A password will be e-mailed to you.

Anadolu kültürünü piyano diliyle anlatmak üzere, 2012 yılında internet ve sosyal medyadan yola çıkan Piano Turca, Mozart’ın “Rondo Alla Turca” (“Türk Marşı”) eserinden esinlenerek Piano Turca adını seçti. Sanatçı sadece bilinen şarkıları piyano ile yeniden yorumlamakla kalmadı, ulusal ve uluslararası alanda, film, belgesel ve reklam filmlerinde kendi besteleriyle yer aldı. Yeni albümünde “Ankara Manzarası” tablosundan yola çıkan müzisyeni sizin için daha yakından tanımak istedik.

 

Piano Turca olarak Ankara şehri sizin için neler ifade ediyor?

Ankara her şeyden önce Cumhuriyet’imizin biricik başkenti ve benim de gençlik yıllarından itibaren havasını soluduğum şehir. Ankara’nın o söylenegelmiş gri silüetini araladığınızda nitelikli, özgün, üretmeye hevesli ve karakterli bir insan profiline sahip olduğunu düşünüyorum. Bu sosyal profilin kişisel yaşantıma ve sanatsal üretimime elbette ki büyük katkıları oluyor. Bu açıdan Ankara ile çok barışık olduğumu söyleyebilirim.

 

Bu albümünüz bir resimden yola çıkıyor. Ankara’nın resmedildiği en eski tablo olan “Ankara Manzarası”. Manzaradaki Ankara ile güncel Ankara arasındaki ayrımlar üzerine düşündünüz mü?

Tabloda resmedilen Ankara; üretimin her aşamasında yer alan, güçlü bir sosyal hayata sahip ve kadının sosyal hayat içerisinde yer aldığı bir şehir. Örneğin Ankara keçisinin kırpılmasından, tiftiğin sof kumaş haline getirilmesine ve ipek yolu tüccarlarına satılmasına kadar tüm aşamalar tabloda görülebilmekte. Kadınların nitelikli üretime ve sosyal yaşantıya katkılarını ise yine tablodaki kadın figürlerinin her kısımda ve yoğun olarak bulunmasından anlayabiliyoruz. Bu örnekleri bir araya getirdiğimizde gerek Ankara gerekse Türkiye özelinde; katma değer üreten, üretim odaklı ve kadını sosyal hayata dahil eden toplum dinamiklerimizi yitirmekte olduğumuzu düşünüyorum.

Her şey Ankara Rahmi M. Koç Müzesi’nde başladı

Tabloyu nerede gördünüz ilk? Ne kadar baktınız? Fotoğrafını mı çektiniz? Nasıl oldu süreç?

Tablo halen Ankara Rahmi M. Koç Müzesi’nde sergilenmekte ve tabloyla tanışmam da bu müzeye yaptığım bir ziyaret sırasında gerçekleşti. Tablonun şehre, insana ve geçmişe dönük pek çok hikayeyi barındırdığı ilk bakışta anlaşılabiliyordu. Zaman zaman bir fikrin yaratıcı olmasıyla absürt veya zorlama olması arasında ince bir çizgi olabiliyor. Tablo üzerine bir albüm fikrimi Ankara Rahmi M. Koç Müzesi ile ilk paylaştığımda da açıkçası bu çekingenliği yaşıyordum fakat kendilerinin bu fikre yoğun ilgi ve desteği beni cesaretlendirdi.

Devamında yine müze desteğiyle tablo konusunda yetkin isimlerle görüşme zemini hazırlanması ve tabloyu envanterinde bulunduran Amsterdam Rijskmuseum tarafında gerekli telif izinlerinin alınması sayesinde geniş bir ilham alanı da benim için açılmış oldu. Müzede tablo başında, tablonun dijital kopyası üzerinde ve konuyla ilgili makalelerle süreci yürüttük. Bu süreç aynı zamanda yaşadığım şehri ve tarihini daha yakından anlayabilmem açısından da keyifli bir yolculuktu. Sonrasında 12 besteye ilham olacak noktaları belirledik ve ilk olarak şarkıların piyano versiyonlarını besteledim. Tablonun bir diğer özelliği de ressamının bilinmemesi ve Osmanlı çizim tekniklerinden esinlenilerek resmedilmiş olması.

Buna paralel olarak ben de yabancı bir aranjörle bestelerimin dijital ortamda senfonik hale gelmesi fikrini benimsedim. Tıpkı 300 yıl önce tablonun resmedilmesine benzer şekilde , bugün de albüm için bir yabancının perspektifi bana göre bestelere derinlik kattı. Böylece tablodan ve Ankara tarihinden ilham alan şarkılar gün yüzüne çıkmış oldu. Albüme katkı sunan diğer pek çok yerli ve yabancı paydaş da var. Mastering ve miks için Dave Weckl ve Claudio Passavanti, fotoğraflar için Veysel Aslan, kapak tasarımı için Sabir Shah, tablo animasyon videoları için KnockKnockEstudio , metin yazarı olarak ise Nilay Toğrul projeye destek verdiler.

 

Tam da bu yüzden mi albüme aşırı hüzün hakim. Ona göre seçilmiş bir aralık var hep. Yeşilçam film müziklerini de andırıyor?

Buket Uzuner’in New York şehri ve insan arasındaki benzetmesi zihnimde yer etmiştir. Kendisi insanı, silüeti ihtişamlı fakat arka sokakları bambaşka bir yaşantıyı yansıtan New York şehrine benzetir. Ben de gündelik hayatımda dışa dönük, neşeli ve konuşkan silüetimden sıyrılıp, zihnimde daha arka sokaklara ittiğim duygusal ve hüzünlü yanımı sanatla ortaya çıkarıyorum. Belki de bu sebeple tablodan ilham aldığım hikayeler daha hüzünlü olanlardır. Diğer yandan besteleme sürecinde zihnimde oluşan hikayelerle ilerlemeyi seviyorum. Bu sebeple eserlerimde bir Yeşilçam hissi oluşması da benim açımdan mutluluk verici olur.

Bir film müziğinden tablo müziği yapmak

Bir film müziğinden tablo müziği yapmak ile ilgili neler söyleyeceksiniz? Çünkü manzara kadar resimdeki figürlerden de yola çıkarak tek tek bestelemişsiniz. Karacabey Hamamı mesela sof feraceli kadın gibi.

Bu albüm öncesinde de gerçek hikayelerden ilham alarak yaptığım besteler ve elbette film müziklerim olmuştu. Beste aşamasında bir hikayeden ilham alma fikrini değerli buluyorum. Bu albüm özelinde de çalışmalarımızı yaparken kesin ve mutlak olan tarihi bilgiler kadar yoruma ve hayal gücüne açık noktaları ve bununla oluşan duyguları da hikayeleştirmek istedim. İnsanları ve mekanları hayal gücümde canlandırarak onları bir hikayeye ve duyguya dahil etmek bestenin duygusunu yakalayabilmek adına çok önemliydi. Karacabey Hamamı o dönemden bugüne hala faal durumda olan, içerisinde toplumun her kesiminin eşit olduğu bir arınma mekanı.

Bu şarkıda olumlu veya olumsuz her şeyi dışarıda bırakıp arınma hissine odaklanmak temel motivasyonumdu. Sof feraceli kadın figürü ise sadece tabloda değil aynı zamanda Evliya Çelebi’nin Ankara ile ilgili notlarında da yer almakta. Bakımlı, güzel giyimli ve aynı zamanda o dönemde erkekler kadar üretimin içerisinde yer alan bir kadına olan hayranlığı bu şarkıda aktarmak istedim. Kurtuluş Savaşı öncesinde yurdun işgaline karşı en önemli mitinglerden birine ev sahipliği yapan Namazgah Tepesi, kime ait olduğu bilinmeyen bir türbeye ev sahipliği yapan Hıdırlık Tepesi, Ankara ticaret hayatının yüzyıllarca sembolü haline gelmiş Çengelhan gibi pek çok ilham kaynağı da bu albümde eserlere dönüşerek yerini aldı.

Yerelden evrensele dokunmaya çalışıyor

Piano Turca isminin içinden geçen Türklüğü nasıl tarif ediyor? Bu Türklük ile bu tabloda anlatılan doğululuk üzerine düşünme fırsatınız oldu mu?

Piano Turca mahlasını seçerken, Mozart’ın Rondo Alla Turca (Türk Marşı) eserinden etkilendiğimi söylemeliyim. Mozart’ın bu eseri bestelerken Mehter Marşı’ndan etkilendiği rivayet edilir. Bu örnekten yola çıkarak bir sanatçının, kendi kültüründen olmayan bir başka sanattan etkilenmesi ve ortaya kendi gözünden her iki kültüre de dokunan bir eser koyması bana etkileyici gelmiştir. Bundan yola çıkarak Piano Turca mahlasını yerelden evrensele dokunan, kültürler arasında etkileşimi barındıran bir vizyonla yürütmeye çalışıyorum. Hem kültürel hem de düşünsel anlamda Türklüğü bir başkasından üstün olma sebebi olarak değil, tam tersine karşılıklı etkileşimle bir bütün içerisinde var olmak ve evrilmek olarak görüyorum. Sanatın bütünleştirici etkisine inanıyorum.

İlk albümüm “Hayal 13 farklı ülkeden aldığım beste taleplerinin bir ürünü olarak ortaya çıktı. İkinci albümüm “Sonsuzluğa” için aranjör olarak Venezuela’dan Freddy Parra ile çalıştık. Bu albümde ise yine senfonik düzenlemeler başta olmak üzere pek çok konuda yabancı paydaşlarımız oldu. Tıpkı Türk Marşı örneğinde olduğu gibi farklı kültürlerin birbirine dokunmasına, köklerini Anadolu’dan alan evrensel bir öykü yaratmaya çalıştık. Tam da bu noktada Ankara’yı anlatan bir tablonun Hollandalı ressamlar tarafından resmedilmiş olması da bu örneklere çok paralel kültürel bir dokunuşu ifade ediyor. Oryantal eserlerde zaman zaman görülen Batı’nın olumsuz niteliklerini Doğu’ya atfetme tavrı bu tablo için pek geçerli sayılmaz. Bu açıdan tabloda anlatılan doğululuk kavramını, daha objektif bir gözlemin yansıtılması olarak görüyorum.

Türkiye’den Berkay, Kibar, Engin ve Oben’i örnek alıyor

Daha önceki albümlerinizle birlikte bu uzun çaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu albümle ilk kez bir sanatı bir başka sanat ile yeniden tasvir etme fikrini hayata geçirme şansım oldu. Hatırı sayılır bir ekiple 1,5 yılı aşan bir sürede ortaya çıkan bir albüm olarak bu zamana kadar en çok emek verdiğimiz albüm niteliğini de taşıyor. Önceki albümlerle kıyaslandığında tarz olarak yerel ezgilerin bir miktar daha ön plana çıktığı bir albüm oldu. Diğer yandan bu albüm benim adıma uzun bir müzik yolculuğunun yeni bir dönüm noktasıdır. Umarım tıpkı daha önceki çalışmalarımda olduğu gibi, bir sonraki yeni ve farklı çalışmalar için sıçrama noktası olacaktır.

 

Mirasçısı olduğunuzu söyleyebileceğiniz besteciler kim?

Cahit Berkay, Melih Kibar, Esin Engin ve Cahit Oben tarz olarak kendime örnek aldığım Türk sanatçılar. Dünya çapında ise Ennio Morricone, Hans Zimmer, Klaus Badelt, Thomas Bergersen, Yann Tiersen ve Yanni etkilendiğim müzisyenler arasında. Sanat anlayışı olarak Barış Manço ve Sezen Aksu benim açımdan çok kıymetli rehberler. Tüm bu isimleri ve daha fazlasını kendime usta ve rehber olarak görmekle birlikte her sanatçının kendi yaşantısı, sanata bakış açısı ve ürettiği dönem ile değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu açıdan mirasçı olmak iddialı bir söylem olabilir. Bir sanatçının esas mirası bence sevenlerine bırakılan eserleridir.

Sezen Aksu’nun sanatı zamanının ötesinde

Bir de merak ettim Sezen Aksu seviyor musunuz?

Sezen Aksu, ortaya koyduğu eserler, Türk pop müziğinde yarattığı etki ve sanata bakış açısı olarak eşsiz bir noktada. “Ünzile” şarkısının bugün dahi geçerliliğini ne yazık ki koruyan sosyal dokunuşu, “Işık Doğudan Yükselir” albümündeki kültürel özün yansıtılması, birlikte çalıştığı her bir ismin ondan edindiği anlayışla kendi yollarında çok başarılı olabilmesi ve buna benzer sayısız örnekler kendisinin neden Türk müziği açısından benzersiz olduğunu ortaya koyuyor. Zamanının ötesinde bir sanatı, popüler bir alanda kabul ettirebilmek toplumun geneline hitap eden bir ilerlemeyi tetikliyor ve Sezen Aksu bana göre bunu Türkiye’de en iyi başaran isim.

 

Türk musiki çok önemli bir değerini kaybetti bugün Timur Selçuk. Neler söylemek istersiniz onun hakkında?

Öncelikle hepimizin başı sağolsun. Türkiye sanat adına çok değerli bir ismini daha kaybetti. Her geçen gün popülarite, reyting ve tıklanmalara daha da fazla kurban edilen bir sanat ortamı içerisinde tüm dehası ve eğitimini gerçek sanat idealizmine adayan bir sanatçıydı. İlkelerini saygı duyulası bir farkındalık ile hayatı boyunca korudu. Gelişmiş ülkelerde sanatı en saf haliyle üreten benzer sanatçıların toplum ve devlet tarafından daha çok desteklendiğini görebiliyoruz. Umuyorum ki Timur Selçuk gibi değerleri ülkemiz de tıpkı gelişmiş ülkelerde olduğu sahiplenir.

 

Peki önümüzdeki projeleriniz nedir?

Bu zamana kadar yürüttüğüm film müziği çalışmalarımı ve sosyal medyaya yansıyan üretimlerimi devam ettirirken, diğer yandan da pandemi dönemi sonrasında insanlarla daha fazla yüz yüze iletişim kurabileceğim fırsatları değerlendirmek istiyorum. Konser ve söyleşilerin ötesinde yaratıcı sosyal sorumluluk projelerinde de yer almayı çok isterim.

 

İLGİLİ HABERLER

Karantina röportajları: Gülsin Onay

Karantina röportajları: Cem Mansur

Daha fazla yazı yok
2024-05-02 16:29:11