın üzerinde umutlara doğru uçtuğumu hissettim.  

Daha fazla yazı yok
2024-05-19 17:34:03