A password will be e-mailed to you.

Hürehni Fırat Öncü, ilk öyküsü "Bir Sigmund Freud Şakası"yla Sanatatak’ta…

İşten kovulmuştum. Öğretmendim. Müfettiş 2.kez uyarmıştı beni. Turuncu alarm yanmıştı. 3.kez. makasla sakalımı kesip eline verdim.

– Bu ne? dedi

– Kesmemi istediğin sakal. Koy bir kutuya öp.

Sonrası kırmızı alarm. İnsanlar hep bir anda kendilerini sokakta bulur. Ben de bir anda  buldum kendimi sokakta. Bir anda kendini sokakta bulanlar  gibi yürüyordum. Karnım ağrıyordu. Nefret etmekten. Böcekten, kuştan, balkondaki naneden her şeyden. Bir tek bunları dinlemeyi sevenleri seviyordu kalbim. Ve ben bu insanların neslini kendi ellerimle tüketmiştim.

Kafam kerpiç evler ile gökdelenler arasında, dumanlı, belki de sıska bir İsa gibi yürüyordum. Burası Via Dolorosaydı. Ve sürükleniyordum. Kanlar içinde, yüzüme betonlar çarpıyordu. Kasıklarıma toprak. Hiçbir şey yoktu burada. Bir sakalı bile çok görüyordu insanlar. Düzülmüş şarkılar vardı. Kendi Che Guevarasını beyaz atlı prensi bekler gibi bekleyen kadınlar. Çarmıhta gerilmiş bir jöndü Che. Her yerde herkes satılıyordu. Dünya Nietzsche’nin gözleri gibi kötüydü.

Yine de bir kaç ışık vardı karşıda, bir kaç neon, suratımı asabileceğim bir kaç cafe bir kaç bar. İlerde yıkılıp yerine çok daha katlı bir apartmanın yapılacağı pasaklı, fakir bir apartmanın altında bir bar sonunu bilir gibi bana bakıyordu. Işıklı tabelası göz kırptı. Olmayan sevgilimin gözleri gibiydi. Kıramadım onu. Oturdum. Kadınlar biralarına gömülerek bacak bacak üstüne atmaya devam ettiler. Şarkıları öptük. Bunu gören Erkekler de kadınlar gibi oldu. Şarkıları çok öptük.

Uzun sandalyelerden birine oturmuştum. Bir zürafanın sırtında acı çekerek yaktım sigaramı. Duvarda Rock vardı. Bir gitar, bağıran bir adam ve tipik İngiltere bayrağı. Tüm duvara damgalanmıştı. Havada sallanan Çin şamdanları. Her şey kafam gibiydi. Kerpiçler ve gökdelenler arasında.

Sanki bunları gören Sivil kıyafetli bir garson yanıma geldi. Ajan gibiydi.

– Ne alırsınız?

– Bira. Yanında limon. Sorun olmaz değil mi?

– Katı bir Hayır.

– Var mı?

– Evet.

Kül tablasına buruşturduğum iki adet sigara izmaritini oha der gibi kaldırdı. Bayağı geç kalarak. – Tamam. Getiriyorum hemen.

Her şeye rağmen gülümsedim. Bir kaç dakika sonra bira ve limon geldi. Ağzıma attığım limonu çiğnerken bir fırt aldım. Ekşi liflerin arasına sıkışmış bira tadı. Köpükle bir sigara yaktım. Sonra bir tane daha. Bir tane daha. Böyle giderse Dünya’nın en uzun sigarasını ben yapabilirdim. Bununla Guinness rekorlar kitabına girebileceğimi düşündüm bir an. Kaç milyon dolar ederdi bir sigara? Alacağım evleri, gideceğim yerleri düşünürken bir kadın bacağı ile göz göze geldim. En az tabelalar kadar iyi parlıyordu. Şarkıları öperek yudumladım şehveti.

Kasıklarımdaki toprak filizleniyordu. Sarmaşık görünümlü bir çınar fırlıyordu. Benim çınarım küçüktü. Bir japon sanatı: Bonsai. 6 bira ile beraber güldüm. Kadının gözünü aşağı indirip burnunu uzatarak tiksinti verici bakışı bu dünyada dürüst ve sanatçı ruhlu olmanın ne kadar zor bir iş olduğunu hatırlattı bana. Tiksindim. Başımı 360 derece çevirsem hiçbir şey değişmeyecekti. 180 derece denedim ama beceremedim. 90 derece ile yönümü değiştirmem mümkündü. Bunu başardım. O andan itibaren o yöne hiç bakmadım. Onun dışında her yerde sayılabilirdim. Başka yönlerde göz göze gelinecek başka bacaklar da vardı. Ama hiçbiri onlar kadar iyi parlamıyordu. Sanırım Sigmund Freud haklıydı.

" Bir insan bir yere bakıyorsa orada ilgilendiği bir şey vardır. Bir insan bir yere hiç bakmıyorsa orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır." 

Saatler geçti. Çok saatler. Ay bir saat gibi durdu tepemizde. O bacaklara sahip, o meşhur kadın yanıma geldi. Sırıtarak. Kalbimizde kamera vardı.

– Öykün bitti mi?

– Evet.

– Şaka mı bu?

– Evet.

– Peki. Bildiğin otel var mı?

-Evet. Dolay oteli. Hemen şurada.

– Gidelim mi?

– Hadi.

El sallayın.

 

Hürehni Fırat Öncü

Daha fazla yazı yok
2024-05-03 20:02:52