A password will be e-mailed to you.

Murat Gülsoy’un ‘Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’ kitabı – Can Yayınları – Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, başta, Beş Şehir’deki İstanbul makalesi olmak üzere tüm külliyatına ve Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ına bir nevi saygı duruşu şeklinde…

Kendinden ve Paris’ten kaçan Fuat’ın,  fotoğrafçı eşlikçisi Marcel ve Prens Sabahattin ile yaptığı gemi yolculuğundan sonra geldiği İstanbul’a bakalım:

Yıl, 1908.

Otuz yıl önce, ‘deli bu!’  denerek üç ay içinde tahttan indirilen piyanist- bestekar Sultan 5. Murat’ın yerine getirilen ‘Yıldız Baykuş’u, suratının ortasındaki dağ gibi burnu ve elinde türlü çeşit polisiye kitapları, şehrin kılcal damarlarından istihbarat toplayıp onları bir bir kulağına sayan jurnalcileri ile akıl almaz bir paranoya içinde sürdürdüğü   ‘Korku İmparatorluğu’nun sonuna gelmiş.

İstanbul, neşe ve ümit içinde!

Hürriyet terennümü.. bütün sokaklar ve caddelerde.

20. yy’ın başındaki şehri kapı kapı gezerken çocukluğunun gizli kalmış sırlarını da toplayan Fuat’ın gördükleri:

Çalgıcıları ve hikaye anlatıcıları ile kahvehaneler.

Büyük ve büyülü su, Boğaziçi.

Her renkten, her coğrafyadan insanın aktığı, Pera.

Zikir ayinleri ile cezbede tutuşmuş, kapanmalarına ramak kala, tekke ve zaviyeler.

Yüzlerce yıllık tarihi ile ve o zamanlar henüz müze olmamış,   namaz kılınan,  Ayasofya.

Yanıbaşlarında piknik – bile yapılan ve neredeyse ev içlerine kadar girmiş mezarlıklar.

Deprem ve yangınlarla durmadan yıkılan, sonra yeniden kurulan sokaklar, çarşılar, evler..

Şehre aşık,  Batılı gezginler..

Neredeyse her köşe başında kulak kabarttınız mı duyuvereceğiniz, katledilmiş şehzadelerin çığlıkları, yalılar, türbeler, Dikilitaş, martılar, Galata, sandal, surlar, serviler, camiler, tıpkı ‘Roma gibi’ yedi tepe üstünde, Yahya Kemal’in deyimiyle..  ‘Hayal Şehir’..

Fuat, İstanbul’u aslında- güya?- gazeteci olarak gezmeye başlıyor ve tıpkı Kara Kitap’ın – OP- Galip’i gibi şehrin ‘altını üstüne getirirken’ geçmişinin sırlarıyla karşılaşıyor. 

Arayan, bulur!

Ya da şöyle: Ne diyordu Bilge- Kral Aliya İzzetbegoviç; ‘Yalnızca soranlar cevap alacaktır’

Fuat, bütün cesaretini toplayarak ısrarla sorduklarının yanıtlarını İstanbul’da buluyor.

‘Bilmenin laneti’ büyük ceza!

Yüzleşme, insan macerasının en riskli, pahalı deneyimlerinden…

Fuat   bu maceranın sonunda elindeki bilgi ve yeni kendisiyle  ne yapıyor?.. diyenler kitabı okuyacak.

Şunu bilerek: Murat Gülsoy’un cevabı matematik değil.

Romanı,  okur kendince bitirsin ya da belki sonrasını bizzat kendisi yazsın diye… yoruma açık şekilde…

 

 Notlar:

1. Murat Gülsoy’un ‘Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’ kitabı – Can Yayınları- Ahmet Hamdi Tanpınar’ın,  başta,   Beş Şehir’deki İstanbul makalesi olmak üzere tüm külliyatına ve Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ına bir nevi saygı duruşu şeklinde..

2. Fuat’ın Marcel ve Charles ile yaptığı İstanbul gezileri ister istemez Tanpınar ve Yahya Kemal’in aynı biçimdeki şehir turlarını  hatırlatıyor..

3. Romandan favori satırlarım İstanbul macerasının henüz başındaki Fuat’ın şu sözleri: ‘.. Zamana ihtiyacım var, yaşlanmaya, yaşamaya, tecrübe etmeye, hata yapmaya, hatalarımda ısrar etmeye, bu ısrarı bir üslup meselesi haline getirmeye, sonra da ortaya çıkan hilkat garibesine, işte bu da benim karakterim, demeye ihtiyacım var…’

4. Diğer önemli bölüm Fuat’ın Alex’e yazdığı mektuptan: ‘İstanbul ve Osmanlı Devleti seçimlere hazırlanıyor. Yakında milletvekilleri seçilecek ve meclis çok uzun bir aradan sonra yeniden çalışmaya başlayacak. Gerçi bu yeni dönem dikensiz bir gül bahçesi değil. Bir sürü itilaf var, Rumlar durmadan protesto gösterileri yapıyorlar, nüfusları nispetinde temsil edilmediklerini söylüyorlar ama öyle ya da böyle Yıldız’ın Baykuşu, iktidarını halkla paylaşmak zorunda kalıyor; bu bile önemli bir merhale. Tabii istibdat yanlıları da var, sultanın eski jurnalcileri, rüşvetçi memurları ve onlardan dalga dalga genişleyen bir güruh.

(..)

Fatih semtinden bir hoca, Kör Ali adında bir adam halkı da peşine takıp Yıldız Sarayı’na kadar gitmiş. Her yer çalkalandı, “Meyhaneler kapanmalı, resim çektirmek, tiyatro yasaklanmalı, Müslüman kadınlar sokağa çıkmamalı!” diye ortalığı ayağa kaldırmış. Pencerenin altından, “Padişahım çoban isteriz, çobansız sürü olmaz!” diye bağırmış. Sultan perdenin ardından şöyle bir görününce yatışmışlar. Ama vaziyet bu! Başına çoban isteyenlerle hürriyet için canını tehlikeye atanlar aynı şehirde yaşıyor.’

5. Şunlar da kitaptan:

vivere militare est- yaşamak savaştır.

eli, eli lema şevaktani- tanrım, tanrım beni neden bıraktın?- Çarmıhtaki İsa’nın son sözleri

et lux in tenebris lucet- ve ışık karanlığın içinde parlıyordu.

ubi amor, ibi dolor- her nerede aşk varsa, orada acı vardır.

Tamare et sapere vix deo conceditur- bir tanrı bile aynı anda aşık olmayı ve bilgeliği beceremez.

6. Murat Gülsoy’un 602. Gece- Kendini Fark Eden Hikaye- adlı blogunu herkes biliyordur.. diye düşünüyorum. 602. Gece başlı başına bir Edebiyat Okulu.

7. Son olarak yazar ve sanatatak okurlarına çok bilinen bir İstanbul türküsü gönderelim. Jordi Savall’ın dehası işin içine girince..  bakınız Üsküdar’a nasıl gidiliyor? Yanı sıra elbette;  mekanın müzik üzerindeki efsunlu etkisi karşımızda ve şu notla  bitsin yazı:  Cüretkar ve ziyadesiyle riskli hayalim şunu söylüyor durmadan.. Selimiye’de ve-ya Sultanahmet’te –iç mekan- bir Nevakar icrası!  O harikulade akustiğin  ve dekorun Buhurizade Itri’nin yüksek kalitesini nasıl da geometrik olarak çoğaltacağı..  apaçık ve bu durum çok heyecan verici olduğu için.. ama.. tamam: Bu, realitenin ‘gölgesinde’ kalmaya mahkum, hiçbir zaman gerçekleşemeyecek bir ‘hayal’  yalnızca. 

yalnızca:  bir hayal!

http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/144006/jordi-savall-uskudaraa-giderken-katibim

 

 

 

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-09 20:07:58