A password will be e-mailed to you.

“Hiç bir ‘gerçekliğin’ anlamı göründüğü ile sınırlı değildir; ilk anlamından farklı bir ikincil anlam daha taşır. Fotoğrafların asıl ortak yanı, objektifin gördüğünün dışında ve yapanın kendisinden başkasının tahayyül edemeyeceği o son kareyi sunmak üzere oluşturulmuş olmalarıdır. Ve, bu görüntülerin çekici olduğu kadar itici olma hali ve hakkı vardır.”

Burcu Aksoy 

Burcu ile ilk tanıştığımda kendime benzettim biraz; az utangaç, yaptığı işler ve ilişkilerinde özen gösteren, ürettikleri konusunda çocukça bir heyecan taşıyan… Daha yakın arkadaş olmaya başlayınca 1-2 başka ortak yön daha çıktı: Kendisine has bir mükemmeliyetçilik ve bundan kaynaklanan çeşitli hayal kırıklıkları. Bazı ilkelerden taviz vermemek dolayısı ile “karmaşık” bir kişilik mi desem? Aynı işlerindeki gibi…

Bir sanatçının işlerine bakıp çeşitli referanslar vermek, benzetmeler yapmak çok da sevdiğim ve her zaman eğilimli olduğum bir pratik değil. Bu tür çağrıştırmalar bazen yanlış anlaşılabilir, sanatçının belki de hiç o taraklarda bezi yoktur; sadece yazıyı yazanın, yorumu yapanın kişisel, kurumsal yakıştırmalarıdır bu. Bu öyle bir noktaya gelebilir ki, yazıyı yazanın “bak ben ne kadar bilgiliyim” gösterisine bile dönüşebilir. Bu tehlikeye rağmen Burcu’nun işlerine baktığım zaman aklıma gelen ve şahsen çok sevdiğim bazı sanatçıların ismini burada anmak isterim. Burada amaç bir benzetme yapmak değil, sadece Burcu Aksoy’un işlerine duyduğum yakınlığı daha iyi anlatabilmek. Yakınlarda ölen Lebbeus Woods, kağıt üzerinde mimarlık projeleri üreten, projeleri inşa edilmemiş / edilmeyecek; ama buna karşın bir çok bina üretmiş çok sayıda mimara göre daha sıklıkla yakın dönem mimarlık tarihi kitaplarına girmiş bir mimar. Bunu fazlasıyla hak eden bir tasarımcı olduğunu düşünüyorum. Woods’un mimari ve mekan kurguları, bunların kente eklemlenme halleri öylesine biriciktir ki, daha önce hiç görmediğiniz bir şeye baktığınız hissi yaratırlar. Birçok şeyin denenmiş olduğu, tıkanma dönemine geçmiş sayabileceğimiz sanat ve tasarım gibi yaratı alanlarında bu aralar “daha önce hiç görmediğiniz bir şeye baktığınız hissi” yaratmanın hiç de kolay olmadığını takdir edersiniz. Benzer bir hissi daha önce yazılarımda çeşitli defalar referans verdiğim Piranesi gravürlerinde de yaşıyorum. Söz konusu mekan kurguları, sadece ikiboyutlu üçboyut tasvirleri olsalar da, o mekanlara gitme arzusu uyandırıyorlar; hatta fotoğrafçı olarak “Lebbeus Woods ve Piranesi mekanları gerçek olsa da oralarda fotoğraf çekebilsem” gibi bir fantezim olduğunu da paylaşmak isterim.

Burcu’nun yarattığı mekan kurguları da bende benzer sezgiler yaratıyor. Böyle yerler yok ama var gibiler, bu yüzden de onları çözmek, şifresini kırmak, içindeki üçboyutu açığa çıkarmak, ve sonunda fotoğraf içinden başka fotoğraflar çıkarmak istiyor insan. Bazı grafik tutumlar bana konstrüktivist dönem renk ve kompozisyon çatkısını anımsatıyor ve bu tip eserlerin üçboyutlu yapısını çözebilmek daha rahat olabiliyor (örneğin “Alloplasty” serisi). Diğer bazıları ise Antoni Tàpies resimlerini andıran doku zenginliği barındırıyor ve bunları dekode etmek için daha fazla uğraşmanız gerekiyor (mesela “Engram” serisi). “Ambivalance” serisi, adı üzerinde, hem yaratıcısını hem de seyircisini ikirciklendirebiliyor; tam çözdüm zannederken “galiba tam da öyle değilmiş” diyebiliyorsunuz. “Catalepsy” ise tam bir son evre sanki, çözmeye çalışırken geçen uzun zaman sizi uyuşturuyor; bazen teslim oluyor bazen de “benden bu kadar, pes ettim” diyorsunuz…

Şahsımda bu tür algıların oluşmasına zemin sağlayan Burcu Aksoy işleri, içerikle teknik arasında kurulmuş dengesi ile de dikkat çekiyor. Estetiğin bir amaç değil araç olarak değerlendirilmesi, ama bir yandan da vazgeçilmez bir bileşen olması, yaratı süreci ve ortaya çıkan eserin bir bütün olarak algılanmasına yol açıyor. Her ne kadar bilgisayar öncesi zamanlarda, çok sayıda yarı saydam katman içeren eserler üretmek olası idiyse de analog ortamda teknik sürecin karmaşıklığı dolayısı ile çok da tercih edilmeyen bir yaklaşım idi. Photoshop’un ilk sürümlerinden bu yana süregelen “katman” ve katmanlara atanabilen “saydamlık” kavramları sonrasında, çok daha fazla sayıda karmaşık yarı-saydam katman yapılanması örneği görmeye başladık, hatta bir ara bu tür eserlerden ikrah bile getirmiştik. Bu tür tekrar hissi yaratan “dijital” eserlerde, sanatçıdan çok Photoshop’un imzası var gibiydi. Burcu Aksoy, zor bir işin üstesinden gelerek, daha önce defalarca kullanılmış olan katman alaşımı yöntemi ile daha önce defalarca görmediğimiz bir görsellik yaratmış işlerinde. Burada farkı yaratan, mimarlık eğitimi almış bir sanatçının çizgisellik ve geçirgenliklerden oluşan düzeni ikiboyutun ötesine taşıyıp, üçboyut algısı tetikleyen kompozisyonlar yaratabilmiş olması diye düşünüyorum.

Ortaya çıkan eserler ve özellikle isimleri ile Burcu’nun hayatı, duyguları, varoluş biçimleri arasında çok yakın bir ilişki var. Bu yüzden bu eserlere salt estetik düzlemde bakmak eksik algılanmalarına yol açacaktır. İşlerin içine içeriksel boyutta daha derinliğine girebilmek için Burcu’yu yakından tanımak gerekebilir; mamafih, güncel sanatın pek çok eserinde de benzer bir durumla karşı karşıya kalıyoruz zaten. Her ne kadar Burcu serginin konsept metninde “psikiyatri terimlerinin seri isimleri olarak kullanılması ve her bir fotografik işin belli bir zaman dilimini yani saatleri isim olarak seçmesi”nden dem vursa da; konsept metninde sanatsal, estetik, teknik gibi daha kolektif boyuttaki genel konular yerine onun kendi dünyasını bizlere açan, daha kişisel, özel konulara ağırlık vermesini isterdim; hele hele kendisi de işleri hakkında “iç dünyanın belgeselidir” yorumunu yapmışken…

Murat Germen, Temmuz 2013

 

Fotoğraflar 1-7: Burcu Aksoy, Seri 16 – Catalepsy 

Fotoğraflar 8-9: Burcu Aksoy, Seri 17 – Alloplasty

Fotoğraflar 10-12: Burcu Aksoy, Seri 18 – Ambivalance

Fotoğraflar 13-14: Burcu Aksoy, Seri 19 – Engram

Fotoğraf 15:Burcu Aksoy

Daha fazla yazı yok
2024-05-29 00:40:45