A password will be e-mailed to you.

Sevinç Altan, Galeri 44A’daki büyük yankı uyandıran sergisi Bölge‘yi hazırlarken yıllardır “bölge”de öldürülen çocuklardan yola çıkmış.

 

Sevinç Altan, sayıları beş yüzü aşan ama nasılsa görülmeyen “ölü çocuklar”la ilgili bir rapor çalışmasının içindeyken, sergisiyle, devletin bölgeye tam da nasıl baktığını bir kez daha gösteriyor.

 

Amargi: Bölge, “istisna hali” üzerine kurulu bir sergiydi. izleyene hem sunumu hem de üslubuyla çok şey söylüyordu. Sizi Bölge’ye hangi süreç getirdi?

Sevinç Altan: Bölge; Arabölge–Gölge ve Arabölge–Av başlıklı sergilerden sonra gelen bir parantez sergi. Bölge herkesin hemen anlayacağı gibi belli bir coğrafi alana işaret ediyor. Beni buraya bakmaya yöneltense yıllardır sürüp giden savaşta devletin hedef alarak ya da hedefte bırakarak öldürdüğü çocukları mesele eden, benim de katkıda bulunmaya çalıştığım bir rapor çalışması oldu. 1989–2012 tarihleri arasında medyada popülerleştirilerek yer alan Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol gibi öldürülmüş 520 çocuk var ve bu ölümler maalesef halen devam etmekte. Meselenin görünürlüğünü sağlamak, sorumlulardan hesap sorulmasının yolunu açmak niyetiyle oluşturduğumuz bir inisiyatiftik başta. Şimdi, kalıcı bir hafıza oluşturmak için, daha kapsamlı, çok ayaklı bir çalışmayla meseleyi raporlaştırmak istiyoruz. Bölge böyle bir çalışmanın içindeyken çıktı. Roboski’de olanlar, 34 kişinin devlet tarafından bombalanarak öldürülmesi de itici güç oldu sergi için.


Amargi: Aslında başbakanın Roboski’den hemen sonra söyledikleri, Bölge’nin haklı bir yerden konuştuğuna da teyit niteliğinde. Siz koyu renk zeminler üzerine gölge figürler çalışarak insanların görünmezliğine işaret ettiğiniz sırada “Ahmet, Mehmet fark etmez” lafı geldi. Ne ironi değil mi?

Sevinç Altan: Evet. Tam üstüne düştü çalışmanın ve durumu çok güzel özetledi başbakanın sözleri. Devlet, insansız hava aracının gözü gibi bakıyor bölgeye. Oysa o tepeden bakışla gölgeler olarak gördüklerinin tek tek adları var, kimlikleri var. Çocuklar da işte bu bakışla çok kolay gözden çıkarılabiliyor, çok kolay öldürülebiliyor. Sayı çok yüksek ve medyanın gösterme biçimi de çok sorunlu; ölümleri tekil bir olaymış gibi gösteriyor, arkadaki büyük resmi görünmez kılıyor. Mesela Ceylan Önkol’u güzel gözleriyle popülerleştirip diğer yüzlercesinden söz etmiyor bile. Sözünü ettiğim raporu biraz da bu yüzden hazırlamak istiyoruz.

 

Amargi: Politik olarak belki tam da bu gerekiyor: Türklerin söz söylemesi.

Sevinç Altan: Kürt meselesinin esasında Türk meselesi olduğu ifade ediliyor zaten. Devletin verdiği kimliği kabul ederek bir kalıp içinde mutlu mutlu yolumuza devam etmişiz. Bunun bir şanssızlık olduğunu düşünüyorum Türkler açısından. Belki de bu yüzden “bölge”deki feryada gözler, kulaklar kapalı. Oysa Kürtler, devletin verdiği kimliğe karşı çıkarak kendi kimlikleri, varoluşları için direnişe geçmişler. Kürtlerin kendi kimliklerine sahip çıkmak için verdikleri mücadeleyi görmek kendimize bakma şansı olabilir belki.

 

Amargi: Resimlerinizde iki şey dikkat çekiyor: Çok koyu zemin üzerine işlenmiş küçük figürler, büyük bir ironi yaratıyor. Neredeyse görünmezler, karanlıkla –diyelim ki, hasbıhal ediyorlar. Bir diğer ilginç nokta da resimlerinize verdiğiniz isimler. Öldürme eyleminin gösterildiği resimlere mesela “İş’e giderken” gibi isimler vermişsiniz. Devlet tarafından görevlendirilmiş resmi/gayri resmi kişilerin öldürme eylemini tam da bir vazife, bir iş gibi görmelerine açık bir göndermede bulunuyorsunuz.

Sevinç Altan: Evet. Devlet derinlerinden "iş"e giden adamlar çıkardı, hepsi de gözlerini kırpmadan işlerini yaptılar. Sergi, heronun hedef işaretiyle başlıyor , 5 No’lu Bina ve oradan devam eden bir izlekte "iş"e giden adamla resimleri takip ediyoruz. Hemen her resimde dolaşan bu tekinsiz figür resme bakanla hiçbir ilişki kurmuyor, sadece "iş"ine bakıyor. Bir bakıma faili meçhullere işaret ediyor, 90’lı yıllara götürüyor bizi.

 

Amargi: Bir de bir ceylan figürü var ki o resme bakanla bir ilişki kuruyor. Bu figür sanırım hem öldürülen Ceylan Önkol’a hem de bir masumiyete işaret ediyor.

Sevinç Altan: Evet, ceylan resme bakana bakarak hem bir hatırlatma yapar gibi hem de bir anlamda şimdiki zamana getiriyor bizi, meselenin devam ettiğine de işaret aynı zamanda.

 

Amargi: “Bölge” ile kast edilenin tam da neresi olduğunu hepimizin biliyor olması ilginç değil mi? Siz serginize isim olarak bunu seçerken aklınızdan neler geçmişti?

Sevinç Altan: Bölge, Kürdistan tabii ki! Kürdistan lafını telaffuz edemediğimiz için bölge diyoruz bence. Bu lafın ne zaman ortaya çıktığı ve ilk nasıl kullanıldığını hatırlamıyorum ama “bölge” demek beni artık neredeyse eğlendiriyor. Çünkü bölgeyle neyi kast ettiğimizi biliyoruz hepimiz, aklımıza Marmara Bölgesi gelmiyor yani! Hep Olağanüstü Hal’in uygulandığı Kürdistan işte! OHAL kaldırıldı ama fiilen devam ediyor hala bence ve resimler buna da işaret ediyor. “Yasasızlık ile hukuk arasında mutlak bir belirsizlik bölgesi”nde dolaşıyoruz.

 

Amargi: Bölge’de aslında bir tür yansıtma yapmışsınız. Bölge’de "bölge", tam da yaşandığı, hissedildiği, görüldüğü/görülmediği, uygulandığı, içselleştirildiği gibi. Fakat buna rağmen, yani bu doğrudan “yansıtma”ya rağmen izleyeni ters yüz etmeyi başarıyorsunuz.

Sevinç Altan: Bunu özellikle yaptım, doğrudan bir dil kullandım. Lafı dolandırmaya gerek yoktu. Önceki çalışmalarımda da çok örtülü bir dil yoktu ama özellikle Bölge’de daha basit ve açık oldu. Bir şeyi basit bir şekilde ifade etmek o kadar kolay değil, arada ince bir çizgi var; o çizgi üzerinde hamasete düşmeden söz söylemeyi bilmek önemli.

 

Amargi: “Bölge”ye yaklaşmanın, politik duyarlılığın da ötesinde yaklaşmanın, bir özdeşlik kurmanın imkanlarını işletebilmek mümkün mü sizce?

Sevinç Altan: Ben ilk kez “bölge”ye gittiğimde, güya bildiğimi zannettiğim bir sürü şeye şaşırarak baktığımı hatırlıyorum. Küçücük çocuklar erken yaşta büyümüş, politikleşmişlerdi. Yıldız Üniversitesi’nde bir grup öğrenciyle yaptığım bir atölye çalışmasını Diyarbakır’da bir grup gençle tekrarladığımda öyle farklı sonuçlar çıktı ki gerçekten şaşırmıştım. O çocuklar, diğerlerinden daha mı çalışkan, daha mı zekiydiler? Hayır, ama heyecanlıydılar, meseleleri vardı, farkındalıkları vardı, kimliklerine sahip çıkıyorlardı. Onun için bu empati, sempati, şefkat gibi lafları sevmiyorum, tepeden bir bakış içerdiğini düşünüyorum.  Ama görmek önemli. Ancak görebilirim ve onun yanında yürüyebilirim, belki böylece eşitlenebiliriz. Biz, susarak ya da yeterince bir şey yapmayarak bu savaşın müdahili oluyoruz.

 

Amargi: Öldürülen çocuklarla ilgili yaptığınız araştırma gösteriyor ki, çocukların tamamı, biri hariç, Kürt çocukları. Bunlar, farklı zamanlarda ve teker teker öldürülmüş çocuklar olsa da bir tür toplu kıyım söz konusu değil mi?

Sevinç Altan: Çok kaba hatlarıyla bir harita çıkardık, ölümlerin yoğunlaştığı yerlere noktalar koyarak, bölge kıpkırmızı oldu. Bölge dışında sadece Safranbolu’da bir kırmızı nokta vardı. Sadece bu fotoğrafa bakarak da savaşın tarihini okuyabilirsiniz. Bu kadar kolay ve bu kadar çok ölüm nasıl olabiliyor ve mesele edilmiyor! Bu çocukları öldüren serseri kurşunlar değil, trafikte kazara da ölmediler. Evinin önünde ayaklarında terlikleriyle öldürülen Uğur Kaymaz 12 yaşındaydı, 13 kurşun yağdı üzerine ve terörist ilan edildi. Mehmet Nuri Çoban kaçakçı olduğuna hükmedilerek vuruldu. Bir uzman çavuşun kafasına sıktığı kurşunla öldürüldü Enver Turan. Dur ihtarına uymadıkları gerekçesiyle öldürüldüler. Cömertçe atılan gaz bombalarıyla öldürüldüler. Askeri mühimmatlar çocukların oyuncakları oldu, öldüler. Köy bombalamalarında ölen, taranan, havan topuyla parçalanan çocuklar var. Askeri alanlarla yaşam alanların bir aradalığı en çok “bölge”de söz konusu. Uluorta atış talimi yapılırken ölüyorlar. Her yer askeri bölge sanki. Her tarafta gözetleme kuleleri. Panzerler sokak aralarından hızla geçerken çocuklara çarpıveriyor ve ölüveriyorlar! Diren Basan öyle öldü Şırnak’ta. Ne olacak ki! Nasıl olsa “Ahmet Mehmet fark etmez”. Bu, orada olan bir şey, burada değil. Orada oluyor ve maalesef ses çıkmıyor. Bu gün de bu çocuklar öldürülmeye devam ediyor; yargılanan yok, hesap veren yok… Uğur Kaymaz’ı öldüren polisler beraat etti, daha yeni Mahsun Mızrak’ın ölümüyle ilgili davada, Mızrak’ın kafatasından çıkarılan gaz fişeğinin adli emanette değiştirilerek yerine av tüfeği fişeği konulduğu tespit edildi; devletin dahlini silmek için. Biz sözünü ettiğim raporu bu nedenle de önemsiyoruz çünkü bu raporun sonunda bir hesap sorulabilirlilik de söz konusu olacak. Ailelerin birçoğu, belki korkudan, belki başka nedenlerden, çocuklarının ölüsünü alıp gitmiş, şikayetçi olamamış, dava açılmamış. Yargıya intikal eden durumlarda da sorumlular aklanıyor ya da çok az cezalarla geçiştiriliyor.

Daha fazla yazı yok
2024-05-13 16:16:04