A password will be e-mailed to you.

“Mukadderat”’ın cam fanuslar içine yerleştirilmiş karikarutize edilmiş bembeyaz, dua eden beyaz yakalı çalışan heykelleri bir nevi empatiye izin vermeyen ucube gösterisi…

 Beyaz yakalının çoktan kanıksadığımız varoluşsal sorunları nerdeyse bir popüler kültür klişesi haline gelmiş durumda. Artık hepimiz plazaların saydam duvarlı hapishaneler, patronların kanımızı emen vampirler, mesaili çalışmanın da kürek mahkumiyeti olduğu konusunda iyi kötü bir fikire sahibiz. Başta “ Amerikan Sapığı”, “Dövüş Kulübü”, “The Matrix” olmak üzere pek çok edebi eser ve film bize esaretimiz konusunda bir iç görü kazandırdı. “Amerikan Sapığı”’nda banal ofis hayatının arkasına saklanan dizginlerinden boşanmış bir vahşi arzuya tanık olduk. “Dövüş Külübü”’nde ise sıradan bir beyaz yakalının şiddet dolu fantezilerinin getirdiği yıkım karşımızdaydı. Bu filmdeki anarşist kahraman alter ego “The Matrix”’de bir mesih rolüne büründü ve dünyayı kurtarmaya çalıştı.

Bahadır Baruter’in “Mukadderat” adlı altında topladığı epoksi heykeller de bu külliyata bir ucundan eklemlenmeye çalışıyor ancak bu alanın başarılı eserlerinde görmezden göremeyeceğimiz bir unsurun “Mukadderat”’ta eksik olması bu işleri birer parodiye en iyi ihtimalle ilüstrasyona dönüştürüyor.

“Mukadderat”’ın cam fanuslar içine yerleştirilmiş karikarutize edilmiş bembeyaz, dua eden beyaz yakalı çalışan heykelleri izleyiciyi farkındalığın ancak yüzey seviyesine ulaştırıp ona zaten çoktan banallaşmış bir bilgi sunarken işlerin kendi üzerine düşünebilme ve kendisini eleştirebilme yetisinin eksikliği tam da bu külliyatın zirvesindeki eserlerin sunduğu iç görüyü oyun dışı bırakıyor. Öte yanda cam fanuslarla yaratılmış rahim, tabut ya da deney tüpleri aslında tam da gercek bir hapishane gibi içeridekini tecrit edip marazi olanın gündelik hayatı kirletmesini engelliyor. Böylece cam ardındaki yaratıkların amorfluğu ve garabetlikleri ancak güvenli bir mesafeden izleyiciyle karşılaşıyor ve izleyicinin bunları kendi hayatına sıçratmadan biz iyiler ve onlar kötüler ikiliği içinde değerlendimesine imkan sunuyor.

Bir nevi empatiye izin vermeyen ucube gösterisi.

Cam fanus ve seçilen beyaz renginin nötrlüğü herhangi bir duygulanım yaratmaktan ötede steril bir karşılaşma sunuyor. Bu karşılaşma hali hazırda kalıplaşmış eleştirel önermeleri iletmeye çalıştığından izleyiciye zaten çoktan aşılanmış ve direnç kazanmış olduğu bir mikrobu tekrardan zerk etmektenten başka bir şey yapmıyor.

Tüm bu sebeplerden dolayı çalışma, sergi metninde yer alan sorgulayıcı görevi yerine getiremezken izleyiciye sadece birbirini tekrar eden heykellerin üretimlerindeki ustalığa hayran olmak dışında bir şey bırakmıyor.

“The Matrix”’in etkileyici ilk filminden sonra gelen “”The Matrix Reloded” ve “The Matrix Revoultions” asıl teması Matrix’in dışı sanılan ve özgür olduğu düşünülen gerçek dünyanın da aslında makinaların kontorlünde olduğuydu. Film Neo’nun seçim hakkını kullanıp özgürlüğü elde edebilmesi için kendini feda etmesiyle de bitiyordu. “Dövüş Kulübün”de de benzer bir şekilde gerçekliğin tesis edilebilmesi için kahramanın kendini vurması gerekliydi. Velhasıl kelam şayet kurtarmamız gereken bir yaşam varsa bunun için yüzümüze kan sıçramasını göze almaktan başka şansımız yok gibi yoksa her elimizi kirletmeden kurtuluşa erme çabasının kaderinde büfenin üzerinde duran pahalı bir bibloya dönüşme ihtimali olacaktır.

Daha fazla yazı yok
2024-05-03 13:16:43