A password will be e-mailed to you.

"Resim parmak ucudur, resmin anlattığı da parmağın işaret ettiği. Kör göze parmak sokmaz da, kişileştirerek anlatır Erkmen’in imgeleri dertlerini, yani o taş, taş değildir, melek de değildir, o kanatlar uçurmaz, heykel de kucaklanamaz."

Erkmen Senan niye yapmıştır ki bu resimleri? Herkesin ona bir şeyler yaptıran sebebi kendine ait, ortaya çıkan sonuçtan niyetini görebilirim ancak. Bas bas bağırıyor Erkmen zaten, arkeoloji anlatıyor. Hiç değilse bir gün Arkeoloji Müzesi’ni gezin diyor, lafını dinledim: Müzenin salonlarında dolaştıkça izlediğim Antik düşünce ve Klasik güzellik ile kışkırtılan muhayyile, arkeolojiyi tarihin salt bir coğrafi kazısı olarak algılanmaktan çıkararak, bugünün kavranmasına yönelik bir bellek kazısı haline dönüştürdü.

Sütunmuş mesela, göklerdeki kara bulutlara hükmeden, çapkın bir tanrı için yapılmış bir tapınağın alınlığını taşıyan, kıskanç karısının garazı mıdır yoksa? Yer sarsılmış sanırsam, Dionysos ayinlerine kızgın akılların tanrısı, mümkündür, yerinden etmiştir onu; avucundaki üzümleri sıka sıka içtiği için elindeki şarabı, aşka kaçırdığı için genç kızları, derisi yüzülerek cezalandırılan kötü ruhlu bir satir imiş, önce düşmüş, sonra “taş” olmuşlar. Üstlerini kumlar örtmediyse, ya bir paşa konağına köşe taşı ya da bir köy çeşmesine yalak olmuşlar. Atlı adamdır ya şövalye, denizci şövalyelerin kalelerine burç olmuşlar ya da bir kilisenin çan kulesi, sonra da cami merdivenlerine basamak.

Heykelmiş mesela, tanrılardan aldığı tasdikle site halkının gözünün içine baka baka ayakta onurla dikilen; önce kırılmış burnu yüz üstü devrildiği zaman. Kumlar örtmüş üstünü, rüzgârların getirdiği, yağmurlar yağmış toprağında otlar bitmiş, cansız yatmış orada, mücevherleri için mezarları açılan Nekropol sakinleri gibi kaderi, kim bilir hangi borsacının gizli bahçesinde tekrar dikiliyor şimdi, artık olmayan elini uzatan güçlü kolları baktıkça iktidarını hissettiriyor sahibine. Avrupalı gezgin asilzade tarafından itibar karşılığı Kralına hediye edilmiş, Sultan’ın fermanı, onayı ile, belki de habersiz. Yöre köylüsü ırgatlarca yevmiye karşılığı, kazma kürek çıkarılmış, koca buharlı gemilerce parça parça taşınmış, denizleri, okyanusları aşmış mavi odalara doğru.

Sarı taksilerde eski kasetler senfonik rock çalar, hâlâ işitirim. İnce bir ıslık sesi duyarız Erkmen Senan arkadaşımızdan: Hem vurmalıdır, hem yaylı, hem de Şef, kendisi ayaklı bir orkestradır, yan yana alt alta üst üste gelen ritimlerden, formlardan, renklerden dem vurur, çakmak orkestrası Vivaldi’den Mevsimler‘i çalar, Erkin Koray’ın “Yalnızlar Rıhtımı” misali. Resminde de imge orkestrasyonu yapar Erkmen. Bize doğru konuşur imgeleri; birer isim, sıfat ararız imgelerde. Bellek damarlarında vücut bulur imgeler. Hikâye örülmeye başlar, gevezedir imgeler birbirleriyle tartışmaya koyulurlar, hep bir ağızdan bir şeyler söylerler, başka başka şeyler de söylerler.

Drajeler, renkli ayakkabı bağları, uçuşan boyun bağları, takım elbiseler, sosyal yangınlar, katliam, alınmış haklar, verilmeyen haklar, masa üstü blokları, raflar ve envanter defterleri… “Divânelerin hemdemi divâne gerektir”. Agoraya pislemiş vurdum duymazlık. Eski hipodromların yerinde, otogarlar esiyor şimdi. Belli ki Erkmen Senan yeni şehirlerin atıkları altına gömülmüş eski şehirlerde dolaşmış, yeni çöplerden çıkarılan tarihe tanık olmuş. Manzara resmi beğenimizi, omuzlarda taşınan yıldızların konduğu otel pencerelerinden, Devlet lojmanlarının balkonlarından izlenen tarih anlayışımızı, tatil köylerinde bed and breakfast olmuş dünü ve bugünü dolaşmaya davet eder, elimizden tutarak. Müfredata uygun lise coğrafya haritaları, tarih atlasları ya da turistik, egzotik gezi rehberleri yerine kendi yağlı boya güzergâh manzaralarını boyar.

Herkes başka okuyabilir imgeleri. Erkmen Senan açık bırakır bu imkânı seyirciye. Herkesin de imgeden beklediği başka başkadır zaten. Bazısı gerçek olan ile taklidi arasında aynılık ister. Sanki herkesin her şeyi aynı görmesi mecburi imiş gibi, geleneğin şemasının değiştirilmesini istemez iktidar, istese de bunun kendi kontrolünde olmasını talep ve teftiş eder. Suret yasağı da aynılaştırmanın sonucudur. İmgeye konan yasak, ona olan inanç, ondan duyulan korkudur. Gerçekten duyulan korku iktidarın imgeyi denetleme talebidir. Modern teknik, geleneğin şemasını teknolojiye emanet etmiştir. Gerçek de hayal de dijital sahiciliğin ışık ve rengini giyinerek genelleşiyor şimdilerde. Gerçeklik için kıstas fotoğrafik sahicilik olarak kabul edilirken, Photoshop’un gerçeği süslemesinden çok daha önce, Hollywood fotojenisi yaşam biçimi olarak “arzuyu” kurgulamıştır. Kadın kahramanın kaderine, kendi kederleri imiş gibi ağlayan mahalle ablaları bir yandan ahlak derslerini de almışlardır. Kahramanla kurulan her empatinin sempatik olduğunu söyleyemiyoruz, ahlak söz konusu olduğunda. Babacan sinema işçisi Erol Taş, Türk Sineması’nın kötü adamı, filmin galası için gittiği şehirde, otobüsten inerken taşlanır. Gelişme ekonomik değerlerle tartıldıkça, teknolojik yenilik değer sisteminde neyi değiştirir? Bir dürüm ısmarlanıyor, eskortluk yapılıyor devlet görevlilerince, mesela Kurtlar Vadisi’nin kahramanına, ulusal kahramanlık nişanı takılıyor. İmge ile gerçek aynılaşıyor. Dükkân tabelaları, şirket ile aynı olduğu sanıldığı için kocaman olsun isteniyor, öteki dükkân gözükmesin diye. Kapadokya’daki kiliselerin duvarlarına kurşun sıkılıyor. Milliyetçilik tavan yapıyor, terk edilmiş mahallelerin üzerinden otobanlar geçiriliyor, mahalle isimleri “Kurtuluş” buluyor, izler kazı kazı bitmiyor. Eski öteki’nin yerine, yeni ötekiler yerleşiyor. Onların üzerinden de Soylulaştırma geçiyor. Gelenek bir daha, bir daha icat ediliyor.

Erkmen’in resimlerindeki tavır, gerçekliğin bu vesikalık foto kavranışının mübadili, kimlik kartı olmadan gezilebilen sıkıyönetim öncesi kafasındadır. Bir şemayı; cazibesi ispat edilmiş, akademik veya alışıldık piyasa şemalarından herhangi birini takip etmeden, kendi yolunu, yeni bir şema imiş gibi dayatmadan da işaret edebilme becerisindedir. İmgenin kişiye has zarafeti beklenebilir onun görselliğinden. Gerçek ile taklidinin aynı olmaması kafaları karıştırmasın, Erkmen, resimlerini parmak ucu ile yapıyor! İyi ki de öyle yapıyor. İyi ki ressamlık yapıyor, kendine has imgelerin diliyle işaret ediyor, farklı dokunuşlarla, gerçekliğin farklı okunuşlarının olabilirliğini gösteriyor. Resim parmak ucudur, resmin anlattığı da parmağın işaret ettiği. Kör göze parmak sokmaz da, kişileştirerek anlatır Erkmen’in imgeleri dertlerini, yani o taş, taş değildir, melek de değildir, o kanatlar uçurmaz, heykel de kucaklanamaz. İmgeler kişilerin onlara ait duygularıdır, yani imgeler taklidi olduğu şeylerin “hali ve vakti”dirler. Kişi olma durumu konuşur, demek ki bunlar Erkmen’in imgeleridir; o nesnelerdeki mekânın ve zamanın düşüncesidir Erkmen’in parmak ucunun işaret ettiği. “İlletin Adamları”na bakıyorum, spor salonlarında yapılan şirket ya da parti kongrelerinde, binaların dış cephelerine asılmış lider tasvirlerini görüyorum, duvardan kazınmış muhtar adayı posterlerini ve onların yırtık gözlerini görüyor, yüzlerini seçemiyorum. Fikret Mualla’nın ihbar edilişi geliyor hatırıma, gerçek ile tasviri aynılaştıran bakış, iktidar şekli olarak karşımıza çıkıyor tarihten: Milletin kahramanları, illetin kahramanları oluyor. Erkmen tasviri ile gerçeğinin aynılaştırıldığı sloganları boyuyor, tasvirin tasvirini imgeleştiriyor.

İhmal edilmiş bir geçmiş ile imal edilmiş naylon, marley ve kaplama plastiğiyle inşa edilmiş kültürün estetiği… Freskin gözüne kurşun sokan, bir azizin kafasına kurşun sıkan katil, aslında kendini katleder ki maktuldür. Empati katilden değil, maktulden yanadır, yine de Klasik İdeal’i değil, gerçeği vurgular Erkmen. Netice “Faili Maktul” resimlerdir… Çağdaş Halk Resmi desem abartmış mı olurum? Kim rezaleti sahiplenmek ister ki? Rezalet nasıl aktarılır onun maktulü olmadan? Ben böyle bir şey okuyorum, şöyle görüyorum, “Bir gecelik patlamada 50 senelik bıkkınlık” olduğunu düşünüyorum…


Dümen Sokak, 2010

Hakan Gürsoytrak’ın kaleme aldığı bu metin, "Erkmen Senan Son Sergi" başlıklı katalogda yer almıştır. Erkmen Senan’ın aramızdan ayrılışının ardından gerçekleştirilen ilk sergi olan “Son Sergi”, 4 Ocak 2014’te sona ermişti. Sergi, Karşı Sanat Çalışmaları ve Versus işbirliğiyle gerçekleştirilmişti.  

Daha fazla yazı yok
2024-05-17 10:52:19