A password will be e-mailed to you.

Bu metin, Misal Adnan Yıldız küratörlüğünde, Nevin Aladağ, Mahmut Celayir, Cansu Çakar, İpek Duben, Dennis (Mehmet Refik) Gün, Neşe Karasipahi, Berk Kır, Murat Morova, Agnieszka Polska, Peter Robinson, Furkan Öztekin, Ayfer Tutkan ve Billy Apple’ın eserlerinin yer aldığı 22 Eylül – 5 Kasım tarihleri arasında Kasa Galeri’de izleyiciye sunulan “Dünyanın Ağırlığı” sergisi dolayısıyla kaleme alındı.

 

İstanbul’un Trakya topraklarına yakın ilçelerinin birinde yazlık villanın inşaatında çalışıyordum. Aynı zamanda birkaç arkadaşla o inşaatın şantiyesinde kalıyordum. Şantiye dediysem küçük bir oda, üst üste iki ranza, ısıtıcılar, tabureler, küçük piknik tüpü ve birkaç da kap kaçak vardı. Soğuk kış günleri iyiden iyiye kendini hissettirdiği zamanlar sanki rüzgâr içimizden geçecek gibi oluyordu. Kalın giyinerek ve yerimizde duramayarak soğuğa karşı önlem alıyorduk kendimizce. Bu zaman aralığında hayatım böyle geçerken, uzun yıllar etkisinde kaldığım, ara ara düşünmeme vesile olan bir yaşamla karşılaştım. Deleuze’ün “Ben insanlarla karşılaşmam şeylerle karşılaşırım” dediği türden bir karşılaşmaydı bu. Şantiyenin misafiri küçük kara bir köpek maalesef bütün sevimliliğiyle çıkagelmedi. Korkmuş, titreyen ve aç bir haldeydi. Koğuşun hemen önünde alet edevatların olduğu yere sığınmış. Yemek verdik. Beslemeye çalıştık. Fakat her yanına yaklaşmamızda kuyruğunu kısıp, korkudan altına ediyordu. Yemekten çok şefkat arıyor gibiydi. Etrafa pislediği için diğer arkadaşlar tarafından çok da hoş karşılanmıyordu orada olması. Arada kovalanıyor. Ama o her seferinde tekrar geri dönüyordu. Sığınacak başka bir yeri kalmamış gibiydi. Niye yalan söyleyeyim. Gereken ilgiyi, sevgiyi ve şefkati gösteremedik. Belki de başka bir insan tarafından bu kadar korkutulmuştu. Ya da bir evde beslenirken sokağa atılmıştı. Doğa onun narin bedeni için uygun koşullar yaratmamıştı. Bütün bunlar onun yaşamını olumsuz yönde etkilemişti. Şimdi sığındığı yerde yeryüzünde kalma savaşı veriyordu. Bu mücadelede galip geldi bu küçük kara köpek. Kısa bir sürede şantiyeyi bekleyen köpekle arkadaş, dost olmuştu. O köpek, küçük köpeğin yaralarını sarmıştı. Kısa bir sürede yeniden doğmuştu âdeta. Kuyruğunu kısan, korkan köpek gitmiş yerine yaşam dolu bir köpek gelmişti. Bütün bunlar birkaç ay içinde olmuştu. Arada iş ayakkabılarımızı çalıp bir yerlere götürüyor. Sabah bizi karşıladığında hoplayıp zıplıyor. Büyük köpekle beraber gelen geçen arabalara doğru havlayıp, arkasından koşuyordu. İşte bu süreci en başından belli bir yere kadar izleme fırsatım oldu. Sonrasında bu köpeğe ne oldu bilmiyorum. Şimdi düşündüğümde kim, kimin yaralarını sardığı konusunda emin değilim.

Berk Kır, Dünyanın Ağırlığı, Kasa Galeri.

 

Geçmiş yoktur gelecek yoktur bir şimdi vardır

Cemal Süreya’dan ödünçle “Tarih öncesi köpekler havlıyordu” diyerek bulabiliriz kendimizi. Bu maalesef mümkündür. Rüzgârın hızı, yağmurun şırıltısına eşlik edebilir. Gece olduğundan daha gecedir. Dünya olduğundan daha ağırdır. Geçmiş yoktur, gelecek yoktur sadece bir şimdi vardır. Oda birilerinin insafına terk edilmiştir. Sürgün vardır, kırım vardır. Gidenlerin nereye gittiği belli olmayan, bilinmeze giden yollar vardır. Temel coğrafya bilgisinde; fiziki bir haritada kahverengiyle gösterilen yerler bir yerin engebeli olduğunu ve yüksek olduğunu gösterir. Ve bu gerçektir. Kalan çocuklar ise her durumda düzenli ve temiz mendiller edinmelidir. Günler, aylar ve yıllarca geçmeyecek yaralar vardır. Ondan, ölülerin saçlarını arada taramak gerekir. Kırışmış, buruşmuş yerler çoktur. Hafifçe taranmalıdır. Her bir telin birbiriyle oluşturduğu boşluktan yeniden hayata tutunmanın yolları aranabilir. Belki o boşluktan hep birlikte ‘ölüm terbiyesi’ edinilebilir.
Bizans’ta uzun bir yaz ikindisi. Sıcak ve nem incirleri olgunlaştırıp çatlatıyor. Bu zamana arı vızıltıları eşlik ediyor. Köpekler gölge bir yer arıyor. Hızlı soluk alıp vererek serinlemek için. Az ilerde ustalar tuğlaları üst üste diziyor. Niko’dan sürekli harç karmasını istiyorlar. Niko, önce kiremit tozu ve pirinçleri birbirine katıyor. Sonra ortasını açıp sulu kireç döküyor. Başlıyor harcı karmaya. Böylece onlarca usta ve çırak birçok mimari yapı inşa ediyor. İstanbul’da serin bir sonbahar günü. Rüzgâr üşütüyor. İşçiler sabah mahmurluğunu henüz üstlerinden atamadan büyük yapıların katlarına çıkmak için yük asansörüne biniyorlar. Kimisi tuğlayla odaları bölüyor. Kimisi kalıp çakıyor. Çekiç, keser, hilti, beton mikseri ve vinç sesleri birbirine karışıyor. Şehir âdeta bir şantiye alanına çevriliyor. İşçiler ter atarken, köpekler daha sessiz bir yer bulmak için hızla oradan uzaklaşıyor. Niko’nun nasırlı elleri daha da küçülüyor. Bu ellerle can verdiği yapılar hızla zamandan ve mekândan çekiliyor.

Kara kamunun oluşturduğu özel hayat

Türkiye’de birileri adına sıradan bir gün… Ötekiler adına ağır yüklerin taşındığı bir gün. Sermaye ve ataerkil bir dünyanın bütün hıncıyla yaşama nüfuz ettiği bir yer burası. Burada hayat dikine örgütlenirken bu ilişkilenme tarzı bolca toksik üretiyor. Ondan kadınların görevleri, kendilerinden istenen, nasıl davranması ve hareket etmesi gerektiği belirlenir. Bu dünyada kendi düşleri, istekleri, arzuları ve yapıp etmeleriyle olmadıkları vurgulanır. Sürekli özel hayatın içine çekilirler. Bu da ancak ‘kara kamunun’ oluşturduğu bir özel hayattır. Onların dünyayı etkileme gücü ve dünyadan etkilenme gücü ellerinden alınmaya çalışılır. Bilinir ki, oluşların kuvveti verili olanı aşar ve alaşağı eder. Bütün bu kurallara uyulmadığı takdirde devlet ve toplum ve eril dünya eliyle katledilirler. Bütün bu engellemelere rağmen kadın oluşlar bu dünyada olduklarını bildirirler. Hayatı genişletmenin sevincini taşırlar.

Mahmut Celayir, Dünyanın Ağırlığı, Kasa Galeri.

Bütün bu kötülük karşısında, köpekler ve yoldaş türlerle sulu boya gibi bir yüzeyde dağılmak. Hafif, ince ve uçucu bir şekilde yüzeyde dağılmak. Kimlikleri geride bırakarak dağılmak. “Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirerek” dağılmak. Köklenmemek. Hafiflemek. Hafif kılmak. Birilerinin akıntısına kapılmamak, sürüklenmemek… Kırılganlığıyla yaşayanlar arasında akrabalıklar kurmak. Yoldaş olmak. Bütün bu kırılganlıklardan ve birlikte oluştan bir şimdi yaratmak. Yurtlaşmamak, yurt edinmemek. Bazen bir bulutun bir dağı kaplaması gibi. Oraya yaşamsal gücünü bırakıp, hemen dağılmak. Keçi yollarının oluşturduğu çapraşık ağlar gibi ilişkiler ağı kurmak. Siyah bir küçük köpek gibi dünyada var kalma koşullarını tek başına üstlenmek değil. Hep beraber üstlenmek ve kurulacak birlikteliklerle verili olanı aşmak ve kederi asgari seviyeye indirmek ve sevinç katsayısını yükseltmek. Birbirimizin saçlarını taramak gerek. İpeksi bir hale getirene kadar. Bu kâbustan hep beraber uyanmak için.

Agnieska Polska, Dünyanın Ağırlığı, Kasa Galeri.

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 14:19:05