A password will be e-mailed to you.

Vivet Kanetti’nin dün piyasaya Kanat Yayınları’ndan çıkan kitabı Deli Ruh‘tan bir makale karşınızda. 

 

Paris’te son Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı’nın (FIAC) açılış gecesi; bir standtan diğerine ufak adımlarla yürünüyor. Tramvayda gibiyiz, ama çok lüksünde. Bir durakta, bizim dergilerin kapak abonesi mankenlerden Claudia Schiffer biniyor tramvayımıza ve bu dişi Avarel, hemen dikkatleri üzerine topluyor. “Gözlemciler” yakından onu, cüssece iri, yanaklarını fazlaca pembe, bütününü biraz esrarsız buluyorlar. 

Bizim meslekte “ben” demeye cesaret edilemeyince “gözlemciler” denir, bilirsiniz değil mi? İki pergel açışta altı metre kateden bir kız bu. Boy atma çağında belki çok süt içmiş. Kuzey Avrupa sosyal demokrasisi çocuğu. Cardinale gibi İtalyan neo-realist çağda büyüyüp, berbat bir beslenmenin açıklarını eşsiz bir derinlikle kapatmış bir Claudia değil mesela. Ayaklarını azıcık içe doğru atarak yürüyor; bunun ayrı havası olmalı podyumlarda. Gecenin belki en zevksiz giyinmiş kızı, ama ne önemi var? Öyle şöhretli ki, kadınların gözü onda. Çok daha baş döndürücü, çok daha insani beden ölçülerine sahip olanlar, çok tazeler, çok olgunlar; hepsi ona bakıyor… Bakıyorlar, çünkü sırrını merak ediyorlar. Bu isterik ilgi karşısında en şişinen, kavalyesi. Tellal ruhlu adam! Bir başka durakta, kocasıyla, Paloma Picasso. Dâhinin akıllı kızı. Şahane kırmızı dudakları, satılık parfümleri, satılık mücevherleri var. Claudia Schiffer yakından Avarel ise, bu da neredeyse Joe. Nasıl bu denli kısa, bu denli neşeli olabilir ve niye dudakları fotoğraflardakinden çok daha az kırmızı (güzel bir makarna yedikten sonra boyası tazelenmemiş gibi)?

Buyurun, yeni bir şok daha; üstelik bu sonuncu değil. Uluslararası kremayı yararak fuarın şeref konuğu İtalyanların getirdiği yeni Rauschenberg’lere, Londralıların getirdiği uçan tavşanlara (Flanegan’lar) ve Cicciolina’nın Amerikalı kocası Jeff Koons’un sarı yaldız çerçeveli Hint tapınağı aynasına göz ucuyla bakarken, yeni bir köşe ve kim bu karşıdaki? İnanmayacaksınız: Lenin! Bir tane de değil. Beş, yedi, on adet. Hepsi bronz, kocaman başlar. Fastan, profilden ve yan yana, aynı duvardalar. Hepsi, eski Sovyetlilerin elinden çıkma. Marjinallerin değil, devlet sanatçılarının! Batı’da hep alay konusu olanların… Bronzların yanında iki buçuk metrelik tuvalde, gene Lenin. Çelik bakış, tovariçler, kızıl bayrak: İhtilalin tüm mitolojisi. Paris’in en milyarder, en New York irtibatlı sanat tacirlerinden birinin (Galerie Beaubourg) son numarası bu. Meslektaşları hasetten sararıyorlar. Fuarın heyecanı, hatta happening’i, bu sergi. Bir dolu isimsiz sanatçısı; ve tek konusu var. Koleksiyoncuların timsah derisi ayakkabıları dış cepheden içeriye kayıyorlar, merakla. Gene dev tuvaller ve bu kez Lenin büstleri yere dizilmiş. Bronz, ağır, sosyal gerçekçi… Doğrusu pek egzotik duruyorlar şu dekorda. Yıllarca, “o tarafta”, devlet dairelerinin cephelerini, içlerini süslemişler. Bir zamanın komünistleri onları yerlerinden söküp, sokağa atıp, artık unutmak istediklerinde, “bu tarafta” değer kazanıyorlar, nihayet. Doğu Avrupalılar kızıl bayraktan söktükleri çekici Lenin’in heykeline indireli, o heykellerin en kabası Batı’da on binlerce dolara gitmeye başladı. Çünkü zenginler hiçbir zaman fakirlerle aynı anda aynı şeyleri beğenmezler. Hayatın belki en eğlenceli tarafı, bazen tamamen ipe sapa gelmez bir şey olması. 

Daha fazla yazı yok
2024-05-16 06:48:08