A password will be e-mailed to you.

Sanatorium’da iki katta iki ayrı sergi var. Zeyno Pekünlü ve Sevil Tunaboylu’nun…. İki sergi de yılın ilk umut verici gelişmelerinden. Zeyno Pekünlü’yle solosu üzerine konuştuk.

 

Ayşegül Sönmez: Öncelikle Nutuk‘la ilgili işine dair konuşabilir miyiz? Nutuk‘tan yola çıkarak bir demograf da yapmanın kişiselliğe bir katkısı olabileceğini düşündün mü? 

Zeyno Pekünlü: Nutuk işi (Babaların Babası) İstiklal marşı üzerine çalışırken yaptığım araştırmalar sırasında karşılaştığım bir bilginin şaşkınlığı sonucu ortaya çıktı. Bugün Nutuk olarak bildiğimiz metni Atatürk’ün 1927 yılında yerli ve yabancı basın mensuplarını meclise çağırarak altı gün boyunca altışar saatten, toplam 36 saat boyunca okuduğunu öğrendiğim zaman bu "performans"ın anlamı üzerine düşünmeye başladım. Araştırdığımız zaman dünya tarihinde tarihin en uzun nutuklarından biri olarak bir imparatorluğun ortadan kaybolması ve bir ulus devletin kurulması sırasında ve savaş ortamında yaşanan olayları anlatan bu metin fikirlerin ve ittifakların sürekli olarak değiştiği bir dönemi resmi tarih diline dönüştürme eylemiydi. Bu yüzden de içeriği ve performatif değeri önemliydi.

Bunun üzerine aslında hiçbirimizin tamamını bilmediğimiz, ama o dönemki tarihi dönemi en iyi anlatan metin olarak gösterilen bu metni bir çeşit söylem analizine sokma fikri ortaya çıktı. Nutuk‘ta yer alan bütün kelimelerin sayılması ve daha sonra çeşitli başlıklar altında grafiklere dönüştürülmesi bu analiz girişiminin yöntemi oldu. İşin başka sergileme biçimleri olabileceğini düşünsem de bu sergide tam liste kelime sayımlarının yer alması, benim gruplamalarım haricinde merakı olanların da kendi meraklarını giderebilmelerini amaçlıyor. Demograf sorusunu "ötekiler" başlığı altında yer alan bilgiler üzerinden soruyorsun. Böyle bir ek, nesnel bilgi koyma ihtiyacı hissetmedim. Orada var olan bilgi yalnızca metnin içinden çıkan bilgi ve özellikle böyle tercih ettim çünkü herkesin kendi kafasının içindeki metne dair fikirlerle, tahminlerle yüzleşmesini istedim.

Başta söylediğim gibi çok azımız metnin tamamını biliyoruz ve hepimizin kendi dünya görüşüne göre metnin neyi anlatığına ya da işlevine dair başka fikirleri var, bu iş yalnızca kelimeleri ortaya dökerek kendi fikrimi metnin içindeki fiziksel bilgiyle yan yana koymamızı hedefliyor.

 

Ayşegül Sönmez: Ben bütün bu grafikleri ve neyin ne kadar tekrar edildiğinin istatiksel çalışmasını, bir tür kişisellik çağrısı olarak okudum. İstiklal marşı işine geçersek, aslında İstiklal marşı üzerine çalışmaktan bahsediyorsun ya… İstiklal marşı üzerine çalışmak… kulağa bu bile yeterince ironik geliyor… Bu çalışmanı ve İstiklal marşı işinde marşa benzemeyen ama yine marştan çıkan ses formunu düşünecek olursak….Bu ses formu artık marş değil ama rasyonel olarak o… O bizde kalmayan mı? Okuya okuya aşındırdığımız çok okumaktan ve zorla okumaktan olan mı? Ya da tam tersi mi? Sergin zaten genel özel gerilimini çok iyi kullanıyor… Bu ikisini kavuşturmaktansa gerilimden yana bir tavır alıyor. Genel ve özel gerilip dursun mu? Bu mu isteğin?

Zeyno Pekünlü: Bahsettiğin gerilim tam da arzuladığım şey. İstiklal marşı ya da Nutuk gibi "büyük" semboller üzerine doğrudan bir söz üretmek, iyidir, kötüdür, ya da haydi dalga geçelim demek değil amacım. Bu yüzden de ikisinde de oldukça mekanik, bir düzene bağlı kalarak formunu değiştiriyorum malzemenin. Birinde nota uzunluğu sırasına sokmak, diğerinde kelimeleri saymak. Yani bilgiyi ya da formu üreten kişi olarak söz söyleme rolümü minimuma indirmek… Bununla karşılaşan insanların kendi sorularını üretmelerini tercih ediyorum. Bu noktada benim genele dair söylediğim genel bir söz olmasındansa genele dair bir sembolün şeklini bozup herkesin kendi merak noktasından ya da algısından yaklaşmasını istiyorum. Benim bu işlere dair "özel" derdim ise, orta-sınıf, beyaz, İzmirli bir memur çocuğu olarak aslında bu metinlerin en fazla kapsadığı demografiye dahil bir birey olarak verili anlamlarını kurcalamak. Ve demografinin aslında her zaman dışladığı "kadın" olarak da iktidarın (partiler ve ideolojiler değişse de, değişmeyen "iktidar"ın yani patriyarkanın) sembolleri çarpık bir merceğin altına almak.

 

Ayşegül Sönmez: Hazır yapım filmler ve o prodüksiyonlu filmini ayıralım bu noktada… O kurgu iş, çiftin pazar günü, normalleştirme üzerine. Aslında çok didaktik olabilecekken oyuncu seçimi titizliğinle bunu kırabilmişsin. Zoru başarmışsın.

Zeyno Pekünlü: Pazar Günü Çifti senin de fark ettiğin gibi beni en çok zorlayan işti. Diğer işlerden farklı olarak sinematografik bir senaryo, kurgu ve yönetmenlik istiyordu. İyi sonuç verip vermeyeceğinden son ana kadar emin olamadım. Konu çok hassas ve çalışılması zor bir konuydu zaten. Gelen tepkiler işe tahammül edememekten çok beğenmeye kadar çeşitlilik gösteriyor… Bu da istediğim sinir bozma halini yakaladığımı hissettiriyor. Aslında içlerinde sözü en sade olan iş belki de o benim için… Hiçbirimiz, orta sınıf mutlu bir çift hayatı yaşasak bile azade değiliz şiddetten ve ağırlığı değişmekle birlikte hepimizin hayatının içinde var. Gücünü de görüntüyle duyduklarımız arasındaki kontrasttan almasını arzuladım.

 

Ayşegül Sönmez: Hareketli imajdan beklentini öğrenebilir miyim? Gülsün Karamustafa’nın Ağlayan Erkekler‘iyle ortaklık taşıyan bir tarafları var mı?

Zeyno Pekünlü: Siyah beyaz filmleri malzeme olarak seçmemin sebebi ortak bilinçdışının taşıyıcılarından biri olduğunu düşünmem. Çalışmaya başlarken kadın temsilleriyle ilgileniyordum ama bu konuyu zaten fazlasıyla didiklediğimizi, çok da bilmediğimiz bir şey bulunmadığını fark ederek, madalyonun diğer yüzüne bakmak istedim. Erkek nasıl temsil ediliyor? Gülsün Karamustafa’nın işinden haberdarım elbette ancak tam olarak aynı derdi paylaştığımızı düşünmüyorum. Bu şekilde kurgulamak benim tercihim olmakla birlikte bu kurguda aslında diğer işlerde olduğu gibi bir çeşit istatistik çalışma da var. Kadrajda kadının olmadığı, erkeklerin baş başa oldukları bütün sahneleri topladım önce… Bu filmde gördüklerin sayısal olarak en fazla tekrar eden temalar. Yani birlikte başka şeyler yapıyor olsalar da, en çok bunları yaparken görüyoruz onları. Yani erkek erkeğe videosu kadınla ilişkileri haricinde erkeklerin kendi içindeki ilişkilerinin nasıl temsil edildiğinin bir çeşit örnekleme kümesi. Belki yine tahminlerimizin çok dışında değil, şefkat, kavga, alkol, kumar gibi başlıklar ama yine de bir araya geldiklerinde erkekliğe dair ortak biliçdışımıza dair bir şey söylüyor.

 

Ayşegül Sönmez: İşaretleşme çok ilginç… Bir arada olduklarında bütün bu jestler gösterge alaşımı yaratıyorlar…

Zeyno Pekünlü: İşaretleşme ise yine filmlerde çok alışkın olduğumuz ama üstüne çok da düşünmediğimiz sessiz işaretleşmeleri kurcalıyor. Hem kadın ve erkeğin bu coğrafyadaki yasak, imkansız ilişkisine dair (ve belki de bunu çift videosuyla birlikte düşünebiliriz), hem de erkeğin ısrarcılığına ilişkin bir iş. Yılmaz Güney’in sürekli tık tık cama vurmasıyla her gün yolda yürürken duyduğumuz pişt pişt seslerini, ıslıkları ilişkilendirme arzusu.

 

Ayşegül Sönmez: Gelelim üst kattaki işlerle alışverişine… Selvi T.’nin de üst kattan bu imajlara çok içten destekler yaptığını ifade etmeliyim. Çünkü o da belli bir sekilde kendi kişisel tarihindeki önemli anlardan yola çıkıyor. İlk dans, ilk adım gibi… Siyah beyaz filmler kolektif hafızamızda, S.T’ninkiler onun kişisel hafızasından ister istemez bu kez iki kat arasında genel özel çekişmesi yaratıyor. Senin yukarıdakilerle alıp verdiğin neler?

Zeyno Pekünlü: Aslında eş zamanlı sergi açma fikri galericimizin Feza Velicangil’in fikriydi. Daha birbirimizin o anda nasıl işler üzerine çalıştığını bilmeden evet dedik. Zira birbirimizi tanıyoruz ve çok da uzağa düşmeyeceğimizi tahmin ediyorduk. Ancak işin güzel yanı, odaklarımızın benzemesine karşın kullandığımız medyumun ve konuları ele alış şekillerimizin bambaşka olması oldu. Her gezen bunu düşünüyor mu bilmem ama bence de birbirini tamamlayan ve paslaşan bir tarafı var. Sonuç olarak bir erkek çocuğun pipisinin herkese gösterilmesinden ayrı düşünemiyorum "iktidar" meselesini. Sevil daha içerden, daha özelden ama bir yandan da hepimize aşina sahneler üzerinden anlatıyor. Ben yine hepimizin bildiği ama özel alanımıza okul, devlet, gazete, televizyon aracılığıyla giren şeyler üzerinden…

Daha fazla yazı yok
2024-05-10 14:29:07