A password will be e-mailed to you.

Anaakıma çok bağlı olmayan bu çiziktirmeleri müziğe referansla "indie (bağımsız) – çizgi" olarak adlandırmıştım kendimce. Duygulu, samimi ve de kırılganlıklarıyla etkileyiciydiler. 

Pentürün, tuvalin ve bol meseleli güncel sanatın koşuşturmasından bazen çizgiyi gözden kaçırdığımı düşünüyorum. Çizgi derken desen ya da ilüstrasyonu kastetmiyorum; bizzat çizginin kendisini söylüyorum. Başka bir şeye, hatta renge bile ihtiyaç duymayan, beyaz kağıdın çekici boğuculuğundaki saf çiziktirme, kıvrılma halindeki duruluk.

Çizgi ya da ilüstre diyelim, benim son yıllarda tam adını koyamadığım bir eğilim var. Daha çok 1980 ve sonrası doğumlu sanatçılarda yakaladığım bir eğilime isim vermede zorlanıyordum. Örneğin takip ettiğim Bant Magazin gibi dergilerde bolca rastladığım bir anlayıştı. Anaakıma çok bağlı olmayan bu çiziktirmeleri müziğe referansla “indie (bağımsız)-çizgi” olarak adlandırmıştım kendimce. Duygulu, samimi ve de kırılganlıklarıyla etkileyiciydiler. Sigara paketlerine, menülere, gazete boşluklarına yerleştiklerinde daha da etkileyici oluyorlardı.

Bugün beni etkileyen üç çizerden söz etmek istiyorum.

İlki Ekin Urcan. İzmir’den İstanbul’un debdebesine gelmiş genç bir çizer olarak Ekin’in üretkenliğine şaşırıyorum. Neredeyse her bulduğu boşluğa hatta dolululuğa çiziktiriyor. Onda ben bazen Abidin Dino ile Selçuk Demirel arasında bir çizgiyle düşünme seziyorum. Evet, çizgiyle düşünüyor Ekin. Tükenmez kalemin, keçe kalemin artık ne bulursa herhangi bir uçun doğaçlama kıvrılmalarını izliyoruz onda. Bazen yüzeydeki herhangi bir pürtüğe göre biçimlenen, anıştırmalar üzerinden ilerleyen kocaman yüzlere dönüşüyor bu arayış. Ekin bir çizgi makinesi gibi çalışıyor; masadaki her şey onun kıvrımlarına eklenebilir. Boyadan, dışavurumdan, katmanlaşmalardan yorulana, göz için bu kırılgan, ipince ve akıp giden çizgiler fazlasıyla dinlendirici olabiliyor. 

Sürecini merakla gözlemlediğim başka bir çizer ise Serkan Çatar. İlginç bir yapısı var Serkan’ın. Birbiri üzerine binen, dayanışan, sele dönüşmüş hurufatlar yayıyor sarımtırak yüzeylere. Uzaktan Arapça bir metin gibi görünenler, yakınlaştığımızda çoğalan kalabalıklara dönüşüyor. Ben ona bazen bizden bir Miro demeyi tercih ediyorum. Serkan Çatar’ın sanat dünyası içinde hiçbir kaygısı yok. Tam bir otodidakt gibi çiziktiriyor. Türkiye resminin aykırı adamlarından Abidin Elderoğlu’nu hatırlatan, kaligrafiye akrabalıklar taşıyor. Dinamik çizgiler bazen köşeleşerek sakin gözlere hücum ediyor. Bazen yaptığı işten sıkılsa da, hatta bütün yaptıklarını yakmak istese de Serkan Kadıköylü bir derviş gibi çiziktirmeye devam ediyor. Geleceğini en çok merak ettiğim çizer olarak kalıyor aklımda.

Sevdiğim başka bir Serkan ile bitireyim bu faslı. Onun işleriyle ilk defa sosyal medya üzerindeki paylaşımlar vesilesiyle karşılaştım. Anlayışı, renklendirmesi bende öncelikle Orta Avrupalı bir çizer ile karşılaştığım duygusu uyandırmıştı. Serkan Akyol tekstil eğitimini ilüstrasyonla ustaca buluşturan çizerlerden. Bazen edebiyat dünyasından portrelerle, dudaktaki sigaranın dumanıyla kabaran portreler çiziktiriyor. Detaylar ile uğraşmayan, az ile yetinmeye çalışan ilüstrasyonlar bunlar. Bazen bir stilist nezaketini hissettiğimiz, gözü dikeye çeken, incelten bir kompozisyon kuruyor Serkan. Onun çalışmaları grafik tasarım ile rahatça çalışabilecek lekeler de sağlıyor. Sadece kağıt değil, kitap kapağından tişörte hemen her yere uyumlanabilecek bir esneklik taşıyorlar. Serkan Akyol ile de ileride daha çok karşılaşacağımızı düşünüyorum.

Evet, dijital efektlere, photoshop makyajlara, font ve renk seline kapılmış anaakım (mainstream) çizgi düşünüldüğünde “indie çizgi” nefes aldırıyor.

FOTO MARATON

Haftasonu Hatay’da fotoğraf dolu bir üç gün geçirdim. Fotofilm Sanat Merkezi’nin Antakya Defne Belediyesi ile ortak düzenlediği Uluslararası Defne Fotoğraf Festivali’ndeydim. Bizim güncel-çağdaş sanat alanında tartıştığımız sorunların fotoğraf dünyası içinde geçerli olduğunu gözlemleme fırsatı yakalamış oldum. Fotoğrafın hikaye anlatma, lirik tahayyül ve kavramsallaşması arasında yaşanan gerilimler bunlar. Bir tarafıyla teknolojideki olağanüstü değişim fotoğrafı demokratikleştirirken, birikmiş görsel kültürü de zorlamaya devam ediyor. Dolayımsız hayattaki lirizmi, dramatik eylemi yakalamaya çalışan fotoğraf, soğuk bir görmeyi dayatan, mesafe talep eden kavramsallaşmayla bir gerilim yaşıyor.

Hatay’da İsa Çelik, Ali Öz, Cengiz Akduman, Mehmet Oflazoğlu, Barış Çavuş ve Mehmet Özşimşek ile fotoğrafın sorunlarını yeniden düşünme fırsatı yakalamış, fotoğraf ve güncel sanat ilişkisi üzerine yazmayı planladığım bir iki yazının da çatısını kurmuş oldum. Gelecek yazılardan birinde değinmek umuduyla.

 

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-11 19:51:57