A password will be e-mailed to you.

Kanye West Chicago Güzel Sanatlar Akademisi’nden onursal doktorasını aldı. Akademide soru cevap oturumu olarak başlayıp, harika bir biçimde konudan konuya atlayan ve serbest bağlantılar kuran bir konferansa evrilen bir konuşma yaptı. Dr. West konuşma boyunca müzikle uyuşturucu maddeleri karşılaştırdı, (en yeni “takıntısı” olan) moda tasarımında bizzat yaşadığı süreçleri tartıştı, birçok isimle ilişkisini kesti ve sineztezi hastası olması ve Matthew Barney’in en sevdiği sanatçı olması gibi kendisi hakkındaki pek çok şeyi ortaya koydu. Tutarlı ve sağlam temellere dayalı konuşmayı hem de abartılı algılanmayı başardı. Sanatçı olmanın ne anlama geldiği hakkında hem bilgece hem de saçma sapan konuştu. Amacımız aslında bu karmaşık güzel adama online teşekkür etmek ama işte en sevdiğimiz anların bazıları.

İzleyicilere olan minnettarlığı ve Güzel Sanatlar Akademisi derecesi :

Sanayileşmiş, kar odaklı bir dünyada sanatçı olmanın ne kadar zor olduğunu kavrayıp takdir eden insanlar olduğunu anladığımız böyle anlar, verilen mücadeleyi değerli kılar.

Hip-hop sanatçısı olarak kategorilendirilmek hakkındaki bir soruya yanıt olarak:

Birçok kez bu gezegen üzerindeki en muhteşem insanlarla çalışma fırsatım oldu çünkü onların yaptıkları şeye bir tehdit oluşturmayacağım düşünülüyordu. Çünkü bir hip-hop sanatçısı olarak kabul ediliyordum. Dolayısıyla bu benim Murakami’yle ya da Condo’yla ya da Riccardo Tisci’yle, ya da Spike Jonze’la ya da Spike Lee’yle çalışmama olanak sağladı. Tüm bu farklı alanlar yani sözde kutular, bir düzeye kadar bir tür evliliğe ya da herhangi bir şeye ya da evli insanlarla birlikte çalışmaya olanak sağlar çünkü bu insanlar denetlenmek ve uzlaşmak isterler. Aslında, ben o küçük kutucuğu ve o etiketi kendi yararıma kullandım. Bunu yapabilmek için bir tür hip-hop’çı gömleğimi kuşandım ve mümkün olduğu kadar çok ortak çalışmaya katılabildim.

Moda tasarımları hakkında:

İcat etmek isteriz. Bir şeyde payımız olsun isteriz. Sadece geçmişte olanlardan, yapılanlardan yararlanmak istemeyiz. Sadece kendi renkli polo yaka tişört modelimizi yaratıp üzerine kendi logomuzu basmak istemeyiz. Biz katılmak isteriz, toplumun neye ihtiyacı olduğu, onlara ihtiyacını duydukları şeyleri gerçekçi bir fiyatla nasıl sunabileceğimiz üzerine düşünmek isteriz

 

Satın almış olduğu bir Le Corbusier lambası hakkında:

Ahmakça pahalıydı. Yaklaşık 110 bin dolar. Ve benim için çok ilham vericiydi. Yalnızca çok pahalı olduğundan değil fakat ilk kez yapıldığında bedava olduğu olgusundan dolayı etkilenmiştim. Çok pahalıydı çünkü bugün bu Fransız galericileri için sınıfın bir ifadesiydi ki böylelikle zengin insanlardan çok daha fazla para alabiliyorlardı. Bunun gerçekten çok ilginç olduğunu düşünüyorum, dünya daha az ırkçı olmaya giderken hala gerçek büyük bir sınıf savaşımı sürmekte. Sınıflar ve kitleler arasında gerçek bir ayrım var. Ve Corbusier insanlara asıl ve mecazi anlamıyla daha yüksek tavanlar hediye etti. O günlerde Nike’dan ayrılıp Adidas’a geçtiğimi hatırlıyorum. Ve resim yapmak istediğim için lüks bir ev ile anlaşma yapmaya uğraşıyordum. Fakat müzik sanatı ile birlikte resim yapmak istiyordum – heykeller giyimle eşdeğerdir. Giyim müzik sanatının bir biçimidir. Taşlar ve birleştiriciden yapılmış fakat biçimi çok güzel olan o lambaya bakıyorum, yapımında mermer bile kullanılmamış… O Corbusier lambasına baktığımda ‘o bunu yaptı ve herkes ona sahip olabilsin diye tuhaf yerlere koydu’ diye düşündüğümde, lamba güzellikten ilham alma fırsatı olan herkes hakkında konuşuyordu.

Sanat alanları arasındaki bölünme hakkında:

Sanat, müzik ve moda arasındaki bu engel hakkında konuşmak istiyorum. Çünkü bildiğiniz gibi sınıf sistemine göre hangisinin en üstte olduğunu kim bilebilir? Şüphesiz sanat. Sanatçının, yaratıcıların sınıf sisteminde en üstte yer aldığı kabul edilir. Nedense bir yönetmenin bile üstünde. Bildiğiniz gibi, bunlar aynı zamanda telaffuz bile edilemez. Bir keresinde Steve McQueen ile telefonda konuşuyordum, ‘Ben fotoğrafçı değilim!’ dedi. ‘Tamam, fakat sen bir kamera kullanıyorsun Steve’… Oscarlı Steve McQueen hakkında düşündüğüm en iyi şey, bazı insanların bana söylemiş olduğu gibi, ‘Onun Oscar kazanan ilk Afro-Amerikan’ olması değildi. O Amerikan değil, kardeşim! Oscarlı Steve McQueen hakkındaki en iyi şey onun iki disiplinde de mükemmel olabilmesiydi. Her iki disiplinde de kesinlikle mükemmeldi.

Sanatçıların sorumlulukları ve ayrıcalıkları hakkında:

Sanatçılar olarak bizim sorumluluğumuzu düşünüyorum –ve aynı zamanda sizin gibi kendimden bahsedeceğim çünkü bu Salı bir doktoram olacak- fakat içinde bulunduğumuz zamanda sanatçılar olarak sorumluluğumuzun gerçeğe karşı olduğunu hissediyorum. Çünkü tarih başka nasıl belgelenebilir? Zamanımız, sahip olduğumuz bu zaman, başka nasıl temsil edilebilir? Kim durup onun şu an gerçekte nasıl olduğunu söyleyecek? Bunu kim ifade edecek? Hip-hop’un bunu ifade ettiği bir dönem olmuştu. Bana göre, artık ifade etmiyor… Farrakhan’la birlikte oturduğumda, gerçeğe karşı sorumluluğu vurgulayacaktır- gerçek her ne olursa. Steve McQueen’le oturduğumda gerçeğe karşı sorumluluğu vurgulayacaktır- gerçek her ne olursa.

Matthew Barney en sevdiğim sanatçıdır. Bu da benim gerçeğim. Ve gidip beş saatlik bir eser seyrettiğimde, tam olarak onun tarihinde olan hiçbir şeyden geri adım atmadığını hissediyorum. O tarihini tam olarak onu gördüğü tarzda ifade ediyor gibi hissediyorum. Tam olarak ne hissediyorsan onu ifade etmek ve bunu hiç kaybetmemek sanatın ayrıcalığıdır. Yakaladığım her fırsatta, resim yapmak için gelişen her fırsatta giderek daha çok gençleştiğimi hissediyorum. Yetişkin olma düşüncesi boyun eğme ve uzlaşma düşüncesidir. Kızkardeşim, yatağa yatıp uyumadan önce, uyandığı sırada muhtemelen yapacağı herşeyden nasıl kurtulacağı hakkındaki o sağlam planı hayal eder. Ve ben de, yapabileceğiniz herşeyden kurtulmanız için çabalamanın da sanatçıların sorumluluğu olduğunu düşünürüm. Çünkü herkes uzlaşmakta. Herkes kendisini evinin ne kadar büyük, arabasının ne kadar hızlı ve yandaki komşusunun arabasının ne kadar hızlı olduğunu temel alan bir toplumsal borçlanma durumunun içine yerleştiriyor. Sanatlarını kaybediyorlar, tutkularını kaybediyorlar, amaçlarını kaybediyorlar. Bütün dünya ne kadar çok şeye sahip olduğunu göstermek ya da bu biçimde tavır almak üzerine kurulmuş gibi. Ben hayallerimin peşinden koşmak için borçlandım. Ben hiçkimsenin heteroseksüel siyah Amerikan bir ressamın bir elbise tasarlamasını istemediği bir zamanda borçlandım.

 

Fontlar hakkında:

Sanat bir şey demektir. Fontlar – bkz., fontlar beni duygulandırıyor. Aralık koyma. Oran.

İnsanların sahip oldukları farklı yetenek grupları hakkında:

Hayatımın bu anında bir bienalin küratörü olmayı denemem bile.

Basel Sanat Müzesi ve Venedik Bienalini dolaşırken aklına gelen bir fikri sunuşu:

Disney yöneticisi Bob Iger’ın fikirlerime yatırım yapmasını istiyorum. Disney’in tüm sanatları bütünüyle destekleyecek bir sanat fonu olması gerektiğini hissediyorum. Ve sürekli bir biçimde yeni fikirler arayan ve halihazırda çalışmakta olan şirketlerle bunlar arasında doğrudan bir bağ kuran sorumlular olması gerektiğini hissediyorum. Neden en dahice fikre ya da kültürel anlayışa sahip olan ya da en iyi sanatı yaratabilen kişi, kendini başarılı bir biçimde ifade etmeyi başarmak için bir iş adamı olmayı öğrenmek zorundadır? Bunun güçlendirmek için güç sahibi olan herkes için önemli olduğunu düşünüyorum.

Ve son olarak, Dr. West’in bütünlüklü teorisinin konuşmanın farklı zamanlarında sunulmuş iki farklı yorumu:

Her şey sanattır. Hepimiz dev bir filmin, dev bir resmin büyük bir parçasıyız. Bu rastgele fikirlerin hepsi birlikte bir anafikri oluşturur.

Daha fazla yazı yok
2024-05-04 11:27:51