A password will be e-mailed to you.

Efsane İtalyan küratör, transavanguardia akımının kurucusu Achille Bonito Oliva İstanbul’daydı ve sadece sanatatak.com’a konuştu.

 

 

Sanatatak: Transavanguardia hala yaşıyor mu?

ABO: Evet, çünkü sanatçılar hala yaşıyor. Örnek olarak Clemente, Cucchi, Schnabel gibi sanatçılar hala çok önemli. Bu sanattaki eklektisizm kültürel. Postmodernizm güncel olmaya devam ediyor.

 

Sanatatak: 1980’lerden bugüne çağdaş sanatta neler değişti?

ABO: Sıcak ve soğuk transavanguardia olarak ayrıldı. Sıcak transavanguardia insanın, öznelliğiyle, kalbiyle, onun yaptığı sanatsal işlerle ilgilidir. Picasso bunun bir referansıdır. Soğuk transavanguardia’nın referansı ise Duchamp ve sonrasında Amerikalı sanatçı Jeff Koons tarafından geliştiriliyor. Yeniden kuruluş, izolasyon üzerine yapılan bir sanat. Kendini soyutlama ve yeniden var etme üzerinden gelişen bir sanat akımı.

 

Sanatatak: Çağdaş sanat nedir diye sorsam… Çağdaş sanatın ne olduğunu tarif etmenizi istesem…

ABO: Çağdaş sanat bir masaj, kasların masajı… Ölmüş kasların toplu duyarlılığına yapılan bir masaj… Duygusal bir şok… Estetik bir şok… Sadece gözler için değil, geniş anlamda bütün duygular için… Çağdaş sanatın bir misyonu var. Çağdaş sanat, farklı ve yeni bir bilinç biçimini ortaya çıkarmıştır. Sanat bir felakettir. Dilin felaketidir. Aslında sanatçı da kollektif iletişimi bozan bir iletkendir. Sanat, bu yüzden de bir masaj dolayısı ile bir mesaj. 

Sanat, yaşayan biricik alan… Sanat sadece “güzel”i dayatmıyor. Dolayısıyla çok iyi diye tanımlanabilecek belli bir düzeni, bir sistemi yok. Bir tavsiye gibi… Sanatın özgürlük misyonu var. Sanatın sürekli güzelliği, güzelliğin yeni bir formunu yaşatma işlevi, misyonu var. Sanat bir kutlama sözü… Buna ihtiyacımız var. Sanat insanlar için nefes almak gibi bir gereklilik.

 

Sanatatak: Bugün çağdaş sanat hiç olmadığı kadar popüler ve şirketlerin göz bebeği… Sanatın metalaşmasından ve dolayısıyla bağımlılığından şikayetçi olmalı mıyız?

ABO: Geçmişte sanatın etrafında çok fazla piyasacı, maddeci yaklaşımlı insanlar ve sponsorlar bulundu. Diğer taraftan her şey sanatçının sorumluluğuna bağlıydı. Mesela Picasso’nun çok para kazanmasını doğru buluyorum. Çünkü iyi bir sanatçıydı ve sanatı her zaman kendi tatmini için yaptı. Marcel Duchamp’dan sonra sanatçı için yerler önem kazandı. Objeler bulmak zorundaydı sanatı için. Onların yerini değiştiriyordu ve bunları sergilerinde sunuyordu. Duchamp’dan sonra bu çok büyük bir önem kazandı. Bugünün sanatçıları, ondan sonra mekana çok fazla önem vermeye başladılar. Pisuar örneği…

 

Sanatatak: Çıplak kapak oldunuz. “Bir eleştirmen, bir küratör,  sanatçı gibi yaşar”ı bize gösterdiniz. Kendinizi dergi kapağında çıplak gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?

ABO: Eleştirmen bir sanatçı değildir. Bu çalışmamdan önce, eleştiriler çok ciddiydi. Bana göre eleştiride büyük bir kendini beğenmişlik var. Mesela ben narsistim. Sen de bir narsistsin. Hepimiz çok narsistiz. Herkes özgün imkanlar üzerinden kendi narsizmini ifade ediyor, çalışmalarıyla ortaya çıkartıyor. Dolayısıyla ben sanatçı değilim. Ben önemli bir eleştirmenim. Sanatçı olmam gerekmiyor. Sanatçı mitolojisine sahip değilim. Çünkü sanatçı biyolojik bir hatadır ve sanatın ölümsüzlüğü ile ilişki kuran kişidir; ama sanatçı da herkes gibi ölüyor. Dolayısı ile sanatçı benden daha üstün değil…

 

Sanatatak: Guardian geçtiğimiz günlerde bir anket yaparak, artık profesyonel eleştirmenlere gerek kalmadığı yazıyordu. Örnek olarak sosyal paylaşım sitelerindeki amatör eleştirmenleri gösteriyordu. Eleştirmenlik geçen yüzyıla dair bir meslek mi?

ABO: Benim jenerasyonum son kuşak. Genel eleştiri manasındaki son kuşak. Çünkü ben üniversitede öğretim üyesiyim. Bir dansçıyım, kitaplar yazıyorum. Televizyon için bazı şeyler yapıyorum. Aynı zamanda teorisyenim. Çok çok avangard sunumlar yapıyorum. Aynı zamanda bir küratörüm. Benim kuşağımdan ben ve Harald Szeemann  –kendisi öldü- var.

Sanat, küresel bir sistem haline geldi. Eğlenmeye yönelik müzeler açıldı. Bu genel figürde, daha küçük bin figür var. Küratör, organizasyon çalışması yapıyor: ev kadını gibi. Bu çok orijinal bir çalışma değil. Müzenin yapısı daha önemli. Brezilya’da fuar var; İsviçre’de Basel, Londra’da Frieze gibi fuarlar var. Dolayısıyla sanat üzerinde sayısız bilgiye sahibiz. Bir meslek olarak eleştiri ise artık yaşamıyor. Ama eleştiriler, eleştirmenler, benim gibi bağımsız olanlar, var hala. 

Bu önemli bir soru. Eleştirinin hala yaşayıp yaşamadığını sormak önemli çünkü bu, entelektüel çalışmanın içinde gerçekten önemli bir problem. 1972’de bir kitap yayımlayıp sanat sisteminden bahsetmiştim. Postendüstriyel toplumda dünyayı yorumlayan yazarlar var… Eleştirmenler, bu kitapların yansımalarını araştıran insanlar; galericiler eserleri sergiliyor. Koleksiyonerler satın alıyor. Müzeler, sanat tarihi yaratıyor. Medya sanatın tanıtılmasını sağlayan bir etken ve daha sonra kamu var ki sanatın kabul edilmesini sağlıyor. Bu tablo sanattaki bölünmeye tekabül ediyor. Bu nedenle 1980’lerde eleştirinin çok önemli olduğu bir dönem yaşadık. 70’li yıllarda koleksiyoncular daha önemliydi. 60’lı yıllarda ise galericiler daha önemliydi. Amerika örneğinde olduğu gibi; sonra Leo Castelli gibi koleksiyoncular… Sanatın sistemi bu. Bölünmesi de böyle.

 

Sanatatak: Peki ya internet nerede bu sistemde?

ABO: Kendi adıma konuşursam, internete girmek için sekreter sahibi olmam gerekiyor… Fakat bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum gene de. İnternetle bilginin hızlı dolaşması sağlanıyor. İnterneti kullananlar arasında baş aktörler var. Bu bir tehlike taşıyor aynı zamanda; hatalarla karşılaşıyoruz. Mesela Wikipedia örneği… Orada herkes bir şeyler yazma hakkına sahip. İnternet çok önemli, çünkü kontrol yok; aynı nedenle çok da tehlikeli. Her şeyin çift yönlü olması normal. Yeni düşünceler insanın antropolojisinde kendini buluyor. Bu insan antropolojisindeki en hızlı teknik; karşı gelemezsiniz, kendinizi kapatamazsınız. Ben de ölümsüzlüğe ulaşmak, her zaman yaşamak istiyorum.


Sanatatak: Bienalleri de elbette sormak istiyorum. Dünyada hemen hemen her ülkede bir bienal gerçekleştiriliyor. Bu durum sizi şaşırtıyor mu? Bienallerin anlamının değiştiğini düşünüyor musunuz?

ABO: 1993 yılındaki Venedik Bienal’ini ben yaptım. Bienal dendiğinde akla Venedik gelir. Dünyadaki en önemli bienal o… Kültürel ve tarihsel anlamda en önemli seviyede bulunuyor. Herkes bienal yapma özgürlüğüne sahip; problem, özgün olmakta. Her iki senede bir bienal yapmak mekanik bir şey haline geldi. Önemli olan yeni fikirler bulmak. 

Venedik’teki sergime farklı ırkları, farklı kültürleri yerleştirdim. Koreli sanatçı Nam June Pike’ı  Alman alanına karıştırdım, yerleştirdim. Onun haricinde dili, müziği, resmi, fotoğrafı da karıştırdım. Sadece ırkları değil, kültürleri, dili ve onların çalışmalarını da karıştırdım. Bu yaptığım bienal diğer bienaller açısından bir model oldu. Bienaller herkesin tercihidir. Örneğin İstanbul’da bienal yapıyorsunuz, bu bienalde sizce önemli olan nedir?

 

Sanatatak: Kültürlerin birleşmesi…

ABO: Bu çok pozitif. Herkeste var böyle bir düşünce. Herkesin farklı kültürleri karıştırmak gibi bir fikri var ki, bu da çokkültürlülük temasına karşılık geliyor. Kültürde fundementalist olmak mümkün değil. Müslüman kardeşler söz konusu değil kültürde. Herkesin bienal yapma hakkı vardır. Ben bu şekilde düşünüyorum. Bence bu karışımları sağladığı için insanlar bienali tercih ediyor. Türkiye çok sevdiğim bir ülke… Çok sıra dışı bir tarihi var. Avrupa ile çok iyi ilişkilere sahip. İstanbul‘un önemli bir geçmişi var ve bulunduğu konum da çok önemli. Herkes İstanbul’da… Galericiler, sanatçılar, koleksiyoncular… Hepsi İstanbul’a bakıyorlar.

 

Sanatatak: Bir röportajınızda sanat fuarlarının, bienallerden daha ilginç olduğunu söylemişsiniz . Oysa pek çoğumuz ticari diye onlardan kaçıyor…

ABO: İsviçre’de Basel’de iki büyük fuar var. Orada estetik ve ekonomik değerleri doğrulama şansı doğuyor. Genç bir kitle var. Özgünleşmiş bir kitle var ki bunlar da koleksiyoncular… Herkesle küresel bir randevumuz oluyor. Fuarlar, bienallerden daha seksi, daha canlı… Karşılaşabileceğimiz daha fazla sürpriz var…

 

Sanatatak: Pera Müzesi’ndeki Flash-Back sergisi, Yannick Vu ve Ben Jakober’in erken dönem işleriyle birlikte 1993’te başlayan ortak çalışmalarından bir seçki sunuyor. Neler söylemek istersiniz?

ABO: Çok sevdim ve katalogda bir yazı yazdım zaten. Bir röportajım da var aynı zamanda. İyi bir iş başardıklarını sanıyorum. Pera Müzesi’ni çok beğeniyorum çünkü mekan, her şeyi ifade edebileceğin bir alan sunuyor.

Daha fazla yazı yok
2024-05-17 02:52:06