A password will be e-mailed to you.

Ira Sachs’ın New York’ta yaşayan iki ergenin arkadaşlığına odaklandığı son filmi Küçük Adamlar (Little Men) haftanın en dikkat çekici filmi.

Çocuklukta her şeyin çok daha büyük yaşandığını unutuyor insan. Aşkın, mutluluğun, arkadaşlığın önemi o yaşlarda o kadar büyük ki bir daha benzerini yaşamak mümkün bile değil. Ama acının, hayal kırıklıklarının, ayrılığın da öyle. Sonra zaman denen ruhsuz değirmen gelip bizi de kendine benzetene kadar öğütüyor çarklarıyla. İşte Küçük Adamlar (Little Men) o değirmen gelmeden önce nasıldık, onu hatırlatıyor bize, eski halimizi anlatıyor, eski yüzümüzü çarpıyor yüzümüze. 

Bir önceki filmi Love Is Strange’de yaşlıca bir eşcinsel çiftin dramatik öyküsüne odaklanan Ira Sachs yeni filmi Küçük Adamlar’da yine bir çiftin ilişkisini ele alıyor bir bakıma, ama bu sefer ergenliğin kafa karıştırıcı çalkantılarını yaşayan iki çocuk var merkezde. Ve yine geçen sefer olduğu gibi filmin merkezine yerleştirdiği ikilinin çevresinde bulunan karakterlerin davranışları üzerinden irdeliyor söz konusu ilişkiyi ve nihayetinde insan ruhuna (ya da ruhsuzluğuna mı demeli) dair minör ama çarpıcı tespitlerde bulunuyor.

Dedesinin vefatı sonucu ailesiyle birlikte ondan (dedesinden) kalan Brooklyn’deki eve taşınan ortaokul öğrencisi Jake (Theo Taplitz)  burada kendi akranı Tony (Michael Barbieri) ile tanışır ve kısa sürede ahbap olurlar. Tony aslında dedesinin alt katındaki butiği işleten Leonor’un oğludur yeni okulunda Jake’e kol kanat gerecektir. Biri ressam (Jake) diğeri oyuncu olmak isteyen ve aynı sanat okuluna gitmeyi hayal eden iki arkadaş vakitlerinin hemen hemen tamamını birlikte geçirmektedir. Ne var ki ev sahibi-kiracı ilişkisinde istedikleri uyumu yakalamayan aileler arasında pürüz çıkacak ve bir süre sonra Jake ve Tony’nin arkadaşlığı bundan etkilenmeye başlayacaktır. 

Son tahlilde acıklı bir film Küçük Adamlar. Para, geçim derdi, iş-hayat gailesi gibi günlük yaşamın tatsız zorlukları yüzünden asıl önemli olan şeylerin (dostluk, dayanışma, ortak bir gelecek hayali) nasıl geri plana itilip çiğnendiğini anlatıyor. Bunları da alabildiğine dingin ama akıcı bir anlatımla, izleyicinin duygularını istismar etmek gibi bir kolaylığa sapmadan, son derece ustalıklı oyunculuklar ve sade ama etkili diyaloglar aracılığıyla yapıyor. Birbirinden bir hayli farklı karakterlere sahip iki çocuğu canlandıran Theo Taplitz ve Michael Barbieri yaşlarından beklenmeyecek bir olgunlukla rollerinin altından kalkarken, onların hayatında belirleyici roller üstlenen iki ebeveyni canlandıran Greg Kinnear ve Paulina Garcia (Gloria’daki muhteşem performansı hala akıllarda Şilili oyuncunun) filmin asıl ağırlığını taşıyorlar. 

Küçük Adamlar’ın zenginliği, barındırdığı farklı türden hikayelerle beliriyor biraz da. Film bir yandan tipik bir “buddy movie” (arkadaşlık filmi) gibi ele alınabilecek bir konuya sahip ama bir başka perspektiften bakıldığında rahatlıkla bir “büyüme sancıları” filmine de dönüşebiliyor. Sachs’ın sineması sıradan hayatları, gerçek dertleri malzeme edinen ama bunlardan anlamlı çıkarımlar üreten, sahte bir optimizm yerine hayatın karanlık taraflarını görmemize yol açan bir içeriğe sahip. Yine de kötümser bir söylemi yok Sachs’ın, sadece hayıflanan, vicdani tarafımıza seslenen, suçlamak ya da yargılamaktan ziyade tuttuğu aynada biraz da çirkinliklere odaklanmamızı sağlayan bir yönetmen. Anlattığı hikayelerde iyilerden yana hep ama kötülerin ya da kötülüğün gücünün de farkında. Bizden bu farkındalığı istiyor ve biliyor ki ancak bu ilk adımın ardından değişebilir bazı şeyler. En azından.

Daha fazla yazı yok
2024-05-06 14:50:28