A password will be e-mailed to you.

Ölümünün 50. yılında Halide Edib Adıvar, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Can Yayınları’yla birlikte gerçekleştirdiği bir sempozyumla anıldı. Yazarımız Çağla Gillis’in sempozyuma dair izlenimlerini sizlerle paylaşıyoruz.

Ta ilkokul sıralarında, o ezbere eğitim sisteminin klasik cümleleriyle tanıdım onu: “Halide Edib, Milli Edebiyat Döneminin tanınmış ilk kadın romancısı ve hikâyecisidir. İngiliz dili ve edebiyatı profesörüdür. Bazı eserlerini İngilizce yayımlamıştır. Konuşma diline bağlı kalmıştır. Türkçülük akımını benimsemiştir. En ünlü kitabı Sinekli Bakkal’dır.” Sonra ise uyarlanan televizyon ve sinema filmleriyle… Eee, başka?

Maalesef artık adını bile duymadığımız, torunu Ömer Sayar’ın da dediği gibi, ölüm yıldönümlerinde bile herhangi bir gazetede anılmayan Halide Edib, bu yıl üst üste en iyi şekilde anıldı. Birincisi bu yıl, UNESCO tarafından Halide Edib yılı ilan edildi; ikincisi ise Mimar Sinan Üniversitesi, Can Yayınları’nın katkılarıyla muhteşem bir sempozyuma imza attı: “Ölümünün 50. Yılında Halide Edib”

Halide Edib üzerine makaleler yazmış, araştırma ve çeviri yapmış onlarca yazar ve akademisyen, onu yazılarıyla andı. Aralarında torunu Ömer Sayar da vardı. Sayar, Halide Edib’in dominant biri olduğunu söylüyor. Galiba böyle biri olmasının nedenini de sempozyumun sonlarına doğru anlıyorum. Halide Edib, Türkiye’de eksikliği hep vurgulanan birey kimliğinin ilk ve erken temsilcisi. Bireyin nadir olduğu hatta çok da engellendiği bir dünyada, böyle bir insanın hem de kadın olarak var olması çok daha zor. Sempozyumda da Halide Edib’in en çok bu bireyci yanı vurgulandı ve daha duymadığımız bilmediğimiz nelerden bahsedilmedi ki?

Abdullah Uçman, yazarın ünlü kitabı Sinekli Bakkal üzerinden dönemin siyasi ve sosyal meselelerine değindi. Handan İnci, Sinekli Bakkal’ın “devrimci değil, evrimci” olduğu gerekçesiyle dönemin sol görüşlüleri tarafından bile sıcak karşılanmadığını söyledi. Hülya Argunşah, yazarın ikinci eşi Adnan Adıvar ve onun siyasi figür olarak çok güçlü bir eş olması karşısında, Halide Edib’in yazarlık kimliğinin “varoluşsal bir gereksinim” olduğunu belirtti. Otobiyografileri üzerinden yeni bir Halide Edib okuması yapan Nazan Aksoy ise yazarın çok eşliliğe karşı sert tavrını ve sık sık vurguladığı Türk modernleşmesinin ikircikli yönlerine değindi.

Edib’in, özel hayatından kamusal hayatındaki varlığına geçiş yaptıktan sonra otobiyografilerinde özel hayatından hemen hemen hiç bahsetmemesi ve kadın kimliğine dair görüşlerini sadece roman karakterlerine bırakması tüm salonun ilgiyle dinlediği bölümdü. Sempozyumun sonlarına doğru da Mustafa Kemal’in otoriter karakterine getirdiği eleştirel yöntemle Halide Edib’in özgürlük mücadelesinin bütünselliğine yaptığı vurgunun altı çizildi. Hülya Adak ise, yazarın henüz Türkçeye çevrilmemiş eseri Inside India üzerinden “karizmatik lider” kavramına getirdiği eleştiriler ve sınıflandırmalara değindi.

Bana en ilginç gelen nokta ise bu kadar bireysel özgürlüğüne düşkün birinin ve bunun uğrunda mücadele vermiş bir kadının daha sonraları sadece kamusal kişiliğiyle ön plana çıkmak istemesiydi. Bir diğer ilgi çekici nokta ise tarihi ve edebi kişiliği ile anılmak istenen Halide Edib’in, çocuklarını İstanbul’da bırakıp milli mücadele için Ankara’ya geçmesi… Türkçe kaynaklarda pek rastlamadığımız şu sözler onu tanımak için birebir: “Çocuklarımı bir defa daha görmek, onlara bir defa dokunma şansımın milyonda bir olduğunu biliyorum ama onlara benden bir şeyler kalmasını istiyorum. Onların benim hangi koşullarda, onlardan ayrılmak zorunda kaldığımı, hırslı ve geniş gönlümün beni bir anne olmakla yetinmeyip nasıl daha büyük emellere yöneldiğimi anlamalarını istiyorum.”

Daha sonra ise romanlarındaki güçlü kadın karakterlerine karşın Halide Edib, milli mücadele yıllarında kadın kimliğini tamamen bastırır, adeta cinsiyetsiz bir kimlikle Ankara’daki mücadelenin içinde yer alır. Vatan sevgisi uğruna kadın kimliğini hep arka planda tutar. Bu nedenle de Cumhuriyet döneminin yaratmak istediği başarılı örnek kadın portresi çizilmesine katkıda bulunmuştur.

Yaklaşık 8 saat süren sempozyum, su gibi akıp geçti. Bitmese de gitmesek modundaydım. Yapılan etkinlik, onu tüm yönleriyle (yazar, vatansever, anneanne, eş, kadın) tanımama fırsat verdi. Hatta onun üstüne kitap yazmış yazar İpek Çalışlar’ın da dediği gibi buradan ayrı bir kitap bile çıkabilir.

Yazımı, Halide Edib’in ta o zamanlarda kurduğu hayal ile bitiriyorum: Her bir fikrin var olması ama hiçbir fikrin öne çıkmaması; özgür, eşit bir dünya… Bütün dinlere hayır ama bütün dinlere evet!

Daha fazla yazı yok
2024-05-16 08:29:59