A password will be e-mailed to you.

Sofra, yalnızca yemek yediğimiz yer değil, toplumsal varlık olarak belki de ilk değerli bir arada olma biçimimizdir.

Masa, çok sonra tasarlanmıştı. Ama o mobilya sofra kavramını zenginleştirdi, yalnızca bir eşya olmaktan çıktı; buluşmanın, dertleşmenin, anlaşmanın ya da ayrışmanın somut bir mekânı, bundan da öte, bu insani edimlerin simgesel anlamına da dönüştü (“masada buluşmak, masaya davet etmek, masayı dağıtmak” vb; zarif muhabbetler mekânı olduğu gibi “kurtlar sofrası” da olabilen bir masa kavramı).

(Sofra- Mert Babaoğlu)

Sofrada kimse konuşmasa bile, herkesin ruh hali masaya yansıyacak; gergin, üzgün, sinirli, mutlu, neşeli, şakalı, iğneli ya da içten pazarlıklı, açık ya da kapalı yüzler galerisine dönüşebilecektir.

Sofrada, masadaki sandalye sayısından daha fazla kişi de olabilir; hikâyeleri anlatılan, hayalleri kurulan, düşünceleri düşünülen birçok kişi de konuktur sofraya. Bazen geçmişin izleri ya da o ana kadar bizi biz yapan her insan bizle birlikte sofradadır, hayaletler masaya doluşur adeta.

Sahiden, sofraya doluşan hayaletleri görebiliyor olsaydık nasıl olurdu?

Ankara Ka’da 26.01 – 10.02.2024 tarihleri arasında gerçekleşen sanatçı Kayahan Kaya’nın ‘”Bir Bulut Gibi Belirir Hayaletler Sofra Üstünde” yerleştirmesi bu soruya cevap aramakta…

Sinem Pehlivan: Sevgili Kayahan, söyleşi teklifimi kabul ettiğin için teşekkürler… Öncelikle kendinden ve işlerinden bahseder misin?

Kayahan Kaya: Selamlar Sinem. Hacettepe Üniversitesi Grafik Tasarım bölümünde okudum. Bir süre akademide çalıştım daha sonra farklı alanlara yöneldim. Televizyon dizileri ve reklam filmleri için animasyonlar, görsel efektler hazırladım. Tüm bu zaman boyunca karma sergilere de katılıyordum. Üzerine konuştuğumuz benim ilk kişisel sergim.

Epeydir buluntu fotoğraflar topluyorum ve bu eksende fotoğraflarla illüstrasyonu birleştirerek işler üretiyorum. Hatalı baskılar, tuhaf kadrajlar, tekrara düşen ve aile albümlerinde yerlerini bulamamış fotoğraflar ilgimi çekiyor. Son dönemde fotoğraf toplarken bir tür “gurur” anlarını yakalamaya çalışıyorum. Misafir gelmeden önce incelikle hazırlanmış bir sofra, özenle bakılmış bir arka bahçe fotoğrafı gibi. Oldukça kişisel ve o anı hatırlatıcı, genellikle insansız fotoğraflar.

(Sofra – Mert Babaoğlu)

Yerleştirmeler üzerine de çalışıyorum. Daha önce Siyah Beyaz Galeri’de “Gülünecek bir şey yok” adlı karma sergide, ziyaretçilerin UV ışığı altına tutarak görünmez mürekkeple müdahale ettiğim  buluntu fotoğrafları  inceleyebileceği etkileşimli bir yerleştirme  düzenlemiştim. Ziyaretçilerin işle etkileşime girmelerini izleyici sıfatından çıkıp, işin müdahili olmaları ve kendi kurgularını yaratabilmeleri adına önemli buluyorum.

Genel olarak toplumsal kimlik, bellek ve iletişim konuları üzerinde düşünüyor ve işler üretiyorum.

S.P.: Öncelikle “Bir bulut gibi/ Belirir hayaletler / Sofra üstünde” işinin doğuşu ile ilgili söylemek istediğin şeyler vardır diye düşünüyorum. Bir yemek masasından nasıl hayaletlerle diyalog içine girebiliyoruz?

K.K.: Sergi tarihinden yaklaşık 8 ay önce Umut Şumnu ve Ece Akay’ın evinde toplanmıştık kalabalık bir ekiple. O akşam Umut oyunvari bir şekilde hepimize şu soruyu yöneltti: “Zamandan ve mekandan bağımsız bir akşam yemeği daveti verseniz, 10 kişilik sofranıza kimleri çağırırdınız?” Bu soruyu yanıtlamak o anda benim için pek mümkün olmadı. Aklıma hayranı olduğum kişiler, edebiyatçılar, şairler, düşünürler, müzisyenler geliyordu ama o sofraya çağırdığım kişilerin birbirleriyle nasıl anlaşabileceklerini yada benim onların yanında rahat hissedip hissetmeyeceğimi kestiremiyordum.

(Sofra – Mert Babaoğlu)

Daha sonraki günlerde bu soruyu ciddiye alıp, listeler oluşturmaya başladım. Daha sonra farkettim ki, kalabalık bir masada konuşurken, tartışırken, birilerinden bahsederken onları da sofraya çağırıyoruz aslında. Hem kişilerin hem de düşüncelerin hayaletleri sofra üzerinde gezinmeye başlıyor. Bu düşünceyi somut bir hale getirmek için işe önce haiku* yazarak başladım. Aklımdakileri bir haikuya sığacak kadar sadeleştirebilirsem işin özünü kalabalıklaştırmadan gösterebilirdim. Serginin ismi de yazdığım bu haiku oldu.

S.P.: Bu sergiyi düzenlerken mekana özgü olarak hangi yönleri nasıl ortaya çıkarttın? Mekanla nasıl ilişkiyi kurabildin? 

K.K.: Ka ölçek olarak bu işin rahat okunmasına olanak verdi. Sergi alanının genişliği, tavan yüksekliği ayna-yansıma-gölge-ışık oyununa yeterli büyüklükteydi. Ka’nın 2 cephesinde kocaman pencereler vardır. Bu işin çalışması için ortamı ışıksızlandırmak gerekiyordu. Ka’nın direktörü Oğuz Karakütük bunu mümkün kılmak için, 2 cepheyide örtecek kalın perdeler yaptırmayı önerdi. Ka bu perdelerle birlikte tekinsiz bir hale büründü. İçeri girmeye çekineceğiniz, el feneriyle gezinip sofrayı ve hayaletleri göreceğiniz, düşünce dedektifliği yapabileceğiniz bir yer haline geldi. Sofra yerleştirmesine eşlik eden 3 parça örtüyü de mekanın vitrinlerine, dışarıdan görünebilecek şekilde asmaya karar verdik. Böylece içeride dikkati dağıtacak başka öge olmayacaktı.

S.P.: Bu sofraya kimleri davet ettin? Masada nasıl sohbetler ya da gerilimler yaşandı? 

K.K.: Aslında listemi halen yapabilmiş değilim. Yapmış olsaydım da kendi davetlilerimden ziyade masanın anonimliği ve ziyaretçilerin kendi okumalarını yapmalarına müsade edecek tanımsızlığı daha önemliydi. Sergiye gelen ziyaretçilerin tabakların içine yerleştirilen aynalardaki desenleri-soyutlamaları kendi kurgularını oluşturmaları adına belli belirsiz tuttum. Yansımalarda net olarak algılanmayan portreler ve hikayeler var.

(Sofra –  Serhat Şatır)

Kalabalık buluşmalardan sonra o geceye dair içimizde bir tortu kalır. Mutlu, kırgın, pişman yada üzgün bir şekilde masadan kalkmışızdır. İster istemez o his midemizin üstünde asılı kalır. Seramik tabakları tasarlarken bu his olasılıklarını düşündüm. O masada her tabağın sahibi bir şekilde duygularını tabağa yansıtmış olmalıydı. O masada yaşanmış sohbetleri ve gerilimlerin okumasını yine ziyaretçilere bırakıyorum.

S.P.: Sanatta yemekle ilişkili görünen her şey sadece yemekle ilgili olmuyor. Senin de bu noktada belleğinde bulunan “yemek” gibi yerleşik bir kavramsal tema etrafında gelişigüzel örülmediği belli oluyor. Peki yemek gibi bir tema aracılığıyla hangi kavrama yönelik bir çıkarımlarda bulunabiliriz? 

K.K.: Sofrada aslında sadece yemeği paylaşmıyoruz. Çok güçlü bir iletişim ara yüzüdür sofralar. Derdimizi paylaştığımız, efkarlandığımız, gülüp eğlendiğimiz, şakalaştığımız, memleketi kurtardığımız, devrimleri başlatıp bitirdiğimiz bir başlangıç noktasıdır. Dostlukların temelleri burada atılır, sağlamlaştırılır veya bitirilir. Her ne kadar toplanma amacı yemek yemek olsa da asıl işlevi iletişim kurmaktır. Yemeği ve düşünceleri paylaşmamın birleştirici bir gücü de vardır. Belki bu nedenle bir çok sanatçı bu konuyu ele alıyor, irdeliyor.

S.P.: İzleyici eserine bakıp yorumlama yaparken kendi belleği ve sanatçı belleği arasında mutlaka ilişki kurmaya çalışacaktır. İzleyicinin seninle hangi ortak noktalarda buluşabileceğini düşünüyorsun? 

K.K.: Sergideki iş performatif bir yerleştirme. Burada performans gösterenler el fenerleriyle gezen ziyaretçiler. İlk eğilim fenerle masaya ve masanın üzerindeki objelere bakmak oluyor. Neden sonra duvara ve tavana yansıyan ışığı ve gölgeleri keşfediyor ziyaretçiler. Bu aslında yaratmak istediğim gölge oyununa bir davetti. Farklı açılardan farklı yansımalar, farklı izdüşümler oluşmaya başlıyor. Bu kurgusal değişim aslında herkesin işi kendince okumasına olanak veriyor. Her tutuş açısı ve ışıkların yoğunluğu benim de işi tekrar tekrar farklı okumamı sağlıyor. Burada bir ortaklık söz konusu olabilir. Ben özellikle yansımalarda belli bir örgüden, hikayeden kaçınmaya çalıştım. Aynı düşünceler gibi hızla değişen; akan imgeler, ışıklar, gölgeler…

S.P.: Son olarak günün farklı saatlerinde buluşulan sofralar, o sofralarda bulunan yiyecekler temasına indirgenemeyecektir diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu eser üzerinden: Sınıf farkları, sosyokültürel desenler, tarımsal üretim, iklim, tüketim kültürü ile  göç, ticaret gibi harekete dayalı olgular da çözümlenebilir. Yani öte yandan bu işi izlerken kutsallık, din, inanç ve mitler üzerinden de yorumlamak istiyorum. Acaba sen bu konuda ne düşünüyorsun? 

K.K.: Sofra üzerinde birbiriyle aynı büyüklükte ancak farklı formlarda seramik tabaklar, buluntu bardaklar, çatallar ve kaşıklar var. Porsiyonlar eşit ve böylelikle sınıflar da eşitlenmiş sayılabilir. Ne bir burjuva ne de bir fakir sofrası. Ziyaretçilerin kendilerini o sofranın misafiri olarak rahat hissedebilecekleri bir masa.  Sofra üzerinde her biri birbirinden farklı bardaklar, çatal ve kaşıklar var. Kimisi gümüş kaplamalı süslü, kimisi bir kampçının kullanımı için tasarlanmış alüminyumdan yapılma basit.

(Sofra –  Serhat Şatır)

Materyal yelpazesinin geniş olması o sofrada herkesin olabileceğine dair bir vurgu yapıyor. Hiç bir ayrıştırmaya yer vermeden herkes davet edilmiş olabilir. Sofrada hiç bir yiyecek artığı bulunmuyor. Yöresel ya da genel geçer gıdaların göstergeleri sofranın sosyokültürel anonimliğine, zamandan ve mekandan bağımsız olmasına engel olabiliyor. Ancak tabakların içindeki akrilik boyaları yiyeceklerden artakalanlar olarak okuyabiliriz. Bir tek sofradaki yaşanmışlığı vermesi adına her bardağın dibine biraz içecek kalıntısı bıraktım. Pahalı yada ucuz bir içecek olabilir. Yine ekonomik bir göstergeden özellikle kaçındım.

İnançlardan uzak bir yerde durmayı tercih ediyorum. Sergi açılışında Da Vinci’nin “Son akşam yemeği” tablosuna gönderme olup olmadığını soran ziyaretçiler oldu. Benim böyle bir niyetim yoktu, ancak tam ortada yanan tek mum, uzun ince bir masa böyle bir çağrışım yaratmış olabilir. Sofrada 11 tabak bulunuyor, işin çıkış noktasına geri döndüğümüzde bu tabaklar 10 davetli ve bir de ev sahibini temsil ediyor aslında.

—-

*Haiku: Japon edebiyatından çıkan 5-7-5 hece ölçülü, üçlü mısra ile sınırlı kısa şiir türüdür.

Daha fazla yazı yok
2024-05-02 22:11:08