A password will be e-mailed to you.

 

Dalaksızlar köyündeymiş… Birkaç hafta önce nereden geldiği belli olmayan bir canavar peydah olmuş… Köylüler gökten düştüğüne inanıyormuş… Bir şeyh mukallidi, bu yaratığı dergah dediği evine almış… Bu adam yaratıkla beraber bazı işler çeviriyormuş… Canavar da şifa dağıtma kisvesi altında fitne salmaktaymış… Kurubakır’da cümle köylerinden insanlar boyuna toplanıyorlarmış bu fesat yuvası dergahta… Osmanlı uyanık olmalı imiş… İşin arkasında Devlet-i Aliyye’nin kötülüğünü isteyen nifak erbabı ecnebiler, kefere casusları bile olabilirmiş… Ya bu ne idüğü belirsiz mahluk köylüyü ayartıp Allah göstermesin Memalik-i Osmaniye’de isyan çıkarırsaymış… Tedbir alınmazsa hafazanallah veba belasına dahi duçar olurmuşuz…”

Enis Cevdet, 1921 yılında bir kış günü Üsküdar’daki Şemsi Paşa Hastanesi’nin nemli bir koğuşunda dünyaya veda ettiğinde ardında büyük bir gizemi de bırakmıştı. Neredeyse yüz yıl sonra, 2017’de, yine Üsküdar’da editör Babür Erkin, Osmanlının bu meçhul gazeteci ve yazarının evrak-ı metrukesini bir sahafta tesadüfen bulduğunda şu olağanüstü soruyla karşılaştı: “1900 yılında, Sultan Abdülhamid’in devr-i saltanatında İç Anadolu’nun nihayetsiz bozkırının kuytularına düşen dünya dışı bir varlığın öyküsü gerçekten de yaşanmış olabilir miydi?” Babür Erkin, Bahadır Boysal’ın illüstrasyonları eşliğinde, kayıp yazar Enis Cevdet’in gerçek ve kurgunun iç içe geçtiği incelikli araştırmasının peşine düşüyor ve bizleri köse çöl Türkmeni Hafız Necmeddin Efendi, iktidar düşkünü Avlonyalı Sürerra Bey, seksen cin sahibi Muskacı Abduşşems, gayretkeş fotoğrafçı Garabet Terlemezyan, güzeller güzeli Afitap Hanım, müflis sertabip Tarık Bey, meraklı sinemacılar Jean-Paul Soleil ile Lucian’ın da dahil olduğu şaşırtıcı bir anlatıyla başbaşa bırakıyor…

Bozkır ortasındaki Kurubakır’a bağlı Dalaksızlar köyünün karlı bir gecesinde gökten bir alev topunun inişiyle başlayan hikaye, Sultan II. Abdülhamid devrinde geçiyor. Köylülerin aklını alan bu ‘fevkalade’ hadisenin ilk takipçisi ve daha sonra sahibi, köyün yaşlı şeyhi Hafız Necmeddin.

Enis Cevdet

Alev topunun düştüğü yere gidince önce parçalanmış, tuhaf bir araç, ardından da aracın içinde yatan yaralı bir yaratık buluyor; yani Mübarek Mahluk Efendi’yi! Gerçek bir şeyhten bekleneceği gibi mahluku evine alıp sıhhatine çalışıyor ve zinhar bir an bile şerli olabileceği düşüncesini geçirmiyor aklından. Ki mahluk da onu mahcup etmeyerek bilahare mübarek ve efendi isimlerini hak ediyor.

Ama tabii herkes öyle mi? Menfaat rüzgarına göre yön değiştiren kuru kalabalıklar, ikbal peşinde koşanlar, tekerine çomak sokulduğunu düşünüp diş bileyenler… Kimseye zararı olmayan hatta faydası dokunan, üstelik yaralı hem de ağzı var dili yok bir canlı ama ‘yaban’ işte!

Günah keçisi (ya da aslında sadece bir ‘ayna’) olmaya ondan daha müsait kim olabilir? Tam burada, hikayenin yüz yıl önce ya da günümüzde geçmesi, gerçek veya kurgu olması ihtimalleri birden eşitleniveriyor. Her devrin, her topluluğun hikayesi bu. Sadece hikayeyi kimin ve nasıl anlattığına bağlı!

Bahadır Boysal’ın kitap için yaptığı çizimlerden

Bahadır Boysal’ın adeta kendi groteskini bir kez daha baştan aşağıya yarattığı çizimleri ve resimleri, yazarın ağdalı ama ne hikmetse okunaklı ve son derece dokunaklı diliyle, haftanın kitabı Karakarga Yayınları’ndan Enis Cevdet’in kaleminden Mübarek Mahluk Efendi!

Daha fazla yazı yok
2024-05-06 13:31:24