A password will be e-mailed to you.

"Bir Bilim Adamının Romanı,  Türkiye bilim tarihinin en önemli isimlerinden Prof. Dr. Mustafa İnan’ın biyografik romanı. Romanın yazarı da İnan’ın öğrencilerinden,  Türk Edebiyatı’nın büyük ismi Oğuz Atay."

Ailede kendisinden önceki bütün erkek çocuklar henüz bebekken öldüğü için doğduğunda annesi, ‘kaderi kandırmak’ adına beşiğine siyah battaniye örtüyor. Posta memuru Hüseyin Avni Bey’in eşi Rabia Hanım, ‘Mutlu değiliz ey kader! Oğlumuz olmadı gibi düşün!  Dokunma bize! ’ mesajının devamını,  küçük Mustafa’nın  kulağına küpe takmak gibi detaylarla sürdürecek sonrasında.

Lakin malum, sakınan göze çöp batar. Evin gözbebeği 4 yaşında iken, Adana’nın ‘sarı sıcağında’ gece vakti herkes ‘açık havada’  uyurken, damdan düşüverecek. Oysa savaş yıllarının yokluğunda altın kadar kıymetli şekeri kızlardan sakınıp, Mustafa’nın çayına ve sütüne bolca koyuyorlardı. Her şeye rağmen, çocuk cılız ve narin. Çabuk hastalanıyor. O yüzden onu okula verirken hocayı tembihliyorlar: ‘Bunu falakaya yatırma! Ne olur!’

Derken Adana Lisesi’nde Leyli Meccani yılları. Sinek içinde boğulan, bulanık ve miskin Seyhan Nehri’nin tersine pırıltısı bütün okulu aydınlatan büyük zekanın ‘sahne aldığı’ dönem. Daha o yıllarda arkadaşlarına matematik-fizik öğreten Mustafa, Yüksek Mühendis Mektebi’nde bu geleneği sürdürerek, hiç defter tutmadan ve bir kere bile kimse tarafından ders çalışırken görülmeden okulu en yüksek dereceyle bitirecek.

Dost canlısı sohbeti, edebiyata merakı, zekası ve anlatım kuvvetiyle çoktan efsane olmuş durumda. Arkadaşlarıyla okul duvarından atlayıp Beyoğlu’na bira içmeye giden de o; Fuzuli’ye ve Ömer Hayyam’a daha o yıllardan tutkun olan da… Seneler sonra, İTÜ 1937 mezunu mühendis arkadaşları, ‘Mustafa İnan’la aynı devre mezunuyum’ diye gurur duyarak,  not düşecek bu durumu.

Ama şimdi başka bir zamandayız. İsviçre’de Seefeld Strasse 60 numarada ikamet eden, ayın sonunu bir türlü getiremeyen arkadaşlarına borç para veren ve boş kaldığı zamanlarda Divan Edebiyatından şiir  ezberleyen ‘soluk benizli’ doktora öğrencisi,  Zürih’teki yurtta, kendi kendisiyle konuşuyor:  ‘.. Bu fırsatı iyi kullanmalısın oğlum Mustafa: Mademki dört yaşında damdan düşünce ölmedin, yaşamayı hak ettiğini göstermelisin. Bon pour L’orient (Doğuda geçerli)  bir doktora çalışmasıyla yetinmemelisin. Türkiye’de yüksek mühendis yetiştiren bir mektep olduğunu duymamış olan şu yabancılar takımını utandırmalısın…’

Sözünü tutup, sonrasında pek çok batılı bilim adamının referans göstereceği bir çalışmayla – Fotoelastisite– doktorasını tamamlayacak. İsviçreli hocalarının bütün ısrarlarına rağmen, ‘vatan beni bekler!’ diyerek ülkesine dönecek ve İTÜ’yü hem hocalık,  hem de idarecilik vasıflarıyla bir güneş gibi aydınlatacak.

Her gün evden işe sefertasında yemek taşıyarak, kaloriferli bir evle 40 yaşında tanışarak, ölümüne yakın nihayet bir ev sahibi olarak, onca parasızlığa rağmen dışarıdan hiçbir proje almadan, oğlunun doğumunda eşini hastaneden borç-harç çıkarma pahasına ‘vatana hizmet edecek.’

Oysa, herkes hemfikir: İsviçre’de kalsaydı dünyanın sayılı bilim insanlarından biri olacaktı.
Olsun. Umurunda değil. Akademik dünyanın buz misali ve ezberden ibaret bütün kurallarını yerle yeksan ederek hocalık yapıyor. En anlaşılmaz formüller onun dilinde ‘hap gibi!’. Yerel olan, ‘bizim’ olan, matematikten, tasavvuf ve edebiyata dek onun için vazgeçilmez kıymette.

Mesela,  kim demiş Mevlana Celaleddin,  Einstein’dan ‘daha az sırra vakıf’ diye? Ayrıca, bütün bu süreçte Yahya Kemal’in ‘masa’ arkadaşı. Dönemin entelektüel kadrosu onsuz toplanamıyor. Alaturkacılara matematik anlatıyor. Müzik dinliyor. Rakı içiyor. Gazinoya, tiyatroya  gidiyor… Yaşıyor.

Taşradan gelen, ‘soluk benizli’, dört yaşında damdan düşen çocuk, üniversite eğitimini tamamladığı okulda önce dekan, sonra rektör olarak görev yapıyor. Her şey bittikten sonra TÜBİTAK’ın kurucu kadrosunda yer alıyor. Ardından gelen Bayındırlık Bakanlığı teklifini ‘siyaset beni bozar’ diyerek reddediyor.

İnsanlarda en çok ‘samimiyetsizliğe’ şaşırıyor. Matematik-fizik zekâsıyla Türkçe’nin altını üstüne getiriyor. Çok güzel içli köfte yapıyor. Fıkraları dilden dile dolaşmakta. ‘Kul elhayrü ve illa feskut’ –Ya hayırlı konuş, ya da sus– en sevdiği sözlerden, Hint Felsefesi ve Kızılderililerin büyük ‘kırılması’ ilgi alanlarından…

Side’deki köylüye sabit ısıyı anlatarak, iyi yoğurdun nasıl yapılacağını anlatmaya üşenmeyen, ‘düşünme egzersizi’ derslerinin müfredata mutlaka konulması gerektiğini düşünen, bütün hocalık döneminde yalnızca bir kez ‘halkaların burkulması’ formülünü cebinden çıkarıp bakan, evlenme teklifini karşısındaki sandalyede oturan Jale Hanım’a Alman dilinde küçük bir pusulaya yazarak yapan 24 Ağustos 1911 doğumlu Mustafa İnan, Almanya’nın Freiburg şehrindeki hastanede,  5 Ağustos 1967 günü, ‘Uyku ilacımı verin artık. Hemen uyuyacağım, çok halsizim’ dedikten sonra uyuyor. Bir daha uyanmıyor.

Bir Bilim Adamının Romanı,  Türkiye bilim tarihinin en önemli isimlerinden Prof. Dr. Mustafa İnan’ın biyografik romanı. Romanın yazarı da İnan’ın öğrencilerinden,  Türk Edebiyatı’nın büyük ismi Oğuz Atay.

Başka söze gerek var mı?


Notlar:

1.Önce kitaptan bir anekdot: “… Bir gün de bilim kurulunun Ankara’daki toplantısından çıktıktan sonra, Karpiç Lokantası’nda Süleyman Demirel’e rastlamıştık. Demirel, Mustafa İnan’ın öğrencisiydi ve hocasına da çok saygısı vardı. Yanımızdaki masada kardeşi Şevket Demirel ile oturuyordu. Bizi çağırdılar, birlikte yemeğe başladık. O günlerde Demirel, Devlet Su İşleri’nden ayrılmıştı, müteahhitlik yapıyordu. Siyasete atılacağı söyleniyordu. Mustafa Bey birden eski öğrencisine sordu: ‘Yahu Süleyman, duydum ki sen siyasete atılacakmışsın. Sakın ha. Ben seni akıllı bir adam bilirim.’ Demirel gülümsedi: Böyle bir şeyi benden umar mısınız hocam?” Bu alıntıdan sonra hatırlamanın tam da zamanı değil mi? Ne diyordu o ünlü ‘atasözü’!? Dün dündür…

2.Yine kitaptan, ‘mühendisçe’ dilinde bir alıntı: “Eğriliği çok az olan silindirik şeritler, eğilmeye maruz kaldıkları zaman moment, belirli bir değerden küçük kaldıkça, elastik denge kararlı olur; fakat dış moment belirli bir kritik değere erişince denge kararsız olur ve şerit ani olarak katlanır. Bu stabilite hadisesi burada diferansiyel denklem yoluyla incelenmiş ve kritik eğilme momenti için kapalı bir formül verilmiştir.” Bu satırlardan sonra söylenecek olan, mühendisler-bilimciler: ‘Başka Tanrı’nın Çocukları!’

3.Mustafa İnan’ın ‘bilimsel bestseller’ı olan Cisimlerin Mukavemeti mühendislik fakültelerinde okutulmaya devam ediyor. Kitabın hikâyesi ayrıca ilginç. Bilim tarihinden yerli ve yabancı onlarca ismin resmi geçit yaptığı romanda, Oğuz Atay da ‘kendisi’ olarak, hocası ile aralarında geçen diyalogla yer almakta. Ve Oppenheimer ile ilgili bölüm ilginç ötesi!

4.Prof. İnan’ın öğrencilerinden Şenol Utku’nun şu sözleri de kayıtlarda: “Hocanın bana en çok etki eden sözleri, 1950- 51 ders yılında Teknik Mekanik 1 dersi sırasında Genel Yerçekimi Kanunu ile ilgili konuşması olmuştur. […] Eski Mezopotamya’da başlayıp Newton’da gerçekleşen bu gelişimi ondan dinlerken muhakkak ki ömrümün en ilginç ve heyecanlı anlarından birini yaşamışımdır.” Bu satırların devamında Genel Çekim Kanunu’nun ‘lirik tarihi’  var. Okumayan, kaybeder.

5.Son olarak, Mustafa İnan’ın çok sevdiği ve ‘Parasızlıktan daha önemli bir mevzuudur…’ dediği, Fuzuli’nin romanda da yer alan ünlü dizelerine bakalım. İnsanın şartlar ne kadar geniş ve imkânlı olursa olsun nihayetindeki yalnızlığına dair:

Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı

Daha fazla yazı yok
2024-05-17 14:41:43