A password will be e-mailed to you.

İKSV tarafından düzenlenen Kuram Atölyesi’nde bu defa tiyatro eleştirisi ele alındı.

İki oturum şeklinde gerçekleştirilen atölyede eleştirel bakış açısının tiyatro içerisindeki önemi ve bu önem doğrultusunda teatral üretime sağladığı katkı sorgulanarak ‘sanatçı, eleştirmen, izleyici ya da bu çerçeveye katkı sağlayabileceğini düşünenler’ tarafından tartışıldı.

Ata Ünal, Ayşe Draz, Özlem Hemiş’in moderatör, Özen Yula, Zeynep Aksoy ve Fırat Güllü’nün açıcı konuşmacı olduğu atölyede eleştirel düşünce ve eleştiri bağlamında konuşmacıların kendi deneyimlerinden yola çıkarak aktardıkları, tenkit ve münekkit kavramlarını açıklayabilmede oldukça aydınlatıcı oldu.

Oldukça beğendiğim ve takip ettiğim bir yazar olan Özen Yula’nın ”Hiçbir şey o kelimenin ilk kullanımı ile açıklanabilecek kadar sade ve basit değil.” şeklinde bir cümlesi oldu. Bunu oldukça önemli buluyorum. Bununla daha çok ilk oturumda üzerinde durulan ve atölye boyunca denenen kelimelerin anlamlarından ve kökenlerinden yola çıkılarak açıklamaya gidilmesine atıfta bulundu. Bir tek kelimeden, kelimenin etimolojisinden yola çıkılarak bütün bir kavramı açıklamaya kalkmak bizi büyük bir yanılgının içine sürüklüyor. Ölçütler ve ölçü kavramlarının eleştiri için bir yapı taşı olduğunu savunan Özen Yula aynı zamanda eleştirmenin geçmişinin ve birikiminin de eleştiriyi ve ölçütlerini belirleyici önemli bir faktör olduğunun altını çizdi. Eleştiri için kurulan ‘üst dil’i de eleştiren sanatçı özellikle bundan kaçınılması gerektiğini vurguladı ki bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Oyuncunun ve yönetmenin seyircinin insafına sığınılması sonucunda oyundaki eksiklerin seyirci tarafından gözardı edilmesi durumunun ortaya çıkarılan oyunların kalitesinin giderek daha da düşmesine sebep olduğu görüşünde olan Özen Yula, kalitesizliğin bir estetik anlayış gibi sunulmasından gelen rahatsızlığını da dile getirdi.

Gazeteci Zeynep Aksoy ise eleştirmenin ‘maruz kaldıkları’ üzerinde durarak bu konuyla ilgili tecrübelerini aktardı. Konuşmasında en çok dikkatimi çeken noktaya gelirsek alternatif tiyatroların oyunlarını ”pıtrak gibi çoğalan, alternatif tiyatro dediğimiz mekanlarda yapılan şeyler” şeklinde tanımlamasıydı. Oldukça enteresan ve komik bulduğum diğer cümeleleri de  ”Yani hiç uğraşmasaymışsın”, ”Bunlar böyle kantite olarak çoğalıyorlar kendi içlerinde”, ”Kendi oyununu yazıp oynayan birtakım tiyatrolar, aferin o parayı bulmuş o mekanı açmışsın”, ”İşin ticari tarafını çok iyi becermişsin” şeklindeydi. Bu düşüncelerini buna yakın bir dille bir eleştirmen olarak dile getirdiğinde tepki aldığını da ekleyen gazeteci başına gelmeyenin kalmadığını söyledi. Bir ölçüt, kriter ve saygının olması gerektiğini de ekleyen Aksoy’un konuşmasındaki karamsarlık ve saldırganlık kanımı dondurdu diyebilirim.

Sonrasında Harun Çağdaş’ın başından geçeni ‘geçenlerde bir oyuna gittim’ diye başlayarak anlatmasıyla kendime geldim. ”Yanıma genç bir arkadaş geldi. Bana oyunu nasıl bulduğumu, nelerde aksama olduğunu sordu ve oturduk bir saat konuştuk. Meğer çocuk oyunun yönetmeniymiş. Bunca yıldır tiyatroya giderim ilk defa başıma böyle bir şey geldi.” diyen Çağdaş aslında çok güzel bir cevap vermiş oldu bu saldırganlığa. Hep bu kötü, şu kötü, ah o da kötü değil; bak bu da iyi diyebilmek adına çok güzel bir örnek olduğunu düşünüyorum. Atölyenin bu dakikasına kadar eleştirinin olumsuz bir kavram olarak zihinlerde belirmesi oturduğum yerde içimi kemirirken Harun Çağdaş’ın bu örneğiyle olumlu eleştirinin de varolabileceği, olması gerektiği; fakat bizim bunu gözardı ettiğimiz ortaya çıkmış oldu, mutlu oldum.

Alternatif tiyatrolar üzerinden devam eden konuşmada tiyatronun ülkemizde para kazanılamayan bir istihdam alanına dönüştüğü, son dönemde niceliğinden çok fazla sıkıldığımız bu alternatif mekanların bir ‘ihtiyaç’tan da doğduğunun altı çizildi. Kendilerine bir alan yaratmak isteyen tiyatrocuların mekan arayışlarının bahsi edilen istihdam alanında tutunma çabası olarak da değerlendirildi. Bu bağlamda Şermola Performans’ın bugün diğer gruplara ev sahipliği yapabilecek bir mekana sahip olana kadar çektiği sıkıntılar üzerinden bir örnek verildi. Açılan yeni bir mekana önyargıyla yaklaşmak tiyatro adına bizi bir adım öteye götürmeyecek.  İlk yapılması gerekenin burun kıvırmaktan ziyade tebrik etmek olması gerektiğini düşünüyorum. Neticede bir tiyatro mekanı açabilmenin, bir sahneye sahip olmanın ne derece zor olduğunu işin mutfağında az çok bir şeyler pişirmeye veya tatmaya kalkmış herkes bilebilir.

Atölyenin açıcı konuşmacılarından Fırat Güllü Mimesis’in yirminci sayısında yayınlanan, Maya Sahnesi’nde düzenlenen tiyatro ve eleştiri adı altındaki panelden birkaç noktayı bizimle paylaştı. Panelde konuşmacı olan Cevat Çapan’ın 1950’lerde yaşadığı bir olay üzerine tiyatro eleştirisindeki yazmamayı tercih etme, eleştiri karşısında tiyatro düşmanı olarak adlandırılma gibi konulara değinen Güllü, aslında o günden bu güne fazla bir değişiklik olmadığını vurguladı. Bunu da sadece tiyatro alanında değil genel anlamda eleştiri kültürüne sahip olmamamıza bağlaması önemli bir noktaydı. Eleştiri yapan kişinin diyalog kurmaya çabaladığını görmek, eleştiri ve eleştirmene dair oluşan gerilimin ortadan kalkması için oldukça mühim bence. Fırat Güllü de Harun Çağdaş gibi işin yapıcı boyutuyla daha çok ilgiliydi.

Hemen hemen herkesin aktif olarak söz alıp konuştuğu, fikir paylaşımında bulunduğu atölye farklı bakış açılarının tek bir yelpazede toplanıp sergilenmesi anlamında oldukça bütünleyiciydi. Tiyatro üzerinden devam edecek olan bu atölyelerin Ekim ayından sonraki bir tanesinde dans eleştirisine ve sonrasında çağdaş sanat eleştirisine geçileceğinin haberi verildi. Program takip edilmeli ve eleştiri konusunu eşeleyen bu atölyeler kaçırılmamalı diyorum.  

 

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-05-10 04:41:45