A password will be e-mailed to you.

Elgiz Müzesi’nin Teras Sergileri <40 serisinin 2013 edisyonunun katılımcılarından Ezgi Sönmez, sanatatak.com’un sorularını yanıtladı.

Heykelden bir araç olarak beklentiniz nedir?
 
Ezgi Sönmez
: Heykelden bir araç olarak bahsedebilmek için öncelikle heykeli bir araç olarak kabul edebilmek gerekir. Ben çoğunlukla kavramsal çalışan, bir metafordan yola çıkarak o fikrin bir nevi üç boyutlu logosunu üretmeye çalışan biri olarak heykeli araç olarak kullanamıyorum. Heykel çoğu zaman buna izin vermiyor. Başlarda ben kendimi ifade etmek için kullandığımı sandım heykel sanatını; fakat sonrasında gördüm ki o beni kullanıyor. İstediğim kadar eskiz yapayım, konstrüksiyonum başka formlara izin vermeyecek şekilde kurulu olsun, heykel süreç esnasında plastik olarak  bir şeyler söylüyor, onu dinlemediğim zaman çalışmam yavan, otonom, dinlediğim zaman ise akıcı ve gerçek oluyor. Gerçek olmadığını biliyorum tabi; ama bana gerçekmiş gibi geliyor.

Fakat yapım aşamasını geçersek bir kültür ürünü olarak heykel çok güçlüdür. Koltuğumuzdan kütüphanelerimize şöyle bir bakalım. Her bir kitaba onca zaman ayırdık, her birinin teması farklı, bizi en çok ifade ettiğini düşündüğümüz kitabın bile raflar arasında sadece dış kapağını görebiliyoruz. O fikri algılamak için kitabı açmak, okumak zorundayız. Fakat bana öyle geliyor ki eğer evinizde bir heykel varsa bu aynı okuduğunuz romandaki en sevdiğiniz karakterin gelip koltuğunuza oturmasına benziyor. Büyük boyutlu heykeller seven ve üreten biri olarak, boyutlu bir heykel, yaşadığınız mekânın atmosferini değiştirir.  Sadece roman karakterleri gibi değil, çoğu zaman bir düşüncenin formel hali ya da bir duygusal durumun dondurulması gibidir. Evlerimizde karakteri olan canlı nesneler bizler, cansız nesneler kitaplar albümler var çoğu zaman, fakat çok pahalı oldukları için sanat eserleri genellikle yok. Benim beklentim insanların kendilerini bazı müzikler ve kitaplarla tanımladıkları gibi bazı heykeller, görsel sanat eserleriyle de tanımlayabilmeleridir.
 

Türkiye’deki toplumsal ve politik heykel algısına dair düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Ezgi Sönmez: Türkiye’de heykeli anıt olarak ele aldığımızda zaten çok büyük bir yüzdesini politik ve toplumsal çalışmalar kapsar. Nasıl ki geçmiş zamanlarda Goya gibi saray ressamları, saraylarda yaşayan aristokratların, dönemin önemli, öncü ve zengin soylularının resimlerini yapıyordu günümüzde de Türkiye’yi hükümetin sarayı olarak düşünürsek, hükümet önemli bulduğu insanların heykelini dikiyor. Yapılan heykeller hangi hükümetin başta olduğuna göre değişiyor. CHP hükümeti zamanında daha fazla heykel yapılıyorken, AKP hükümeti zamanında daha fazla heykel yıkılıyor, kaldırılıyor. Hükümet kendi evini dekore eder gibi, beğenmediği heykelleri kaldırıyor, yerine ne istiyorsa onu koyuyor. Türkiye’de heykel denince akla Atatürk geliyor. “Heykeli dikilecek adam” sözüne hepimiz aşinayızdır. Türkiye önemli bulduğu insanların, yazarların, müzisyenlerin, düşünürlerin heykelini yaptırıyor. Ya da lokasyon olarak heykeli algılıyor. Beşiktaş kara kartalın simgesi haline geldiği için Beşiktaş semtinde kartal heykelleri görüyoruz. Mesela Antalya’nın bir ilçesi olan Finike portakal üretimiyle ünlü olduğu için Finike’ye girerken devasa bir portakal heykeli ile karşılaşıyoruz. Nasıl ki evlerimize sevdiğimiz, bizim için önemli olan insanların resimlerini asıyoruz, Türkiye’de sevdiği insanların ve durumların heykelini dikiyor. Evet, ama bu sanat mı, zanaat mı? Saray ressamlarının dönemi yüzyıllar önce kapandı. Tüm dünyada toplumların önemli buldukları insanların heykellerinin yanı sıra devasa boyutlarda gerçek sanat eserleri, olağan üstü heykeller varken Türkiye’de durum içler acısı. Türkiye heykeli bir araç olarak kullanıyor, heykelin kendisinin bir amaç haline gelmesinin önünde hükümetlerin ve İslam anlayışının oluşturduğu büyük engeller var. Kiliselerde yüzyıllar öncesinden dini tasvirler, Meryem ana, İsa heykelleri yapılıyorken Osmanlı heykel sanatını günah olarak gördü. Heykel birilerinin düşüncelerinin simgesi olabilir; fakat sadece böyle algılanması heykel sanatına haksızlık olur. Türkiye’de üretilen heykellerin hepsi semboldür demiyorum; fakat % 90 ‘ı semboliktir. Onun dışında dikilen kavramsal, soyut çerçeveli heykeller ise insanları rahatsız etmemek adına çok dikkatli üretiliyorlar. Hatta insanları rahat ettirmek adına oturabilecekleri kısa sütunlar ile meydanlar oluşturuluyor. Bu durum heykelleri galerilere ve müzelere hapsediyor. Ülkeler kendilerini sanatlarıyla tanıtmazlar mı? Bir dünyadaki meydanlara, sokaklara, oralardaki heykellere, bir de Türkiye’deki heykellere bakın, nicel ve nitel olarak.  Buradan söylemek istediğim şudur; futbolcu, düşünür, lider heykelleri yapmayın demiyorum, aynı zamanda sanatsal kaygı dışında başka bir güdümle üretilmemiş, kavramsal, soyut, sürreal heykelleri de parklarda, meydanlarda görebilelim. Türk toplumunun heykelden formel olarak da haz almasına imkan tanıyalım.


Türkiye’de kamusal alan heykelleri arasında bir favoriniz, sevdiğiniz var mıdır?

Ezgi Sönmez: Kamusal alan heykellerini güzel şehir dekorları olarak algılıyorum. Modlajını beğendiğim sayısız heykel var fakat sadece sanatsal kaygılarla üretilmiş olduğunu düşündüğüm bir heykele rastlayamadım. Nişantaşı’ndaki sanatçılar parkında bulunan heykeller nazaran daha samimi. Kamusal alan olarak adlandıramayacağımız özel bankaların bahçelerinde, avlularında veya girişlerinde sanatsal kaygılarla üretilmiş pek çok harika çalışma var fakat özel alan olduğu için isim veremiyorum. Bölgesel olarak İstanbul Levent, Ulus taraflarında daha fazla çağdaş heykel görmek mümkün, ama spesifik olarak bir favorim yok.


Kamusal alanda nerede ve nasıl bir heykel yapmak gibi bir hayaliniz var, var mı?
 
Ezgi Sönmez
: Taksim Gezi Park’ının ortasına daha önceden bir örneğini yaptığım tüm parmakları aynı boyda olan yüksekliği 180 cm civarında bir el heykeli yapmak istiyorum. Güzel camileriyle ünlü Üsküdar’da yan yana duran iki kadın heykeli yapmak istiyorum. Bu kadınların elleri çok büyük, bedenleri kadar büyük. Kadınlardan biri koca ellerini açmış Tanrı’ya dua ediyor, diğeri ise kocaman ellerinin içinde, kendi avcunun ortasına  oturmuş bir şekilde gülümsüyor. “Kendi avcumdayım” isimli bu çalışma gücü kendisinden alan ve gücü Allah’tan bekleyen iki kadını tasvir ediyor. Amerika’nın Binghimton eyaletine bir heykel yapmak istiyorum. Binghimton öyle bir yer ki suçluları, otistik, sakat veya engellileri özellikle bünyesinde barındıran kategorize edilmesi bakımından Harlem’i andıran sinirlendiren ve ilham veren bir yer. Alacakaranlık kuşaklarının da çekildiği büyük ormanları olan Binghimton’da sandalyede oturan bir insan heykeli yapmak istiyorum. Fakat bu insanın bacakları yerine parmakları var. Teması ise şu; modern insan ayakları üzerinde durmaz, elleri üzerinde durur çünkü her şeyi elleriyle yapar. Oturduğumuz yerden kalkalım, ayaklarımız değil, ellerimiz bize gideceğimiz yeri gösterir. Kazlıçeşme meydanına hamile bir kadın heykeli yapmak istiyorum.
 

Heykel sanatının bugünü, kazandığı ve kaybettiği anlamlar üzerine ne söylemek istersiniz?

Ezgi Sönmez: Heykel her şeye rağmen Türkiye’de ve dünyada çok başarılı ve mucizevi örnekleriyle var olmaya devam ediyor. Beğeniyle takip ettiğim yerli ve yabancı çok sayıda heykeltıraş var; fakat disiplinler arası sanatın yaygınlaştığı günümüzde heykel tek başına var olmakta güçlük çekiyor. Enstelasyonlar ve yerleştirme sanatı heykeli destekleyen öğeler olacaklarına heykelin yerini alıyorlar. Medya sanatı, video art, fotoğraf, dijital sanatlar çağdaş sanat olarak kabul ediliyorken istediğiniz kadar çağdaş bir fikri işleyin tuval resmi veya kilden, taştan yapılan heykel geleneksel kabul ediliyor, çağdaş sanat yarışmalarında, değerlendirmelerinde varlığı kabul edilmiyor. Bunun birkaç sebebi var. Birincisi artık dünyada ve Türkiye’de ki Bilgi Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi gibi bazı özel üniversitelerde sanat eğitimi görsel sanatlar adı altında tüm branşları kapsayarak veriliyor. Bizim okulumuza Erasmus öğrenci değişim programıyla gelen öğrencilerden de gördük ki biraz resim, biraz heykel, biraz tekstil, biraz seramik, biraz fotoğraf, biraz video dersleri alarak 4 yıllık eğitim süreçlerini tamamlıyorlar. Bunun sonucunda ne yetkin bir ressam, ne heykeltıraş olabiliyorlar. Çünkü saydığım dalların her biri ciddi ve uzun çalışmalar istiyor. Sadece taş heykel yontabilmek için bile yıllara ihtiyacınız varken 4 yılda bunların hepsine hâkim olmak mümkün değil. Görsel sanatlar eğitimi almış kişiler de kendilerini daha kolay ifade edebilmek adına, dünyada da varlığı taçlandırılan, entelektüel olarak yetkin fakat çok fazla emek istemeyen, dijital sanatlara yöneliyorlar. Düşünsel altyapıları sağlam olan bu çalışmaların plastik değerlerinden söz etmek, dikdörtgen bir monitörü formel olarak ele almakla sınırlı. Dijital sanatların yaygınlaşması heykel sanatını arka plana itebiliyor. Türkiye’de çağdaş sanatın önemli yönlendiricilerinden olan Ali Akay veya Vasıf Kortun gibi entelektüel olarak çok yetkin; fakat sanatın pratik olarak içinde bulunmayan kişiler de seçtikleri sanatçılardan formel olarak değil, entelektüel olarak tatmin olmayı umuyorlar ve ortaya çoğunlukla bir nesne olarak sanat yerine bir soru olarak sanat çıkıyor. Bildiğiniz gibi sadece klasik eserlerin sergilendiği Louvre Müzesi geçtiğimiz yıllarda mezarları kırarak geçen uzun bir böcek-insan heykelin yaratıcısı Jan Fabre’a ev sahipliği yaptı, çağdaş heykel sanatı adına mekânıyla düşünülecek olursa bu büyük bir adımdı. Koons’un şişirilmiş devasa oyuncak köpeği  ya da Hirst’ün pırlantalı saçmalıklarını bir kenara bırakacak olursak Ron Mueck, Patricia Piccini, Ervin Wurm, Berlinde de Bruyckere, Serra Bahar gibi çalışmalarını sürdüren günümüz çağdaş, önemli heykeltıraşlarından da bahsetmek mümkün.


Görseller
: Ezgi Sönmez, Kararsız Organlar [Ambivalent Organs], 2013; polyester döküm üzerine patine, 180 x 60 x 30 cm

Daha fazla yazı yok
2024-05-10 18:33:20