A password will be e-mailed to you.

Selçuk Altun ülkesinde yaptığım -yazardan ilhamla-  ‘safariden’ başka birisi olarak döndüm. Dinlediğim hikayeler, gezip gördüğüm mekanlar, tanıştığım kişiler, kulağımdaki farklı sesler ve elbette: Not aldığım onlarca kitapla..

Selçuk Altun romanlarının başrolünde her zaman iyi eğitimli, bol paralı ve tutkulu bir genç var. Türkiye’nin taşrasından, dünya metropollerine yazarın deyimiyle ‘gezi ve gizem peşinde’ durmadan seyahat ediyor.  

Seyahatin vazgeçilmez eşlikçisi ise: Kitaplar. Evler, mağazalar, kütüphaneler dolusu kitap.

Üzgün mü, sıkılıyor  mu,  uykusu mu kaçtı, aşk acısı mı çekiyor, merak içinde mi, geçmişle mi hesaplaşıyor veya kimbilir ne?.. Hiç fark etmez.

Her derdin devası kitaplar,  hayatın kral tahtında. 

Ama bu,  bildiğimiz saltanatlardan değil.

Bir kere: Tertemiz.

Ek olarak: Yeteri kadar tutkusu ve merakı olan herkes ondan payını alabilir.

Aldıkça yükselir, yükseldikçe kanatları bilenir.

Ve.. O zaman işte ufuk göz alabildiğince uzanır- genişler.  

Uçsuz bucaksız davet, yolcusunu giderek baştan çıkarır. Sonra biraz daha.. Ardından.. daha da ısrarla..

Yol kadar öğretici,  terbiye edici, değiştiren- dönüştüren ne var?

Hangi yolcu gittiği yerden eskisi gibi dönmüş?

Selçuk Altun ülkesinde yaptığım -yazardan ilhamla-  ‘safariden’ başka birisi olarak döndüm. Dinlediğim hikayeler, gezip gördüğüm mekanlar, tanıştığım kişiler, kulağımdaki farklı sesler ve elbette: Not aldığım onlarca kitapla..

İşin bütünüyle ‘sübjektif!’ tarafı ise şu: : Bibliyofil yazar, kitaplar ve okuma odaklı yaşantımı onayladı! Meşrulaştırdı! Peki: Kutsadı!

İyi oldu. Çok güzel bir şey oldu.

Bütün kitap tutkunlarına ve ‘yeni başlayanlara’ aynı ‘memlekette’ seyahati kati surette öneririm.

 

 

Nurinisa Eroğlu: Türkçe Edebiyatın en zengin roman kahramanları sizin kitaplarınızda ikamet ediyor.  Bu başrol kişileri ‘neden bu kadar zengin?’ diye sorulmaz belki ama.. ben sormak istiyorum. Şununla birlikte: Kitaplar bittikten sonra ya da okurken ara verdiğimizde milyon dolarların uçuştuğu bir dünyadan kendi realitemize dönmek   bir miktar sinir yapıyor!:)   Ama burada esas konu şu: Sizin parayla olan ilişkinizi sormak isterim. Hayatınızdaki yeri. Size olan katkısı. Toplum nezdindeki kullanım şekli?.. Ve elbette: Siz paranızı en çok neye harcarsınız? 

 

Selçuk Altun: “Roman kahramanlarınız neden bu kadar zengin?” sorusuyla ilk kez karşılaşmıyorum. Türk edebiyatında yoksul, dünya edebiyatında orta direk kahramanlardan bıktığım için olabilir. Benim kurguladığım evrende o tür karakterlere gereksinme duyulduğu için de olabilir. Ama galiba önemlisi, seçtiğiniz kahramanları “hakkıyla” yaşama geçirmektir.

Yirmibir yıl bankacılık yaptım. On yıl önce daha çok okumak, fırsat kalırsa yazmak için emekliye ayrıldığımda bir özel bankanın Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı’ydım. Bankacılık tarihinin en belalı günlerine tanık oldum, maalesef saçkıran oldum! Enflasyonun %80,  faizlerin %100 olduğu, kur farkının %200’lere ulaştığı günleri yaşadım. O süreçte o denli kolay ve yüksek para kazanılıyordu ki…

Romanlarımdaki varsıl anlatıcılardan beni de öyle, yanlış şekilde kategorize edenler olduğunu biliyorum. Rahmetli babam valiydi, devlet adamlığının soyluluğundan başka varsıllığı yoktu.

Paramı en çok neye mi harcarım? Yurtdışı gezilere ve sahafiye kitaplara!

 

 

N.E.:  İlk sorunun devamı olarak Türkiye’deki kitap fiyatları nasıl sizce? Bir öğrenci ya da orta halli veya ondan biraz daha düşük gelir grubundaki kişiler için fiyatların bugünkü durumu sizce okumaya engel olacak noktada mı? Bağlı olarak şöyle: Kütüphanelerimiz…  Onlar hakkındaki görüşleriniz nedir?

 

S.A.: Bu göreceli bir soru. Herşeyin kredi kartıyla dokuz takside bölündüğü bir ortamda kitapların pahalı olduğunu iddia edemeyebiliriz.

Kendi kütüphanelerimden yaptığım bir kozanın içinde yaşıyorum, diğer kütüphaneler hakkında bir fikrim yok. Bomboş kalmadıklarını umuyorum.

 

                                                                                                                                              .

N.E.: Romanlarınızın tekrar ögeleri: İkizler. Mutlaka bir dayı -zengin ve bekar. Silik ama temiz kalpli anne. -İstisnası  var bu sonuncunun elbet- Berbat bir baba…  Muhtemelen çok sorulmuştur.. Lakin insan ister istemez merak ediyor: Tekrar ve vurguların  nedenini?

 

S.A.:Çocuklar anne ve babaların eseri veya kurbanı oluyorlar. En çok da boşanan anne ve babaların çocuklarına üzülürüm.

“İkizler” her romanımda işlediğim bir konu değil ama gündeme getirmeniz yerinde; ikiz olmanın gizemli, roman ötesi bir olgu olduğunu düşünürüm.

 

 

N.E.: Taşra sıkıntısı, mekana ilişkin tekrarlardan.

Taşra dediğimiz bugünkü iletişim ortamına rağmen bütün o eski boğucu şekliyle devam ediyor mu sizce?

Ve: Taşra insana ne yapar? İnsandan neyi alır? Neyi esirger? Taşraya rağmen bir ‘şey’ olmak hiçbir şekilde mümkün değil midir?  

Yani; taşra dediğimiz bütünüyle bir mağlubiyet mekanı mıdır? Ve elbette aynı zamanda tam tersini de sormak isterim size: Taşra,  insana- bazen de bir şeyler mi  katar?

 

S.A.: Bu soru bir mitralyöz, altı yavru sorudan mürekkep. Bence en büyük taşra İstanbul’un varoşlarında. Taşralı olmanın bazı “lezzetleri” yok değildir. Sanırım taşralı olmak değil ama taşrayı bir süre yaşamak eğiticidir. Kendimden bilirim.

 

 

N.E.: Mekan meselesine girmişken elbette romanlarınızda geçen metropollerden de bahsetmek gerekiyor. Tutkuları,  parası kadar bol kahramanlarınız dünyanın gözbebeği şehirlerde geziyor,  okuyor, kitapları- kitapçıları keşfediyor, şahane otellerde kalıp, bol yıldızlı yemekler yiyor..  Bütün bu fotoğraflara istinaden.. Metropol ruh hali.. deyince bize ne söylemek istersiniz?  

Ve.. Romanlarınızda yerel mönülerin vazgeçilmezleri;  pide, çemensiz pastırma ve turşu.. Bu konuyu nasıl değerlendirelim?

 

S.A.: Kitaplarımın ortak noktası “gezi ve gizem” romanları olmalarıdır. Daha çok metropol ve arkeolojik mekânlar ön plandadır, galiba en iyi bildiğim ve yeğlediklerimdir. Kahramanlarımın duruşuna da uygun düştüklerini düşünürüm.

Pide, turşu, pastırma, Hellim peyniri gibi tatlar da taşra ruhunun katkısı olmasın?

 

 

N.E.: Bu okumalardan sonra kişisel kütüphanenizi-  esasında detayıyla merak etmemek elbette mümkün değil ama şimdilik şununla yetinelim: Kütüphanenizin sizin için duygusal anlamda en değerli beş kitabı hangisidir? Neden?

 

S.A.: Okuma tutkusu için edindiğim kitaplar olduğu gibi sahafiye değeri olan ender kitaplar da toplarım. Okuma zevki adına aldıklarım için bir sıralama söz konusu olamaz. Ancak diğerleri arasında zamana göre değişen, bir ilk beş değerlendirmesi yapabilirim:

 

                                                                                                                                                     

1) Bana ithaf edilerek yazılan kitaplar,

2) Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Enis Batur, Güven Turan gibi ustaların adıma imzaladıkları kitaplar,

3) Mark Rothko’nun Bedri Rahmi Eyüboğlu’na imzaladığı ve içinde ikisinin yaptığı söyleşi notlarının bulunduğu sergi katalogu,

4) Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’ın Şevket Rado’ya imzaladıkları ilk baskı “Garip” ve

 5) Matbaanın ülkemize gelmesiyle birlikte (1729), İbrahim Müteferrika’nın bastığı ilk kitap (Van Kuli Lügatı)…

 

 

N.E.: Ve elbette yine kaçınılmaz olan soru şu: Kitaplar insana- insanı-  ne yapar? Hayatın ne kadarı okuma?.. Ne kadarı geri kalan..  olmalıdır? Bu, belki bir öneri şeklinde ama aynı konunun  sizin için geçerli bölümünü de öğrenmek isterim.. Sizin gibi bir bibliyofil ömrünün kaçta kaçını okumakla geçirdi ve önemli olan: Az da olsa.. zaman zaman pişmanlık var mı?

 

S.A.: Son on yılda, kitap ve yayınevi sayısındaki önemli artışlardan Türkiye daha çok kitap okuyor diyebiliriz. Ancak, çok satan listelerindeki sığ kitaplara bakarsak, nitelikli bir okur kitlesi olgusundan bahsedemeyiz.

Okumayı söktüğümden itibaren bir tutkun okurum. Nitelikli bir okur olduğumu düşünürüm. Kitap yalnızca bir arkadaş değil, eğitmendir. Kitaplar sayesinde özgüvenim ve yaratıcılığımın arttığını düşünürüm; meslek yaşantımda bu yüzden daha hızla yükseldiğimi bilirim. Kitaplar sayesinde müzik, güzel sanatlar ve arkeolojiyi de benimsemişimdir.

İlk kitabımı 50 yaşımda yazdığımda yaklaşık 4 bin kitap okumuştum. Daha çok okumak için erkenden emekli oldum. Okumak “orgazmik bir törendir” pişman olmadım, olamam.

İyi bir okurun aynı zamanda şiiri de sevmesi gerektiği görüşündeyim; şiir türlerin doruğudur.

 

 

N.E.: ‘Zamanından önce okunmuş kitap- lar’ .. tanımına katılır mısınız? Kendimden örnek vermek isterim, açmak için. Ben mesela Dostoyevski’yi biraz erken okuduğumu ve yazarın dünyasının  o yaşımdaki ben’i bir miktar hırpaladığını düşünüyorum… Bu konuda sizin tecrübeleriniz neler?  Yine bağlı olarak 15 yaşında bir çocuk diyelim.. bir kitaplığa öylesine uzandığında eline gelen hangi kitap için  ‘yok, olmaz o senin için erken!’ daha dersiniz? Veya.. yok mu-dur  böyle bir şey; sizin açınızdan?.. 

 

S.A.:  “Zamanından önce okunmaya çabalanmış kitaplar” tanımına katılırım. Dostoyevski, Tolstoy, Flaubert, Proust, Nabokov, Kafka ve Faulkner genellikle yanlış zamanda okunup heder olmuş yazarlardır.

                                                                                                                                                

 

N.E.: Aynı durum belki  ‘geç kalınmış’  kitaplar meselesi için de geçerli olabilir.. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?

 

S.A.: 1970 veya 1980’lerde bir yetişkinin elinde “İnce Memed I”i görünce “Neden bu kadar geç kalmış?” diye ayıplardım. Sığlık katsayımızın arttığı şu süreçte elinde herhangi bir Yaşar Kemal romanı gördüklerime gidip sarılasım geliyor.

 

 

N.E.: Edebiyat dünyasındaki ilişkiler ağına  Kitap İçin başlıklı metinlerde sık sık ağır eleştiriler getiriyorsunuz.. Sizce bu durum uluslararası edebiyat çevreleri için de geçerli mi? Hayır.. değilse,  fark nedir?

 

S.A.: Edebiyat ve Sanat dünyasını; hem yurt içi hem de yurt dışı itibariyle iyi tanırım. Rekabet ikisinde de var; ama bizde daha ilkel derecede seyrediyor.

 

 

N.E.: Müziğin en fazla yankılandığı romanınız Senelerce Senelerce Evveldi. Sizin müzikle olan kişisel hikayenizi merak ettirecek kadar.. Bu konuda da bilgi almak isterim.. Mesela bir ney merakı- ilgisi var.. diye düşünüyorum.. Ve; Batı klasikleri de sanıyorum vazgeçilmezler arasında.. Kişisel diskoteğinizden bahseder misiniz  bize? 

 

S.A.: Daha önce de ifade etmiştim, klasik müziği sevgimi de sanırım kitap sevgime borçluyum. Barok müziği yeğlerim; yaşama sevincimi artırırken, hüznümü rahatsız etmez. Vivaldi, Bach ve Boccherini gözde kompozitörlerimdir.

Ney sesiyle büyülenirim. Ney üfleyebilmek isterdim. Hüzün ve gizem dolu bir sesi vardır.

Füzyon jazz ile de aram kötü sayılmaz.  Pat Metheny’nin tüm disklerini edindim; döne döne dinlerim.

 

 

 

N.E.: Romanlarınızın zengin ve tutkulu- maceraseven erkek kahramanları ‘hayatının kadınını’ mutlaka buluyor – neredeyse mütemadiyen bir serendipity şeklinde. – Huzur’da entellektüel Mümtaz malumunuz Emirgan da bir sabah sevgilisi Nuran’ı beklerken.. kendisini kayıkla gezdiren ve  aşık olduğunu bildiği  balıkçı için -mealen- şöyle düşünür: Ben de seviyorum, o da.. Fakat başka türlü… Şuraya gelmek isterim: Kitaplar aşk üzerinde etkili midir? Yani; çok okumuş bir aşık ile az ya da hiç okumamış olan arasındaki fark nedir? – varsa elbet..

 

S.A.: Aşkın üzerinde bir kuvvet düşünemiyorum. Aşık olmak bir tutku işidir, sonu mutlu bitmese bile o süreci yaşamak küçümsenemez.

                                                                                                                                      5/

 

N.E.: Ve: İstanbul. Siz,  bir İstanbul yazarısınız. Bu, açık. İstanbul’a yapılan en büyük kötülüğü sormak isterim  bu noktada  ve şehrin size  en çok hitap eden ilk üç mekanını- Bir de şu var: İstanbul – aslında- kimindir?

 

S.A.: Bu sorunun beylik yanıtı “çirkin mimari”dir. Ancak ben öyle düşünmüyorum, o çirkinlikler mevcut güzelliklerin daha iyi algılanmasına bile neden olabilirler.

Bence İstanbul’a yapılan en büyük kötülük alt yapı eksiklikleri yüzünden giderek büyüyen “trafik”tir.

Bu konuda son söz yerine; İstanbullu doğulmaz, olunur.

 

 

N.E.: Yaşayan şair veya yazarlar arasında tutku derecesinde benimsediğiniz biri var mı?

 

S.A.: Var. Amerikalı şair Louise Glück (doğ.1943). Oktay Rifat’ın ölümünden sonra ona sığındım; okurum, okurum bıkmam.

 

 

N.E.: ‘Kendi adaletini kendin kur!’ şeklinde özetlenebilecek bir şekil var bazı roman kahramanlarınızda. Riskli ve son derece enteresan bir yaklaşım… Bunu, açmanızı istesem?..

 

S.A.: Doğrudur. Doğrudur da, bunun nedeni mevcut adalet kavramımızdaki trajik gelgitlerdir.

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-12 19:16:51