A password will be e-mailed to you.

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından hazırlanan ve Beşiktaş Belediyesi tarafından desteklenen “Yaşar Kemal’e Bir Ara’lık Bakış” Sergisi, Kemal’in İstanbul’a ilk geldiği yıllardan ölümüne kadar olan dönemi kapsayan fotoğraflardan oluşuyor. Sergide aynı zamanda onun fotoğrafları büyük bir Anadolu destanıdır dediği Ara Güler’in çektiği Yaşar Kemal fotoğrafları da yer alıyor. Sergi için Cevat Çapan’ın kaleme aldığı yazıyı yayınlıyoruz.

Yaşar Kemal’le ilgili fotoğraf ve belgelere bakarken yeryüzünün canlı cansız varlıkları, bin bir rengi, sesi ve esintisiyle onun cömertçe önümüze serdiği ve belleğimize yerleştirdiği koskoca bir dünya canlanır insanın gözünde. Bu arada onu insan olarak da tanımışsanız, yaşadığı birçok olayı kendi ağzından dinlemişseniz, anılar art arda akmaya başlar.

Örneğin, yıl 1962, Aralık ayının son haftası. Paris’te, Gare du Nord’da Londra’dan gelecek olan Yaşar Kemal’le Thilda’yı bekliyorum. Bir hafta önce Londra’da telefonda bu buluşma için sözleşmişiz. Garın kalabalığı arasında Abidin ve Güzin Dino olduklarını sandığım bir çift ilişiyor gözüme. Biraz sonra gelip garın kafesinde benim masama oturuyorlar. “Siz de Yaşar’ı bekliyorsunuz, değil mi?” diyorum ve akıllarına “İyi saatte olsunlar” gelmesin diye, “Ben Mîna Urgan’ın asistanıyım. Doktora için Cambridge’de araştırma yapıyorum” diye ekliyorum. Çok geçmeden beklediğimiz tren geliyor. Yaşar iner inmez Abidin Bey’le gözyaşları içinde kucaklaşıyor. Hep birlikte Güzin Hanım’ın eski model Citroën arabasıyla Yaşar’la Thilda’yı Rue de Seine’deki otellerine bırakıp ayrılıyoruz.

Ertesi gün Yaşar, Gönül’le beni, kaldığımız otelde buluyor. İki günde bir buluşup Paris’in sokaklarında hasret gideriyoruz. Meğer o hafta Nâzım Hikmet’le Vera da Paris’teymişler ve Yaşar sık sık Nâzım’la buluşuyormuş. Biz Nâzım’ın Paris’te olduğunu ve o Cuma günü Rue de Buci’deki Globe kitabevinde kitaplarını imzalayacağını o kitabevinin vitrinindeki afişten öğrendik. O gün uçarak oraya gidip aldığımız Paris, ma rose… kitabını imzalatmak için kalabalıkta kuyruğa girdik. Hemen önümüzde, Bünyamin adlı bir öğrenci Nâzım’a akla gelebilecek her soruyu sordu. O da hepsine güler yüzle yanıt verdi. Sıra bize geldiğinde, ben doktora için İngiltere’de olduğumu, Gönül de Cambridge’de Türkçe okutmanlığı yaptığını söyledi. Nâzım da, “Dilimiz ne kadar güzel, değil mi çocuklar? Öğretin öğretin” dedi ve kitabın iç kapağına bizim için iki çiçek resmi çizerek imzaladı. Ertesi gün Yaşar’a “Nâzım’ın Paris’te olduğunu niye bize söylemedin, bizi tanıştırmadın?” dediğimde, “Cevatçığım, sana kıyar mıyım? Bütün siviller peşimizde” diye kendini savundu.

İki hafta sonra Yaşar’la Thilda Cambridge’e geldiler. Araştırma için orada olan Sencer Divitçioğlu ve eşi Sevgi’yle ortaklaşa bir ev tuttular. Yaşar İngilizce öğrenmek için Thilda’nın önerisiyle bir dil okuluna yazıldı. Sencer, Yaşar’ı Ekonomi Bölümü’nden Maurice Dobb ve Nicholas Kaldor gibi önemli hocalarla tanıştırdı. Sık sık gittiğimiz publardan birinde konuştuğumuz dili merak eden bir İngiliz bizim nereli olduğumuzu anlayınca, “Siz Yaşar Kemal’i tanıyor musunuz?” diye sordu. Sencer de “Tanımaz mıyız, çok iyi arkadaşımızdır. İşte kendisi de burada,” dedi. Adam meğer Yaşar’ın İngiliz yayıncısı William Collins’miş. Yaşar bunun üzerine yeni öğrendiği İngilizcesiyle “I am Yaşar Kemal, I am the writer of Memed, my hawk” diye yayıncısıyla tanışmış oldu.

O eğlenceli buluşmalarda ben ne zaman İrlanda Tiyatrosu’yla ilgili tezimi yazmak için gruptan izin istesem, Yaşar, “Kendini ne yoruyorsun? Sen bana dört beş tane İrlandalı oyun yazarıyla onların oyunlarının adlarını ver. Ben senin tezini hemen yazayım. Nasıl olsa İstanbul’dakiler bu konuyu o kadar iyi bilmezler” diye benle şakalaşırdı. İstanbul’a döndükten sonra da “Cevat’ın doktora tezini ben yazdım” diyerek bu şakayı sürdürdü.

Yaşar’ın İngiltere’deki bir başka unutulmaz serüveni de Sencer’le Nükleer Savaşa Karşı Aldermaston protesto yürüyüşüne katılmasıydı. Sencer iki gün içinde ayakları şiştiği için gruptan ayrılmış, Yaşar ise dört gün boyunca bu dillerini çok iyi anlamadığı yüzlerce gence İnce Memed’in bir trilojinin ilk cildi olduğunu anlatmaya çalışmıştı.

Yaşar’ın Cambridge’de olduğunu duyan Londra’daki birtakım arkadaşlar onu görmeye geldiklerinde, bu hepimiz için tam bir şölen olurdu. Bir keresinde London School of Economics’te araştırma yapan, sonra da en olgun ve verimli zamanında genç yaşta bir uçak kazasında yitirdiğimiz şair Ergin Günçe eşi Gülseren’le geldiklerinde, bizim evde toplanmış ve Ruhi Ağabey’in bana verdiği bir banttan Erzurum’un Hançer Bar, Nare ve Baş Bar gibi oyun havalarıyla halay çekmiştik. Daha sonra, Yaşar’dan öğrendiğime göre, o dönemde Cambridge’de doktora yapan bir Dış İşleri görevlisi arkadaşımız bizi “solcular toplanıp halay çekiyorlar” diye elçiliğe jurnallemiş.

Biz Sencer’le arada bir Yaşar’ın İngilizceyi ilerletmesi konusunda ona takılırken, bir gün o bize birden, “Çocuklar, ne dersiniz, beni burada doçent yaparlar mı?” diye sorunca, şaşıran Sencer, “Doçentlik de nereden çıktı?” dedi. “O Güzin Hanım’a özeniyor” dedim. Gerçekten de Yaşar’ın doçentlik unvanı olan Güzin Dino’ya büyük saygısı vardı. Yaşar, 1941 yılında Adana’da sürgün olan Arif Dino’yla tanıştığı zaman, Abidin Dino da Mecitözü’nde sürgün. O da izin alıp bir zamanlar dedesi Abidin Paşa’nın valilik yaptığı Adana’ya gelmiş. Üniversite’de doçent olan Güzin’le orada evlenmişler. Yaşar, Arif Dino’dan “ilk hocam, ilk ustam” diye söz eder. İlk karşılaştıklarında Yaşar, Kemal Sadık Göğçeli adıyla bilinen on yedi yaşında bir gençtir. Kadirli’nin Hemite köyünde, Van’dan göç etmiş bir Kürt ailenin çocuğu olarak doğmuş, üç yaşındayken bir kurban kesimi sırasında eniştesinin elinden kayan bıçağı sağ gözüne saplanmasıyla bir gözünü kaybetmiş, babası Sadık Ağa ise evlat edindiği, üvey ağabey Yusuf tarafından camide bir cuma namazında bıçaklanarak öldürülmüş. Bu korkunç olay küçük Yaşar’ın kekeme olmasına ve on iki yaşına kadar dilinin çözülmemesine yol açıyor. Kemal Sadık son derece elverişsiz koşullarda okuma yazma öğrenmek için bir yolunu bulup okula gidiyor.

Dinlediği âşıklardan türkü söylemeyi, doğaçlama şiirler düzmeyi öğreniyor. İlkokul birinci sınıfı Burhanlı köyünde, daha sonraki sınıfları aile Kadirli’ye taşınınca, orada okuyor. Ortaokulu Adana’da okurken coğrafya dersi yüzünden son sınıfta okulu bırakıyor.

Arif Dino’yla karşılaştığında arzuhalcilik, ırgat kâtipliği, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu gibi işler yapıyordu. Arif Dino onun Görüşler dergisinde yayımlanan bir şiirini beğenmiş, ona Cervantes, Çehov, Stendhal gibi klasik yazarların kitaplarını vermiş, Yaşar da onun ve Abidin Dino’nun rahleyi tedrisinde resim, heykel ve öbür sanat kollarıyla dünya sorunlarını tartışacak başarılı bir öğrenci olmuştu. Daha o yaşta siyasi nedenlerle tutukluk yaşayan, linç girişimlerine maruz kalan Yaşar, Dinolarla birlikte Pertev Naili Boratav, Sabahattin Eyuboğlu, Sabahattin Ali gibi kendisini destekleyen kültürlü dostlarının da yardımıyla başarılı bir yazar olma yolunda önemli adımlar attı. 1943’te Ağıtlar adlı ilk kitabı yayımlandı. Kayseri’de askerliğini yaparken yedek subaylık görevini yapan Mehmet Ali Aybar ve onun yakın dostu askeri hekim, büyük Nâzım Hikmet hayranı Albay Yusuf Balkan’la tanıştı. Ondan Nâzım’ın daha önce bilmediği şiirlerini öğrendi.

1946’da İstanbul’a gelip iki yıl Fransızlara ait hava gazı şirketinde kontrol memurluğu, 1948’de Kadirli’ye dönüş, çeltik tarlalarında kontrolörlük ve arzuhalcilik, Komünizm propagandası iddiasıyla tutuklanma, 1951’de yeniden İstanbul’a geliş ve Cumhuriyet gazetesinde röportajlarının yayımlanması. Çoğumuz onu bu yazıları ve 1952’de yayımlanan Sarı Sıcak adlı öykü kitabıyla tanıdık. Bunu 1955’te yayımlanan İnce Memed izledi. Onu da Ortadirek’ten dört kitapla tamamlanan Bir Ada Hikâyesi’ne kadar süren ve kırk yabancı dile de çevrilen öbür başyapıtları.

Yaşar Kemal’in bu başarısı elbette her şeyden önce onun eşine az rastlanır yeteneğinin, gözlem gücünün ve olağanüstü belleğinin bir sonucuydu. Ancak birlikte yaşadığı, kendisinin de çok yakını olan insanların, onun usta olarak benimsediği kimselerin ya doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak destek ve katkılarının da önemini unutmamak gerekir. Bu arada özellikle 1950’lerin başında evlendiği eşi Thilda’nın iyi yetişmiş, çok iyi yabancı dil bilen bir entelektüel olması, onun kitaplarını İngilizceye çevirerek dünyaca tanınmasını sağlaması Yaşar Kemal’in uluslararası bir üne ve saygınlığa kavuşmasında çok büyük rol oynadı.

Çocukluğu ve ilk gençliği çeşitli güçlükler ve acı olaylarla geçen, nice badireler atlatan bu sıra dışı insan, ilk çalışmalarının ortaya çıkmasından sonra karşılaştığı yerli ve yabancı dostları ve eleştirmenleri bakımından çok şanslıdır. Daha önce adlarını andıklarım dışında, Fethi Naci’nin Yüz Türk Romanı ve Bir Romancı: Yaşar Kemal, kitaplarında, Adnan Benk’in Çağdaş Eleştiri dergisindeki söyleşisinde, Altan Günalp’ın Türk ve Fransız eleştirmenlerle hazırladığı Yaşar Kemal’i Okumak, Alain Bosquet’nin Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Bilkent Üniversitesi’nde düzenlenen Geçmişten Geleceğe Yaşar Kemal başlıklı sempozyum kitabında, Onat Kutlar’ın Gündemdeki Sanatçı kitabında “Anavarza Kralı” bölümünde onun sanatının ve kişiliğinin değişik açılardan ustaca değerlendirildiğini görebiliriz. Yaşar Kemal’in hayatının daha zengin bir dökümü ise onun hemşerisi Arif Keskiner’in Binbir Renk Binbir Çiçek: Yaşar Kemal’li Anılar kitabında bizi o renkli ve çiçekli dünyayla buluşturuyor.

On yedi yaşından beri Sosyalist bir dünya görüşünü benimseyen Yaşar Kemal siyasal hayatında 1962’de kurulan Türkiye İşçi Partisi’nin de etkin bir üyesi olarak çalıştı. Partinin Yönetim Kurulu üyesiydi. 1965 milletvekili seçimlerinde İstanbul’dan aday olarak çeşitli seçim konuşmaları yaptı. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Dil Devrimi’nin, Köy Enstitüleri’nin, özgürlük ve bağımsızlık hareketlerinin ödünsüz bir savunucusu oldu. Sanatında olduğu gibi siyasal görüşlerinde de insanların bir arada sağlıklı ve capcanlı yaşamalarını özleyen bir anlayışın sözcülüğünü etti. Bu canlılık onun sözlü edebiyat geleneğini çok iyi bilmesinden, ama aynı zamanda bu geleneğin canlılığı ile yazılı geleneğin ayrıntı titizliğini birleştirerek özgün bir roman dili yaratmasını sağladı. Başarısı çok sayıda ulusal ve uluslararası ödüllerle değerlendirildi. Bu ödüllerin bazıları birçok kez aday gösterildiği Nobel Edebiyat Ödülü’nü ofsaytta bırakacak nitelikteydi.

Yaşar Kemal roman ve öbür türlerdeki yazılarında yansıttığı dünyaya benzer bir dünyayı fotoğraflarıyla canlandıran Ara Güler’in bir kitabına yazdığı o çok güzel önsözü, “Ara Güler’in fotoğrafları büyük bir Anadolu destanıdır” sözleriyle bitiriyordu. Biz yayınevinde o fotoğrafları görünce, Ara’nın kitabına Yüzlerinde Yeryüzü adını koymayı uygun görmüştük. Bu başlık aynı zamanda Yaşar Kemal’in roman ve öykülerindeki insanlar için de geçerli.

Yaşar Kemal Çukurova’dan yola çıkarak yalnızca bir Anadolu Destanı değil, bir Yeryüzü Destanı yaratmıştı. Kendisi destanındaki o güzel insanların güzel atlara binip gittiklerini söylüyordu. Ama biz onu yeniden okudukça ve düşündükçe, onun o güzel insanlarla yeniden bir şenliğe, bir can şenliğine katılmak üzere aramızda yaşadığını biliyoruz.

İstanbul, 1 Şubat 2016

Daha fazla yazı yok
2024-05-04 11:07:49