A password will be e-mailed to you.

Looking for Palestine:Growing Up Confused in an Arab-American Family başlıklı kitaptan alıntıdır.

Çeviri: Hale Eryılmaz

 

New York’da bir Kudüs’lü olarak yetiştirilmiş Filistinli-Lübnanlı-Amerikalı bir Hıristiyan kadınım.

Ancak, hayatıma bir WASP (Beyaz Anglo-Sakson Protestan) olarak başladım.

Boston’da, Ivy League (Sarmaşık Birliği okulları) edebiyat profesörü bir baba ile eşinin çocuğu olarak dünyaya geldim; bir yaşında Episcopal Kilisesi’nde vaftiz edildim; beş yaşına geldiğimde, Manhattan’ın yukarı doğu yakasında, mezunları arasında efsanevi Jacqueline Onassis gibi mükemmel yetiştirilmiş, iyi giyimli Amerikan aristokrasisi mensuplarının olmasıyla övünen özel bir kız okuluna gönderildim. İşte o noktada anladım ki –benimle ilgili- ciddi anlamda yanlış giden bir şeyler var.

Yeşil gofre tuniğim, ona uygun lastikli pantolonum (jimnastik ve dans dersleri için alta giyilenlerden), beyaz Peter Pan yakalı bluzum ve dize kadar yün çoraplarımla tam bir Chapin’li okul kızıydım. Üzerinde süslü okul arması olan yeni yeşil blazer ceketim ve Fransa’dan alınma zarif ayakkabılarımla gurur duyuyordum. Ama en incelikli üniforma bile farklılıklarımı derhal görmeme engel değildi. Mükemmel sarışınlar deryasında kara saçlı bir sıçandım. Sınıfımda benden başka herkes yukarı doğu yakasında yaşıyora benziyordu;  ben yukarı batı yakasında, daha doğrusu o zamanlar çoğuna kabul edilmez görünen yukarı batı yakası sınırlarının çok uzağında yaşıyordum. Sınıf arkadaşlarımınki gibi cibinlikli bir yatağım, düzenli bir yatak odam ve güzel döşenmiş bir oturma odamız  ya da televizyonda gördüğüm tarzda  bir evimiz olmadı. Raflara ve masalara üst üste yığılmış kitaplar, pipolar, kalemler, oryantal kilimler, renkli duvarlar ve eve gelen ilginç konuklarımız vardı. Eve gelip gidenler arasında sadece Batı dünyasının kimi büyük bilim adamı ve yazarları – Noam Chomsky, Lillian Hellman, Norman Mailer, Jacques Derrida, Susan Sontag, Joan Didion- değil, aynı zamanda Filistin Direnişinin kaymak tabakası da vardı.

Biliyorum ki bugün de pek çok göçmen çocuk, sınıftan kültüre ya da güzellik standartlarına dek, hayatlarındaki her şeyle ilgili karmaşık mesajlardan dolayı aynı derecede akılları karışmış olarak büyüyorlar. Benim için de 1980’ler ve 90’larda New York’ta Lübnan’lı bir anne ile tanınmış Filistin’li bir babanın kızı olarak büyümek karmaşık ve rahatsız ediciydi. Kim olduğum ve dünyada nereye ait olduğum ile ilgili her şeyi sürekli sorguladım, sürekli kendi değerimi tarttım, kendimi başkalarıyla kıyasladım ve evimin, kültürümün, ailemin güzel, rahat, sevgi dolu dünyası ile başkalarının gözündeki sözde “barbar” ve “geri kalmış” yeri ve toplumu uzlaştırmak için çaresizce mücadele verdim. Hem Arapların hem Amerikalıların uyması “gereken” şablona neden bir “istisna” olduğumu ve neden bu kadar zorlu bir pozisyona sıkıştığımı hep merak ettim.

Yıllarca insanları, beni ve ailemin geldiği yeri gerçekte anlamadıkları konusunda ikna etmeye biçare çaba gösterdim ama özellikle etrafımda iddialarımda yalnız olmadığım hissini yaşatacak kimse oluşmadığından, bir noktada bu çabadan vazgeçtim. Kültürüm hakkında insanların söylediği her şeyin doğru olduğuna inanmayı kabullendim.Çünkü herhangi birini aksi bir şeyin doğruluğuna ikna etmek hem yorucu, hem de beyhude bir çabaydı. Yine de ilginç bir şekilde ailem ve kültürümle ilgili kesin, doğru bildiğim ne varsa bunlara sıkı sıkı tutunmaya devam ettim. Bunda en büyük sorumluluk ebeveynlerim ve akrabalarımdadır. Hem onlarla birlikte hem de tamamen ayrı olabileceğim bir alan bulana dek yıllarımı, onları bir kendimden uzaklaştırmakla, bir yakınıma çekmekle geçirdim. Tek bir kimlik, kendimi betimleyecek tek bir yol, tek “gerçek ben” fikrinden sıyrılmış olmak, kim olduğum hususundaki kafa karışıklığımı azaltmasa da beni daha yaratıcı, düşünceli, ilgili, çetrefilli ve farkında kıldı. Ve bunların hepsi olmayı basit eski “Amerikalı” ya da basit eski bir “Arap” olmaya yeğlerim.

Boston’da doğmuş olmamı ve Palo Alto ve ardından Güney Kaliforniya’da geçirdiğim birbuçuk yıllık dönemi saymazsak hayatımın ilk 13 yılını, 119 ve 120nci caddelerin arasında Morningside Drive’da bir apartman dairesinde geçirdim. Babam, “Columbia Üniveristesi’nde İngilizce ve Karşılaştırmalı E-de-bi-yat öğretmeniydi.” Bu etkileyici tınılı ünvanı hecelemeyi öğrendiğimde dört yaşındaydım ama ne anlama geldiği ile ilgili bir fikrim yoktu. İnsanlar bana babamın ne iş yaptığını sorduğunda beynimi toparlar, tane tane ve büyük bir gayretle kelimeyi telaffuz ederdim.

“Columbia” kelimesini hatırlıyorum, ne anlama geldiğini de biliyordum (okuldan sonra ve hafta sonları oyun oynadığımız park). Ve babamın o kampüs-parktaki bir ofiste bir şeyler yaptığını da biliyordum.

Çok çalışan zeki insanlara göre Edward Said, “sömürgeleşme sonrası çalışmaların babası”dır ya da postmodernizmle ilgili bir ders alarak kolej eğitimimi boşa harcadığımda ısrar ettiği zaman ona sorduğumda bana söylediği üzere ne olduğunu bile bilmiyordu:

Ne olduğunu biliyor musun Najla? Onu ben icat ettim!!!”

Ciddi miydi, şaka mı yapıyordu hala bilmiyorum.

Diğerlerine göre ise, ister tarih, siyaset bilimi, Budizm ya da edebiyat dersleri olsun, üniversite eğitiminin bir noktasında herkesin okuduğu kitap Oryantalizm’in yazarıydı. Kitabı ben dört yaşındayken yazmıştı.

Onu basit bir İnglizceyle anlatmaya zorladığımda şöyle bir açıklama getirmişti: “Esas mefhum şu… tarih boyunca, edebiyat ya da sanat yoluyla olsun, “Doğu”, Batılı bir lensten görüldüğü şekliyle çarpıtılmış, alçaltılmış bir haldedir, öyle ki biz Batılıların aşina diye nitelendireceğimizden “başka” her şey artık sadece egzotik, gizemli ve duygusal olmakla kalmaz, aynı zamanda doğası gereği değersizdir.”

Biliyorsun, Aladdin gibi.

Esasen babamdan dolayı insanlar “Oryantal” yerine artık “Asya Amerikalı” terimini kullanıyorlar.

Başkalarına göre de babam, Filistin self determinasyon (kendi geleceğini tayin hakkı) mücadelesinin sembolü, insan hakları, eşitlik ve sosyal adalet savunucusudur. “Gücün karşısında gerçeği dile getirmiş bir hümanist.”

Diğer bazı kişilere göre ise onun terörist olduğunda ısrarcı; gerçi onu tanıyan herkes bilir ki bu Gandhi’ye terörist demek gibi bir şey.

Benim için ise o benim babam, Londra’da bir terzi elinden çıkma üç parçalı takım elbisesi içinde şık bir adam. Kimi zaman İngiliz, kimi zaman Amerikan o garip aksanıyla bana ateşli bir şekilde bağıran sonra (beş dakika kadar sonra) sinirlendiğini unutan sevimli yaşlı adam; bana tüm dünyadan hediyeler getiren, benimle Jane Eyre –on iki yaşımdayken en favori kitabım– hakkında konuşan, ağladığımda bana sarılan insan. Tenis ve squash oynardı, Volvo’ya binerdi, pipo içer, kalem biriktirirdi. Profesördü. Babamdı.

Reprinted by arrangement with Riverhead, a member of Penguin Group (USA) Inc., fromLooking for Palestine:Growing Up Confused in an Arab-American Family by Najla Said

Daha fazla yazı yok
2024-05-07 06:18:32