A password will be e-mailed to you.

Deniz yoluyla seyahat etmenin kendine göre bir esenliği, güzelliği var. Benim yolculuğum İstanbul’dan Miami’ye, oradan da deniz yoluyla Karayip Adaları’na uzanacak.

 

İstanbul’un kışından Karayip Denizi’nin heyecanlı yaz mavisine ulaşmak için önümde 10 saatlik bir uçuş, bir gecelik uyku, birkaç özlem dolu telefon ve binlerce hayal var. Hepsi çabucak ve zevkle geçiyor. Ne güzel… Miami’de çok şık bir otelde bir gece konakladıktan sonra, işte Miami, Fort Louderdale limanında bizi bekleyen Crown Princess. İlk gün, geminin başı ve kıçı neresi, kabinim nerdeydi, restoran ne tarafa düşüyor, güverteye nasıl ulaşırım diye oryantasyon çıkarma telaşıyla geçecektir. Paniğe kapılmayın, tadını çıkarın. Neredeyse beş bin kişilik bir gemide yön bulmaya çalışıyorsunuz ve bir hafta boyunca eviniz burası olacak. Bu yüzen ülke sizin… Gemide keşfedecek çok şey var; eğlence alanları, havuzlar, gece şovları, barlar, restoranlar, alışveriş alanları, bir sürü hobi kursu… Şimdi bütün bunlar yolculuk heyecanını katlayan şeyler değilse, nedir? Gemide bir tam gün yolda geçiyor. Yani yolculuğun tadını çıkarmak, denizde seyahat ediyor olmanın hazzına varmak için uzun bir gün var önümde. Yüzüyor, denizi izliyor, güneşleniyor, dans ediyor, salsa dersi alıyor, üstüne Meksika yemekleri kursu alıyor ve “aaa ne çabuk bitti” diyerek ilk günü noktalıyorum. Bulunduğum yerin ruhuna uygun olarak, buzlu Blue Crucao kokteyl ile… Az ötede bir yerde bu ada, bu gezinin programında yok ama olsun. Dilimde tadı var. 

Programdaki ilk ada, Grand Cayman. İlk liman şehrimiz, George Town. Güneş ışıl ışıl. Yıllardır hayalimdir; stingray (vatoz) ile yüzmek. Bu ada o ada işte. Bizi bekleyen tekneyle Stingray City adlı deniz milli parkına gidiyoruz. Olağandışı canlılık ve parlaklıkta turkuaz denizde, daha bel boyu suda kanatlarını çırparak yanımıza geliyor güzelim canlılar. Okşamak istiyorsun ama ne mümkün! Tekne kaptanı ustalıkla ve zarafetle kanatlarından yakaladığı bir tanesini kucaklayıp beni çağırıyor. Yavaşça, ürkütmeden yanaşıyorum bir bebek stingray’e. “Uzat dudaklarını, öp” diyor kaptan, bebeğin hafif sudan çıkardığı başını gösterip… Uzanıp öpüyorum. Evet bu, öptüğüm ilk hayvan. En tatlısı… (Gerçi başkaları da olmuştu önceden ama, isim vermeyeyim şimdi!!!) Öptüğüm ilk deniz canlısı. Kaptan çok tatlı, hepimize stingray’den bir öpücük kondurtuyor. Gezinin en zevkli anı işte bu… Tropikal ve subtropikal sularda yaşayan bu güzelim canlılar, mercan resiflerinde yaşıyor, kabuklu canlıları ve küçük balıkları yiyerek yaşıyor. Erkek vatoz, üreme vaktinde gözüne kestirdiği dişi vatozu bir süre arkadan takip ediyor ve ilgisini dişinin bedenine attığı hafif bir ısırıkla belli ediyor. Meraklısına şu hayati bilgiyi de verelim; erkek vatozda çift üreme organı var! (Bir şey değil…) Vatozlar insanlara saldırmıyor. Ancak hayati bölgelerine dokunulduğunda, ya da üstüne basıldığında bedeninde zehirli bir atık taşıyan bir mini kuyruk olduğunu ve vahşi doğa hakkında TV programları yapan James Irwin’in ölümüne bir vatozun neden olduğunu da hatırlatalım. Ben bir öpücükle yetinip, onlarca vatozla yan yana kanatlanmış gibi yüzüp, bu güzelim milli parka doyamadan günü tamamlamakla yetineceğim.

Güneşli George Town’da adalılarla biraz zaman geçirip, doğruca gemiye. Demir almak zamanı çabucak geliyor, bu limandan. Gemide güzel bir yemek ve Karayip Denizi’nin canlı ve neşeli müzikleriyle dansederek geçiyor bu gece. Ve yarının keşif heyecanı hayalini kurarak… Gemiyle seyahatin en zevkli yanı da bu zaten: Her sabah başka bir limanda uyanmak. Her sabah başka bir sürprize ve heyecana gözlerini açmak. İnsan hayattan daha ne ister? Isla Roatan’da uyanıyoruz. Honduras’ın bu çok ziyaret edilen adasında tur bir Garifuna köyü ile başlıyor. Keşifler Çağı’nda Akdeniz’den çıkıp Karayip Adaları’na ulaşan İspanyol denizci kaşifler gelmiş bu adaya doğudan ilk kez. Ve daha önceden ulaşıp ticaret limanları kurdukları Afrika’dan Latin Amerika’ya köle ticaretini başlatmışlar. 16. yüzyılda Isla Roatan yakınlarında açık denizde batan bir ahşap kadırgadan yüzerek, adaya sığınan Afrikalıların, köylerinden binlerce mil ötede kurdukları bir küçük Afrika demek, Isla Roatan ve bu Garifuna köyü. Kimbilir nerede köle olarak satılacakken kendilerine ıssız bir adada hayat kurmaları demek… Büyü, mistik inanışlar, Afrika savanlarının yemekleri, giyinme biçimi, dil, müzik ve tüm gelenekleri hala yaşıyor bu adada. Garifuna halkı, tüm Amerika’da olduğu gibi burada da UNESCO Dünya Kültürel Mirası kapsamında koruma altında. 

Günün ikinci gezisi, Hindistan sakız ağacı olarak da adlandırılan, su üstünde büyüyen mangroove tünelleri altında yapılacak. Egzotik güzellik bu işte. Birkaç kişi alan mini teknelerle yola çıkıyoruz. Suyun tuzuyla beslenen ve büyüyen, dev ağaç tünellerinin altında doyumsuz bir geziyle önce bir köye geliyoruz. Oradan da iguana çiftliğine. Evet çiftlik dedim. Burada turistik amaçlı bir iguna milli parkı var. Kedi gibi ayaklarımızın altında dolanan yüzlerce iguanayı ağaç yapraklarıyla besleyip sevip okşuyoruz. Yok, bu sefer öpüşmüyoruz. Saatler geçmiş. Zevkle… Buradan da doğruca gemiye. Isla Rotan’ın harika güzel, bir köy gibi yapılmış limanında, adanın el sanatlarıyla donatılmış dükkanlarında alışveriş yapıp, şehirli zevklerimizi de tatmin ederek gemiye dönüyoruz. Princess Cruise’da geçirilen neşe dolu bir gecenin ardından, turun en merakla beklediğim limanında uyanıyorum. Cozumel. Maya uygarlığının başlıca merkezlerinden biri olan Cozumel’deki Ixchel Tapınağı” bugünkü ziyaretin önemli duraklarından biri olacak.  Kolomb öncesi Latin Amerika uygarlıklarından biri olan Maya uygarlığı, Honduras, El Salvador ve Guetemala’ya kadar uzanan bir bölgede hüküm sürmüş. Meksika’nın güneydoğusunda, Campeche, Chiapas, Quintana Roo, Tabasco ve Yucatan olmak üzere beş devlet kurmuş Mayalar ve tarihleri boyunca yüzlerce lehçe üretmişler. Bu lehçelerden bazıları günümüzde hala konuşuluyor burada.  

Maya uygarlığı, MÖ 600 yıllarında yükselişe geçmiş. MS 3. yüzyılda altın çağına ulaşmış, kent devletlerinin siyasi kargaşlar sonucunda çöktüğü MS 900’e dek geniş bir alanda varlığını sürdürmüş ve İspanyol işgaliyle sona erme sürecine girmiş. Birçok anlamda sona ermişse de yaygın inanışın aksine Mayalar yok olmamış, hala varlığını sürdürüyorlar burada. Dilleriyle ve yaşama biçimleriyle… Tüm arkeolojik bulgulardan yola çıkılarak astronomi, matematik, mimari ve sanat alanlarında ileri bir uygarlık düzeyinde olduklarını anlatıyor yerel rehberimiz. Yetkin bir rehber olduğu kadar Latin Amerika uygarlıkları konusunda uzman bir tarihçi: Joaquin Rivero.  Bizim Türk yolcular 21 Aralık mevzusunu sordukça rehber, esoterik bilgileri açıklamayla yetkili olmadığını, bilimsel bulguları olmayan hiçbir safsatayı konu edemeyeceğini söyledi bir güzel. Sonra da Maya yaradılış efsanesini anlattı; efsanenin karanlık dönemlerini ve kentleri kuranların doğal nedenlerle kurdukları yerlerden neden ayrılıp sonra yeniden geri döndüklerini. Sonra da modern çağın şehir efsanelerine inanmamak gerektiğini söyledi. Aldığım en güzel arkeoloji dersiydi. (Yani gerçek bir Maya’nın bile dikkate almayıp güldüğü bir saçmalığa, şimdiki zaman kentlerinde inanan bu kadar çok dangalak olduğunu görmek, acıklı bir komedi değilse, nedir?) Meksika’nın Yucatan Yarımadası’nda ziyaret ettiğimiz Ixchel Tapınağı, Maya kültünde tıp tanrıçası ya da çocuk yapma tanrıçası olan Ixchel’e adanmış. Burası, genç kadın ve erkeklerin evlenme öncesi eğitime tabi tutuldukları bir tapınak olarak hizmet vermiş. Ixchel Mayaların ay tanrıçası olarak da biliniyor. Çünkü ayın durumuna bakarak, çocukların kız ya da erkek olmasını sağlamak için verilen bazı göksel ipuçları da bu tapınaktaki arkeolojik bulgulardan ele geçmiş. Uygarlığın başlıca ticari mallarından olan yeşim taşı, tapınak dekorasyonunda önemli bir yapı malzemesi olarak kullanılmış. Tabii ki İspanyol denizciler tarafından yağmalanan bu değerli taşlar bugün tapınakta yok.

İspanyol tarihi böyle yazmaz ama, batının uzak ülkelerinde İspanyolların hinterlandlar yani ticari art bölgeler kurdukları yazılır. Gelgelelim, Maya uygarlığının yıkılmasına neden olan basbayağı İspanyol kaşifler olmuş. Güneşe, aya tapan ve zengin doğal kaynaklarıyla barış içinde yaşayan Mayalara karşı, İspanyolların elini güçlü yapan tek şey vardı: Barut. Marco Polo sayesinde İspanya’ya Çin’den gelen barut, Avrupa’da çoktan bireysel silaha dönüşmüş, keşfedilen denizaşırı ülkelerde şiddet ve kuvvet yaratmak için kullanılmıştı. Bugün Meksika sokaklarında, başı kesilen kadın heykelleri boşuna değil yani… Karayip kültür tarihi, Keşifler çağı İspanyol denizcilerini Avrupa tarihindeki gibi yazmıyor. Başına silah dayayarak zorla dillerini, dinlerini kabul ettirmiş İspanyollar buralarda. Bugün İspanyolcanın tüm Latin Amerika’da konuşulması tesadüf mü sanıyorsunuz? Tabii ki değil. Keşifler Çağı’nın zoraki sonucu. Ixchel’de uzun ve zevk dolu bir arkeoloji dersinden sonra, Cozumel şehrinde, güzelim Meksika el sanatlarını, güneşin canlı renkleriyle bezenmiş vazoları, çanak çömlekleri hayranlık duyarak alıyorum.

Şimdi de evimin en güneşli köşesinden gülümsüyor bana, benim tatlı gezi anılarım. Gemimizin bir sonraki gün limanı Bahama adaları olacak. Uyumalı… Uyumak, güzel anıları sindirmek, hafızamızda yer etmesine izin vermek için en iyi pratik. Bahamalar’da uyanıyorum. Upuzun beyaz bir kumsal… Bizi kıyıya taşıyan motor, önceden gemiden gelen gelen erzağı ve servis elemanlarını getirmiş çoktan. Göz alabildiğine uzanan bir öğlen yemeği açık büfesi, Maksika ve Karayip mutfağının lezzetleriyle donatılmış. Deniz, güneş, kum… Dahası, Karayip’in neşeli ruhunu yansıtan bir canlı müzik bandı… Müzik ve dansla dolu bir deniz sefası, akşamüstüne yayılıp, kışa hazırlanan ruhumuzu Karayip marakas ve zillerinin ritmi ile sarıyor. Her güzel gezi gibi, Princess Cruise ile Miami’den Karayip adalarına uzanan bu tur da sona eriyor. Başladığı yerde, Miami’de. Tatlı anılar, değerli bilgiler ve hafızamızdaki renkli görüntülerle dans ederek eve dönmek gerek. 

Her yeni gezi, eve dönmekle başlar çünkü… 

Daha fazla yazı yok
2024-05-08 19:49:04