A password will be e-mailed to you.
 
Belçika WIELS’de açılan sergi,1990’lardan beri Afrika sanat sahnesinde üretim yapan altı kadın sanatçıyı bir araya getiriyor ve "Afrikalı bir kadının siyah bedeni ne anlama gelir?" sorusunu soruyor.

1929 yılında Nijerya’nın Aba kentinde bir grup Igbo’lu kadın toplandı. İngilizlerin kolonyalist vergi politikalarını protesto etmek üzere… Bunu yaparken tek araçları çıplak bedenleriydi.

İşte bu olay modern Nijerya kadın hareketinin başlangıcı olacaktı.

Çıplak kadın bedeni muhalefetin de imgesiydi.

İşte Brüksel’de açılan sergi tam da bu anı bugüne taşıyor. Hareketin izini 6 Afrikalı feminist sanatçınını işleri üzerinden sürüyor.

"Afrkalı bir kadının siyah bedeni ne anlama gelir?"

Küratör Koyo Kuoh soruyor: "Ataerkilliğin kurbanının yüce bir nesnesi mi? Tarihi sahneleyen ve temsil eden biçimde ırk ve cinsiyetin sınırlarını çiğneyen kutsal, lekeli vücut mu? Yoksa tüm bunların hepsi mi"

Kuoh’a göre feminizmin içine yerleşmiş 1980’lerde daha geçerli olan “Womanism” yani “Kadıncılık” üzerine tekrar düşünmeliyiz. Bu akım bazı hayakkırıklığı yaşayan ve yaşatan feministlerin içinden çıktı. Tıpkı beyaz radikal feminizm gibi onlar da siyahi kadının gerçekliğini ve beklentilerini karşılayamayıp onları eşitlik talepleri konusunda marjinalize etti.

WIELS çağdaş sanat merkezindeki sergi, Zoulikha Bouabdellah, Marcia Kure, Miriam, Syowia Kyambi, Valérie Oka, Tracey Rose ve Billie Zangewa’yı bir araya getiriyor. Hepsi 1990’lardan itibaren Afrikan sanat sahnesinde aktif olan sanatçılar. Abidjan’dan Princeton’a, Fildişi Cumhuriyeti’nden New Jersey’a kadar farklı şehirlerde farklı disiplinlerde işler üretiyorlar.

Billie Zangewa örneğin Botticelli’nin 1486 tarihli Venüs’ün doğuşunu tekrar ele alırken erkek bakışla çatışacak bir mekan yaratıp bu kez işin içine siyahi bir beden yerleştiriyor. Malzemesi ipek kumaş. Böylelikle kadının uzun zaman tutsak edildiği zanaatkarlığına da gönderme yapıyor.

Zoulikha Bouabdellah’nın "L’araignée"i sekizli bir heykel. Her biri başka bir mimari stili temsil ediyor. Hepsi birlikte Louise Bourgeois’nın örümceği, Maman’ı hatırlatan, çağıran, saygıda kusur etmeyen bir yaratığa benziyor. Sanatçı, örümceği sosyal bir beden olarak düşünüyor. Sabitlenemeyen, dünyaya açık ve sürekli akış halinde.

Sergi, öte yandan kadınlardan oluşan sergi geleneğinin terk edilip edilmemesi üzerine de düşündürüyor.

Belki de sadece kadınlardan oluşan sergiler için artık çok geçtir.

Ne dersiniz?

Daha fazla yazı yok
2024-05-16 10:10:20