A password will be e-mailed to you.

Boris Groys’un henüz Türkçeye çevrilmeyen Verso yayınlarından çıkan yeni kitabı Akış İçinde’yle ilgili, Alex Greerberger’in 23.03.2016 tarihli "Tarihi Açıklığa Kavuşturun: Boris Groys İnternet Çağı’nda Sanat Sorununu Ele Alıyor" başlıklı yazısını Özlem Akarsu çevirisiyle yayınlıyoruz.

Tarihi Açıklığa Kavuşturun: Boris Groys İnternet Çağı’nda Sanat Sorununu Ele Alıyor Alex Greenberger 23.03.2016 Çeviri: Özlem Akarsu Boris Groys’un makalelerden oluşmuş en son kitabı Akış İçinde ( Verso Yayınları) piyasaya “İnternette sanat hakkında bir kitap” olarak sunuldu. Oysa bu yanıltıcı.

Öncelikle Groys’un “internette sanat” tanımı internet sanatına, dijital sanata ya da internet hakkında sanata değinmiyor. Bunun yerine sanatı online olarak nasıl resmedebileceğimizi –ya da gerçek hayatta ortaya çıkan sanat eserleri; imgeler, tweetler, makaleler ya da başka yöntemler yoluyla genel kaynak bulucusunda (URL) belgelendiğinde ne olduğunu tartışmaktadır. O da asla kısa ve öz bir biçimde açıklanmamaktadır; okuyucu bunu yaklaşık 190 sayfalık bir süreçten sonra anlayabilmektedir. Kitabın kocaman bir bölümü modernist avangarda ve onun başarısızlıklarına değiniyor.

Groys’a göre, ‘İnternet Çağı’, Google ve Instagram’la ilgili olduğu kadar Kazimir Malevich’le, Clement Greenberg’le ve Sovyet Rusya’yla da ilgili. Groys, internet hakkında, internetten önce gelen herşeyi hesaba katmadan düşünememektedir. “Çağımız tarihsel olarak bilinen tüm diğer çağlardan en azından bir açıdan farklı olacakmış gibi gözükmekte. İnsanlık daha önce hiç kendi çağdaşlığı ile ilgilenmemişti” diye yazıyor Groys. Kitabın başlığı akıp giden zaman içinde varolmakla ve sanatın internet üzerinde yaşayabilmesiyle ilgili.

Yazar, sanatçıların geçmişten ve onun hatalarından ders çıkarmaları ve sonuç olarak bunu aşmaları gerektiğine inanmakta. Bu hatalardan biri, sanatın sonsuza dek süreceğine olan inanç. Groys’un ifade ettiği biçimiyle, “Geleneksel sanat, sanat nesneleri üretiyordu. Çağdaş sanat, sanat olayları ile ilgili malumat üretiyor.”

Groys’un tarzı, genellemelerle konuşmaktır. Bu tek tek sanat nesneleri hakkında tartışmaktan kaçınmak anlamına gelir. Ama eğer bu açıklama için bir örneğe yaslanması gerekirse, Yoko Ono’nun Kırpılan Barış (1965) adlı performansını kullanabilir. Bu performansta sanatçı, seyircilerden bazılarının sahneye çıkarak, elbisesinden çırılçıplak kalıncaya kadar parçalar kesmelerini kıpırdamadan izler. Bu yapıt, performans sanatının başlangıcındaki eserlerin çoğu gibi, gerçekleştiği anda, sadece bir avuç katılımcı tarafından izlendi ve bugün ondan arta kalanlar kısa ömürlü nesneler ile tamamlanmamış fotografik belgelerden ibaret.

Groys’un gözle görülemeyen şeylere olan ilgisi bir tesadüf değil–kıta felsefesiyle ve sanat teorisiyle amatörce ilgilenir. Rus kavramcılığı, modernizm ve tinsellik, Groys’un eskiden beri süregelen ilgi alanlarıdır. Buna ek olarak yakın zamanlarda, online arşivlere karşı daha yeni bir ilgi geliştirmiş. Bu ilgi belki, Groys’un, Akış İçinde kitabıyla birlikte iddialarını en sonunda tarihselleştirme çabasını açıklıyor. Sanat nesnelerini maddesellikten uzaklaştırma yönündeki eğilim nasıl olup da sanatı bugün online olarak izlediğimiz hale gelmiştir? Başka bir deyişle, kavramsal sanat, sanatın bugün internet üzerinde varolma biçimine neden ya da nasıl katkıda bulunur? Groys’un buradaki kaygısı analog geçmişin nasıl olup da dijital bugüne yol açtığıdır. Bu zorunlu olarak o kadar da önemli bir fikir değildir, tam tersine tam da akademisyenlerin internet hakkındaki sanatı tarihselleştirmeye başladığı bir zamanda ortaya çıkmıştır. Groys sanatın bu noktaya nasıl ulaştığı ile ilgili karmakarışık bir anlatı kurguluyor.

1915’te yaptığı Siyah Kare resmiyle sanatı en temel, belirleyici özelliklerinden ayrıştırarak imgeleri bütünüyle imha eden Malevich’le başlar. Groys’a göre Malevich “tüm geçici politik ve estetik düzenleri imha eden evrensel malzemeyi bir araya getirir.” Groys’un 20.yüzyıl içinden hızla geçen gidiş yolu, yazılı eleştirel eserlerin neden önemli olduğu (“sanatçılar yapmakta oldukları işi açıklamak için teoriye ihtiyaç duyarlar”) ve sanat aktivizminin sorunları (“sanat aktivistleri yararlı olmak istiyorlar ama aynı zamanda sanatçı olmak istiyorlar”) üzerine kendi kendini tebrik eden derin düşünceleri de içerir. Tüm bunlar kafa karıştırıcı gibi duruyorsa bunun nedeni, Akış İçinde’nin kabaca bir araya getirilmiş bir makaleler derlemesi olmasıdır.

Kitaptaki 12 makaleden beşi ilk kez başka yerlerde görülmüş ve altısı daha önce güç bela değiştirilmiş biçimlerde yalnızca e-flux’ta değil ama Lauren Cornell ve Ed Halter’ın yakın zaman önce piyasaya çıkan Kitlesel Etki: Yirmibirinci Yüzyılda Sanat ve İnternet başlıklı antolojisinde yayımlanmıştır. Akış İçinde’nin tezinin temelleri sağlam değil çünkü bir kitap olarak okuyucaya dağınıklık hissi veriyor. Bölümler arasındaki bağlantıların zorlama oldukları hissediliyor.

Örneğin Groys, Ilya Kabokov’un enstalasyonlarından Greenberg’in modernist sanat teorisine atladığında, ya da gerçekçilik hakkındaki bir makaleyi kavramsal sanatla ilgili bir başka makale izlediğinde…

Bununla birlikte, Akış İçinde’nin tarihsel bir anlatı yaratma girişimi oldukça çağdaş ve kitap en çok tarih apaçık ortaya çıktığında işe yarayacak.

Groys “Modernlik ve Çağdaşlık: Mekaniğe karşı Dijital Yeniden Üretim” başlıklı parçada en güçlü halini sergiler. Groys bu bölümde imgelerin üretiminin 20. yüzyıldan 21. yüzyıla doğru nasıl değiştiğini karşılaştırmakta.

Groys, Walter Benjamin’e açık bir görderme yaparak modernitede “şu anın mevcudiyetinin yalnızca tek bir an içinde deneyimlenebileceğini,” iddia eder. Şaheserini her seferinde bir yerde ve bir kez üreten Jackson Pollock’u biliyoruz ve bu eser her zaman kartpostalların ve posterlerin üzerine yeniden basıldı, resim ruhunu kaybetti. Ama “dijital çağın koşulları altında yaşadığımız bugünde, internet kullanıcıları kendi bilgisayar ekranlarında dijitalleştirilmiş imgelerin ve metinlerin görünmesinden ya da kaybolmasından sorumludurlar. Dijitalleştirilmiş imgeler, biz kullanıcılar olarak onlara bir “hemen”… vermediğimiz sürece varolamazlar.

Groys, Google’daki makalesinde arama motorunun “bugün, geleneksel olarak felsefe ya da din tarafından üstlenilen rolü oynadığını” yazmış –hayatın anlamını sorgulayan eski çağ yerini bir bilgi havuzuna bırakmıştır. Groys, WikiLeaks’in, göz dikme ve gözetleme hakkındaki kadim soruları, “dijital medyanın işleyişini tanımlayan kopyala ve yapıştır işlemi” yoluyla yeniden ifade ederek gündeme getirdiğini söylüyor.

İnternetin ilham verdiği sanat da bu tarihsel fikirleri yansıtıyor. Bu belki de Groys’un doğru yolda olduğu anlamına geliyor. Groys’un Google’daki makalesini okurken , Jon Rafman’ın motivasyon sağlayan şeyleri gözden geçirme eylemi olarak Google’lama hakkındaki yapıtı geldi aklıma. Rafman “Google Caddesi Görünüm Menüsü’nün 9 Gözü” serisi için, Google’ın tuhaf imgeler için oluşturulan 3-D harita işlevi aracılığı ile, boş bir otoparktaki bir panter, otobüs bekleyen bir fahişe, okyanusun kıyısında ayakta duran çıplak bir kadın imgesini taradı. Son derece itici ve tuhaf bir biçimde güzel olan bu imgeler aynı nedenden dolayı Caspar David Friedrich’in yürürlükte olan resimleri için yücedirler. Hem Web 2.0 tarayıcısı içinde hem de çok daha ezoterik bir yolla arayarak, Rafman izleyicilerin hayat ve ölüm hakkında büyük sorularla ilişki kurmasını sağlar. Fikirler 19. yüzyıl kadar eskiyse ortam da 2007 yılı kadar eskidir.

Groys, interneti “bilginin daima bir şey hakkında bilgi olduğu bir bilgi ortamı” olarak tanımlar”. (Groys aynı sözcüğü tekrar tekrar kullanan bu tür cümlelere pek düşkündür. Çok özel bir problemi çağdaş teorisyenlerle paylaşır: güzel fikirlerden yoksun olan belirsiz yazılar). Bu mantıkla sanat bir veri akışı içinde kayıplara karışır –Avrupa’daki bir galerideki fotoğraflar Contemporary Art Daily’de JPEG’ler halini alırlar, soyut bir resim sergisi Jerry Saltz’ın tweetlerinden biri haline gelir ve benzeri… Groys’a göre bu sonsuz veri akışıyla mücadele edebilmenin tek yolu, içinde nesnelerin kendileri olmasa da, geçmiş hakkındaki bilgilerin sonsuza kadar yaşayabileceği bir arşiv alanı oluşturmaktır.

Groys “arşivler yalnızca geçmişi korumanın bir aracı değil ama bugünü geleceğe taşımanın asıl makineleridir” diye yazar. Ama Groys’un çözümü gerçekten mantıklı gibi görünmüyor. Aynaların kopyalanmış ve yapıştırılmış bir yurdu olan internet üzerinde, imgeler asla durağan değildir. Yani bir arşivde saklansın ya da saklanmasın, online sanat sabitlenemez. Bu olgu, Groys’un “tarihselci olmayan bir yaklaşım” olarak adlandırdığı şeye ya da sanatın artık bir bağlama sahip olmadığı bir duruma yol açıyor. Venus de Milo’nun resimleri eski Yunan hakkındaki bir makalede ya da

kadının sanat tarihi boyunca temsil edilişi hakkındaki bir afişte ya da bir internet sanatçısının elleri arasında boy gösterebilir. Dolayısıyla Groys bu anlamda haklıdır –yakın geçmişi hatırlamakta zorlandığımız bir zamanda yaşıyoruz çünkü en önemli yenilikler online ortamda gerçekleşiyor. Ama arşivlerin amacı bir tür anlatıyı korumak olacaksa, sanatı bu “akışın içine” sokmak için bize nasıl yardımcı olacaklar? Bilgisayarlarındaki tarayıcı tarihini silmeye çalışmış herkesin bildiği gibi, online ortamda bilgi asla tamamen kaybolmaz –geçmişin tarihçesi, geçmişin izleri daima var olmaya devam ederler.

Daha fazla yazı yok
2024-05-03 05:19:52