A password will be e-mailed to you.

Nurinisa Eroğlu, Selçuk Altun’un son romanı Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme’yi yazdı.

Güneşle gel!..

Günlük: İnsan ruhunun çıplak fotoğraflarından oluşan bir albüm esasında ve günlük okumak gerçekten de bir nevi ‘röntgencilik’. Bırakın şu ya da bu ölçüde yakınımız olan kişileri, hiç tanımadığımız birinin bile kağıt üzerindeki ‘kendikendine konuşmasına’ tanıklık etmek, suçluluk duygusu uyandırmıyor mu? – Galebe çalan tutkulu merak, vicdan azabı pahasına işlenen ‘günahın’ müsebbibi olmak üzere… Tabii her ‘albüm’ bu tip alışıldık duygusal savrulmalar yaratmıyor. Bazıları ‘yalnızca!’ okuyanın hayatını değiştiriyor. ‘Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme’ Günlük okumasıyla başlayan bir yolculuğun romanı. Yolun ortası, başı, sonu iç içe ve.. Hikayeler de… Yollar: Londra’dan, Mardin’e gidip gelmekte ve İstanbul’un sokakları.. Yolcular: Başta PAL-MEM- TUZ olmak üzere- Dede’yi unutmadan- ve tuhaf isimli kahramanımız, ayrıca; E. T. , sefil mütecavizler, Erdem, Lal, Resul… her biri ayrı alem! Ek olarak: Bizzat ‘tanıdığımız’ kişiler: İmparator Hadrianus, Edip Akbayram, Yaşar Kemal, Bruce Chatwin, Samuel Beckett, İsaac B. Singer, J. Joyce, Elias Canetti, Leyla Erbil, Dolores O’Riordan, Bob Dylan, Marie Miriam… Selçuk Altun’un, adına, ‘yazarın son romanı’ denen ‘labirenti’; uzakları bir arpa boyu yola, bir nefes ötesini dünyanın kimbilir kaçıncı bucağına bağlayan, sonra her birini ayıran… ‘yağmurlu, rüzgarlı’ bir mecra. Kurgunun acımasız coğrafyasında kaybolmak, neredeyse Allahın emri. Derken… Tam da bir şeyleri bulmuş, birileriyle zar zor da olsa buluşmuşken.. yeniden yollara düşmek.. işin sırrı. Sır seven, ilgisi düğüm çözmeye odaklı ve ne pahasına olursa olsun; merak eden okurlar için: Cennet bahçesi. Adını Oktay Rifat koymuş: ‘Güneşini almadan gelme!’ diyor. Yazar sözü dinleyelim. Şiire boyun eğelim. Eğilerek girdiğimiz kapıdan, başımız eskisinden dik, başka biri olarak çıkacağız. Zeka, çalışkanlık, bilgi ve vicdanın gönüllü kulları kıvamında…

Notlar:

1. Selçuk Altun malum: Bibliyofil. Lakin sevgisini kendi kendine yaşayanlardan değil, tohumlarını şefkatle ve sabırla dağıtarak yürüyor. Bu tavrının, okurların tutkusunu geometrik etkiyle artırdığı açık. Nitekim; her kitabı bittiğinde bir başka zengin- çıldırmış?!- liste buluyor insan önünde. Bu defa da öyle oldu.

2. Bir başka önemli nokta şu: Altun’un metinleri, adını vermediği kitapları da çağırıyor. Mesela: ‘Labirentte’ gezinirken, imparatora istinaden Marguerite Yourcenar’dan Hadrianus’un Anıları’ ve Dede’nin şahsında, Carlos Fuentes’ten ‘Artemio Cruz’un Ölümü’ ister istemez ve kuvvetle.. hatırlattı kendini..

3. Kitapta; Sevdiğim: MEM. Güzel: Mardin’in sokaklarında sırtında tüp taşırken insana – sanki- gülümseyen iri eşek. Kıskandığım: 1797 doğumlu; Hatchards. Saygı duyduğum: ‘İstanbul’dan saklanan ve gerektiğinde ona kafa tutan’ Vefa. Mutlaka gidip göreceğim: Valens Su Kemeri. ‘Aşk olsun!’ dediğim: ‘.. devre dışı kalınca bir numara küçülmüş Osmanlı çeşmeleri’ Okumazsam eksik kalacağım: ‘Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor’ Hatırladığım: Leyla Erbil’in Kalan’ındaki o tuhaf cüce. Lanet olsun!: E.T. ve etrafında olup bitenler… 3. ‘Sahafta safari’ tabii.. Ancak böyle yüksek bir bibliyofilden duyacağımız bir tanım.

4. Baobab ağacının huzurlu bir uykuya refakat edecek kadar gölgesi var mı?.. Bilmiyorum.. lakin: Dengbej.. deyince.. ve 37. sayfadaki ‘Eşrefoğlu al haberi…’ diye başlayan Alevi türküsüne istinaden… elbette çocukluğun ‘sıcak geceleri’ne yolculuk yapmak farzoldu. Dört Dağ İçindeki şehirden her sene belli periyodlarla eve gelen; sazı, sohbeti omuzlamış dedeler: Hikayeleri trajik. Nefesleri kuvvetli. Duaları bereketli. Kapılar, eşikler, eller, ayaklar… öpülsün. Üç kere: Allah, Muhammed, Ali aşkına. Hatta… Gizlice semah yapalım şimdi. Ama-n: Kimseler duymadan! Dahası?!.. Geçelim.

5. Zor ve tuhaf isimli roman kahramanıyla, onun kadar dramatik olmasa da, aynı kaderi paylaşıyor olmak ayrı bir özdeşleşme duygusu yaratıyor. Dilerim, bir gün Türkiye’de ismi ‘böyle’ zor okunan, anlaşılan, yazılan ve telaffuz edilen.. herkes hikayesini yazar ve o yazılar bir mecrada toplanır. İnanılmaz absürd vaziyetleri öğrenir o zaman insanlar; biraz gülerek, biraz acıyarak bizlere!

6. Son not, romana adını veren şaire selam niyetine şu iki dize olsun: ‘Ağaçlar ki atlar gibi ayak üstü Uyurlar, başlarında düş torbaları,’ Selçuk Altun’un ‘Düş Torbası’ndan pay almak hakikatten çok zevkli ve öğretici ve bu kadar çok okuduğuna göre nasıl ‘uyuduğu’ belli: ağaçlar ve ‘o güzel atlar’ gibi; ayaküstü. Darısı, bütün Türkiye’nin başına! Bir ihtimal: Birbirimizi hiç değilse bir miktar anlayabilmek için.

Daha fazla yazı yok
2024-05-17 10:18:03