A password will be e-mailed to you.

Her kadın anne mi doğar?

Kadınlık mı yoksa annelik mi? Doğurma çağına erişen hemen her kadının, yaşamının bir noktasında karşısına çıkar bu ikilem. Felsefe profesörü, yazar Elisabeth Badinter, Türkçe’ye ‘’Kadınlık mı Annelik mi’’ başlığıyla çevrilen (İletişim Yayınları, 2011) kitabında günümüz dünyasında anneliğin kadın olmanın neredeyse bittiği nokta olarak algılanmasına yol açan koşullardan bahseder.

Badinter’e göre bu çağda yaşıyorsanız ve bir bebek dünyaya getirmeye niyetiniz varsa ‘’ideal anne’’ olmaktan başka seçeneğiniz yoktur. Beklentiler öylesine ağırdır ki kadının anneliği “hak etmek” için ekonomik özgürlüğüyle birlikte sosyal ve cinsel hayatından da vazgeçmesi gerekir. Hayatından ödün vermeye yanaşmayan “anne-kadın”lar içinse hayat daha bir zordur.

Badinter’in ifade ettiği gibi, annelik günümüzde kadının ‘’modern zamanların kölesi’’ olması yönünde ısrarla başvurulan bir araca dönüştürülmüş, adeta fetişleştirilmiştir.  Fransa’nın en etkili entelektüellerinden Badinter ‘’Kadınlık mı, Annelik mi?’’ sorusunu ve bu sorunun içerdiği dayatmayı toplum, medya, tıp gibi farklı alanların kadın üzerinde kurduğu baskı ve getirdiği normlar üzerinden irdeler kitabında.

Bu yazının konusu ise Badinter’in eseriyle çokça konuştuğunu düşündüğümüz ancak tartışmaya edebiyatın olanaklarını kullanarak katkı sunan bir roman.  Yazar Irmak Zileli, 2012 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanan ilk romanı Eşik (2011)’in ardından, ikinci romanı ‘’Gözlerini Kaçırma’’da  (Remzi Kitabevi) annelik-kadınlık meselesini bir ailenin üç kuşağına mensup kadınları üzerinden anlatırken toplumca koşulsuz kabul gören yargıları da altüst etmeye soyunuyor.

‘Gözlerini Kaçırma’’ sert bir roman. Zira ‘’her kadın anne doğar’’ şiarını acımasızca sorgulamaktan çekinmiyor. ‘’Her kadın anne doğar, deseler de korkuyorsun. Söylendiğinin aksi olmasından. Anne doğmamış olmaktan, çıbanbaşlarından. Hitler’in o deneyini duyduğundan beri daha da korkuyorsun.  Giderek ısınan sacın üstünde, kucağında bebeğiyle çırılçıplak bırakılan kadın olmaktan. Korktuğun başına geldi işte. Bebeğinin üstüne oturdun ve yanmaktan kurtuldun’’.

Üst -orta sınıf diyebileceğimiz bir aileye mensup olan Didem’in ailesinin kadınları, kadınlığın tadına varamadan annelikle tanışmaktan muzdarip olduklarını itiraf etmiyorlar tabii, Didem’in aksine. Çünkü onlar kendilerine sunulan yaşamı kanıksamış ve varlıklarını bir çeşit ‘görev’ olarak kabul etmiş kadınlar. Ailenin ayrık otu Didem ise, bir gecelik bir ilişki sonrası hamile kalıyor ve babasız bir çocuk dünyaya getirmeye karar veriyor. ‘’Annen, hayatının en büyük hatasını yapıyorsun dediği sırada direkten dönecek vakti çoktan geçmiştin. Rüya’yı istesen de aldıramazdın. Bunu duyunca iyice çılgına döndü. Söylediği hiçbir şeyin fayda etmediğini görünce de, senin derdin ne, diye sordu. Sahiden derdinin ne olduğunu merak ediyormuş gibi yanıtladın. Artık yalnız değilim, dedin, derdim yalnız olmaktı’’…

Didem,  annesi ve anneannesi ile ilişkileri başta olmak üzere ‘kutsal aile’  ilişkilerini acımasızca deşerken sık sık gördüğü rüyalar üzerinden bir iç hesaplaşma yaşıyor, hem kendisiyle hem onlarla hem de kadınlık halleriyle. ‘’Annelik duygusu, diyorlar. Tekrarlıyorlar: Annelik duygusu. Annelik duygusu. Annelik duygusu. Çocukluğunda kendi kendine oynadığın bir oyun geliyor aklına. Aynı kelimeyi üst üste söylediğinde kelime giderek bir garabete dönüşüyor. Kibrit. Kibrit. Kibrit. Kibrit. Kibritin anlamını unutana dek tekrarlıyorsun’’.

Irmak Zileli romanında gerilim dolu bir dille anlatıyor bu hesaplaşmayı. Sadece kadınlık-annelik arasında gel-git’lerle değil; akıl ile delilik, rüya ile karabasan arasında gidip gelme hali de var bu gerilimde. Başından sonuna temposunu hiç yitirmeyen romanda rüyalarındaki işaretleri okuyarak gerçeği yorumlamaya; sorgulamaya çalışıyor Didem. Bu yönüyle sıkı bir bilinçaltı okuması da denilebilir bu anlatı için.  

Romana başından itibaren sürükleyici bir devinim kazandıran en önemli unsur ise işlenip işlenmediği açık olmayan bir cinayet. Sonuçta bir anne bebeğinin üstüne oturup kendisini yanmaktan kurtarabilir mi? Peki ya yalnızlık o zaman biter mi? Günün birinde annesinden nefret etmesin diye çocuğunu yok etmek isteyebilir mi bir kadın? Sorular, sorular…  Kâbuslar gerçek dünyada bir üçüncü sayfa haberine dönüşebilir mi, yoksa bütün bunlar eninde sonunda uyanılacak bir karabasandan ibaret midir? ‘’Gözlerini Kaçırma’’ yargıları altüst eden bir roman. Yazmak kadar okumak da cesaret istiyor.

Daha fazla yazı yok
2024-05-04 12:50:37