A password will be e-mailed to you.

"Bu ülkede kahraman gibi yaşamaya zorluyorlar."

‘’Belirli bir grubu ya da kişiyi, ırk, cinsiyet, yaş, ulus, din ya da cinsel yönelim, dil, politik görüş, sosyoekonomik ve sosyal sınıf, dış görünüm, fiziki veya zihinsel engel gibi konularda aşağılar veya tehdit eder tarzda konuşmak’’. Bu tanım Nefret Söylemi’nin hukuki karşılığı. ‘’ Kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi önyargı doğurabilecek nedenlerden ötürü işlenen, genellikle şiddet içeren suç’’ ise yukarıda tanımlanan söylemi aşarak Nefret Suçu’na giren ve adalete intikali gerektiren eylem… (Kaynak: Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003, hate crime maddesi)


Uzun yıllardır bu memleketteki sivil toplum örgütlerinin önde gelen taleplerinden biri olan Nefret Suçu Yasası’na sahip değildi Türkiye. Neyse ki, bir süre önce açıklanan Demokratikleşme Paketi’yle ‘Nefret Suçu’ ülkemizde bu yıl içinde ilk kez yasalaştı.  Fakat yasa vahim eksiklerle yürürlüğe girdi. Zira etnik köken, cinsel kimlik-yönelim, inançsızlık, yaş, meslek, gibi gerekçelerle işlenen suçlar nefret suçu kapsamına alınmadı. Bir başka deyişle, Kürtlere, LBGT’lere veya ateistlere karşı işlenen nefret suçları cezasız bırakıldı.


Ya da daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, örneğin Başbakanın mitinglerinde, Gezi eylemleri sırasında protestocuları kastederek söylediği "Ey ateistler, Ey teröristler, Ey solcular" gibi ifadeler, bu yasanın dışında kalmış oldu.  O da yetmedi, yasanın yürürlüğe girmesinden sonra  ‘devlet büyüklerimiz’  meydanlarda gencecik yaşta öldürülen çocukları yuhalatırken ‘’ Acaba suç mu işliyorum’’ diye sormadılar bile vicdanlarına.  


Gazeteci Esra Açıkgöz ve akademisyen Hakan Alp Türkiye’de nefret suçuna maruz kalmış, yakınları, evlatları öldürülmüş 10 aileyle görüşerek önemli bir sözlü tarih çalışması olan ‘’Nefret’’ belgeseline imza attı. Toplumca apayrı kutuplara savrulduğumuz şu günlerde Nefret Belgeseli’ni izlemek ve üzerine düşünmek daha bir gerekli kanaatindeyiz. Adı üstünde nefretin, daha doğrusu nefretin tahribatının belgesi bu çalışma. Mağdur ailelerin yaşadıkları, hakikat arayışları ve adalet taleplerini gazeteci gözüyle, olabildiğince çıplak aktaran bir çalışma.


’Öl de ölelim’’, ‘’Burası Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Türk’tür Türk Kalacak’’, ‘’Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayacağız’, ‘’En İyi Kürt ölü Kürt’tür’’ gibi ‘hassasiyetler’’ içeren sloganlarla başlıyor belgesel.  Bu talepleri dile getiren ‘’Hassas vatandaşlarımız’’ belki anlamak istemiyorlar ama bu yöndeki her slogan, her suça dönüşmüş eylem aslında, toplumu biraz daha yalnızlaştırıyor, hasta ediyor ve sonunda da birbirine düşman kılarak nefreti çoğaltıyor. Hal böyle olunca, Türkiye’de yaşamak bir ‘’kahramanlık’’ ya da ‘varlık-yokluk’ meselesine indirgeniyor. Oysa başka bir dünya mümkün, belgeseldeki tanıklardan biri olan Türkiye Protestan Kiliseleri Birliği Başkanı İhsan Özbek’in vurguladığı gibi; ‘’Bizden bu ülkede kahramanca yaşamamız isteniyor. Oysa biz kendi halimizde yaşayacağımız, barış içinde bir hayat istiyoruz’’…


6-7 Eylül Olayları, Maraş’ta Alevi Katliamı, Sivas, Hrant Dink’in katledilmesi, Selendi’de Romanlara linç girişimi, trans bireylere yönelen şiddet … Türkiye’nin yakın tarihi ve şimdisinin günah ve suç dolu sayfaları tek tek önümüzden geçiyor Nefret Belgeseli’nde. Nasıl bir şiddet ikliminde yaşadığımızı sorguluyor; mağdur ailelerin hayatlarındaki tahribatı anlamaya çalışıyoruz. Bu anlamda bu belgeselin en önemli yönü; ötekinin acısını anlamaya çalışmaya yönelik bir davet olması belki de. ‘’ Hrant’ın katilleri bulunmuş olsaydı oğlumuz ölmeyecekti’’ diyen Garbis-Ani Balıkçı’yı, Maraş’ta yaşadıklarını ‘’Bizi öldürmeye gelenlerden birine ‘Neden’ diye sordum, ‘Gavurları öldürüyoruz dediler. Ben de gittim öldürdüm’’ diye anlatan Sevim Polat’ı, ‘’En acı olan, oğlumun katilleri mahkemelere bile gitmezken biz gidiyoruz yine de mağdur yine biz oluyoruz’’ diye sessizce feryat eden Aykut’un babasını, Metin Lokumcu’nun ölümünü protesto eden gösteride panzere çıktığı için Başbakan’dan ‘bilmiyorum kadın mı, kız mı’’ şeklinde sözler işitmekle kalmayıp, 46 polisin aynı anda çullanması sonucu bir bacağı sakat kalan Dilşat Aktaş’ın hikayesini, ailesinin ‘öldürürüz’ tehdidiyle yaşayan trans Öykü’nün çaresizliğini, engelli ve kadın olarak Türkiye’de yaşamanın ne anlama geldiğini anlatan Şafak Pavey’in cesaretini, Selendi’de ırkçı saldırılara mazur kaldıkları için yeniden göçebe hayata dönen Romanların hikayesini anlamaya çağırıyor bizleri bu belgesel…


Nisan 2014’te ilk gösterimi yapılan Nefret Belgeseli, bugüne dek İstanbul’da pek çok kez izleyiciyle buluştu. 24 Mayıs’ta Salt Galata’da yapılan gösterime sevdiklerinden kopartılan, mağdur edilen ailelerden birkaçı da katıldı. Aileler hemen her gösterime katılmaya çalışıyor; belki acılarını paylaşarak hafifletiyorlar böylece… Üç yıl önce askerlik görevini yerine getirirken terhisine 23 gün kala, Ermeni Soykırımı’nın yıldönümü olan 24 Nisan’da öldürülen Sevag Şahin Balıkçı’nın babası Garbis, 2010’da Küçükçekmece’de saçı uzun ve gözünde lens olduğu için bıçaklanarak öldürülen üniversite öğrencisi Aykut Alıcı‘nın annesi Songül, evlat acısının nasıl taş olup insanın yüzüne, sesine, gözlerine sindiğinin canlı tanıkları. Yaşadıkları acı hala taze ve görünen o ki hiç bitmeyecek.

 


Nefret Belgeseli’nin güncel gösterim tarihlerini  bu sayfadan takip edebilirsiniz. 

Daha fazla yazı yok
2024-05-04 12:51:20